Rüzgâr’ın
Sinan’la birlikte dedesine oynadığı oyun… Başak’ın yanlış anlamasından
kaynaklanan evlenme teklifi oyunu… Süheyla’nın Rıza’yla barış Pelin’e oynadığı
oyun… Ve Havva’nın hamilelik oyunu… Evet, tam tamına dört oyun ve bütün
bunların tam ortasında (Havva’nınki hariç) bir şekilde kalakalan, oyundan,
düzenden nefret eden Pelin… Yetmedi mi diyorsunuz? O zaman bir de tamamen
zırvalayan Sinan verelim yanında? Hah, tamam oldu şimdi: İşte 10. Bölümün bütün
özeti bu…
Fizik
kanunudur bir maddeye fazlaca basınç uygularsanız patlar. Bu yüzden, dört bir
yanı dalavereyle çevrelenmiş, üstüne üstlük bir de dengesini allak bullak eden
bir adam tam karşısındayken Pelin’in akıbeti hakkında söyleyeceklerim, tahmin
değil öngörü olacak, galiba!
Baktın olmuyor, derin
derin uzaklara bak! Psikolojik baskı sonuçta, aklını karıştır…
Rüzgâr,
geçen bölüm ortaya çıktığı andan beri rengini de koymaya başlamıştı ortaya. Bu
bölümde de o rengin tam tonu belirdi. Baştan beri endişelendiğim gibi Rüzgâr
kızımız, uçurumun kenarında bulduğu çirkin ördek yavrusunu kuğuya çevirmiş ve
sonra ortaya çıkardığı sanat eserine bakıp narsistçe ona âşık olmuş gibi
görünüyor.
Sinan’a
“Pelin beni kıskanıyor.” fitnesini vermek, Simay’a “Pelin’in mahvettiği Sinan’ı
ben hayata döndürdüm.” demek; ölümden kurtardığı için mutluluğundan kendini
sorumlu tutan bir dost yaklaşımından çok “O benim eserim! Onu ben yarattım.”
kompleksini çağrıştırdı bana. Hele hele geçmişin o ergenlik dönemlerinde
söylenivermiş “Yolun yarısına gelince hayatımızda kimse yoksa birbirimizle
evleniriz.” klişesini fazlaca ciddiye almış hâl, Sinan’a duygularının pek de
dostça olmadığının kanıtı gibiydi. Bu noktada anlamadığım ve belki de asla
anlayamayacağım şey: Madem adamı seviyordun kardeşim, birlikte mutlu mesut
yaşayıp giderken bunu niye söylemez ve ilişkiye istediğin biçimi vermezsin?
Dünyanın dört bucağını gez, dolaş sonra çık gel ve “Ama o benimmmmm!” moduna
bürün. Bu nasıl sevgi, demezler mi adama? Oynamayıp bir kenara attığın oyuncağı
başka çocuğun elinde görünce feryadı basan şımarık veletinkinden ne farkı var
bu tutumun, anlamış değilim. Üstelik deli dolu, aklına eseni yapan “özgür
ruhlu”, Uzak Doğu ve Balkanların bütün felsefelerini pek bi’ yutmuş görünen,
derin ve düşünceli çizilen böyle bir karakterle bu tutum nasıl uyuşur, orasını
da çözemedim.
Ceyda’dan
alıştığımız oyunlar ve yalanlar bu kez yok karşımızda, kabul ediyorum. Rüzgâr,
Sinan’a yakın dostluklarının verdiği rahatlıkla, dümdüz ve açıkça söyledi
Pelin’le ilgili kaygısını. Bu konuşma sırasındaki hırçınlığı ve gerginliği de,
anlayan gözlere işin aslının farklı olduğunu sezdirdi. Sinan’ın aynı netlikle
verdiği tepkinin ise Rüzgâr’ı durduracağını pek düşünmüyorum. Ceyda’dan akıllı
olduğu kesin. Geri çekilmiş gibi görünecektir ki evden ayrılma hamlesi de bunu
gösteriyor zaten, ama oyundan kopacağını hiç sanmıyorum. Israrla şansını
zorlayacak, ısrarla “kendisine ait olduğunu düşündüğü” Sinan’ı geri almak için
uğraşacaktır.
Üstelik bu
kez Sinan için de iş, Ceyda’yı kolundan tutup restorandan atmak kadar kolay
değil. Karşısında onu iyi tanıyan, en iyi dostu olarak gördüğü hepsinden
önemlisi “can borcu” olan biri var.
Yazı devam ediyor...