Geçen
bölümden sonra ettiğim dualar kabul olmuş ki endişeyle oturduğum ekran başından
“Yâr saçların lü-leeelü-leee, Ceyda sanaaaa gül-leeegü-leeee!” nağmeleriyle
kalktım. Yüzüme yapışan pis bir sırıtma bana eşlik ederken dizi başladı
başlayalı en keyifli hâlimle yorumu yazmaya oturdum.
Evvvettttt,
kesin ve net bilgidir arkadaşlar, Ceyda yılanı, umarım, geri dönüşsüz
yolculuğuna şu andan itibaren çıkmış bulunuyor. (Cehennem için, sağdan ilk
sapaktan dön; dümdüz ilerle, Ceydacım!)
Bölüm
başlamadan “Bir mucize olsa ve Pelin, Ceyda’yı itip içeri dalsa” diye
geçirmiştim aklımdan, oysa fragmanlardan biliyordum bunun bir hayal olduğunu. Ve
Pelin’in Ceyda’nın numarasını yemesi fena hâlde sıkıyordu canımı çünkü Pelin’in
şimdiye kadar çizilen portresine uymuyordu yenik ve yıkılmış olarak o kapıdan
dönmesi. Öykünün buradan nasıl bir dönüş yapacağını bir haftadır merak
ediyordum. İtiraf etmeliyim ki sekans iyi oluşturulmuş. Evet, Pelin kapıdan
döndü ama Sinan’ın Ceyda’ya âşık olduğuna ve bir ilişki yaşadığına bir an bile
inanmadan. Sinan’ın kendisine kızdığı için Ceyda’ya gittiğini düşünerek
öfkelendi daha çok ki bu da Sinan’ın yapısı düşünülünce çok mantıklı bir tavır.
Sinan, özellikle sinirlendiğinde hiç düşünmeden anlık kararlar verebiliyor ve pişman
da olsa bu karardan geri adım atmıyor. (Bkz. Ceyda’yı ortak olarak alması)
Pelin,
Sinan’ın aptalca bulduğu tavrına öylesine öfkeliydi ki Ceyda gelip onu
kışkırtmasa aslında geri çekilme ve “Ne hâli varsa görsün.” deme noktasına da
gelmişti ama baştan beri söylediğim gibi Allah’tan Ceyda aklıyla değil de
hırsıyla hareket eden bir kadın. Bir anlık zafer sarhoşluğu Pelin’in yeniden
oyuna girmesini ve maçı da almasını sağladı.
Bu kadar şiir okumasa mıydım ben buna,
acaba? Bünyeye ağır gelmiş sanki…
Bölüm
boyunca sahneler çok ustaca bağlanmış ve neden-sonuç bağlantıları sürprizli ama
çok iyi verilmişti. Berkay’ın köşeye sıkıştığı anda hepimiz Ceyda’yı satmasını
beklerken “Onun suçu yok!” çıkışıyla bir anda, biz ekran başındakiler
“Noooluyoruz?” diye koltuklarımızda dikleşirken çok ustaca bir flashbackle
Ceyda’nın yeni bir numarasına tanıklık edip “Allah kahretsin, yine sıyrıldı bu
cadı!” telaşına düştük. Tam da bu sahnede bir küçücük replikle Sinan’ın
kuşkulandığını fark ettik ve Ceyda’yla yediği yemek boyunca da Ceyda’nın açığını aramasını izledik. Ben,
geçen bölümlerde Bülent’te bu bölümde de Sinan’da kullanılan, bu hafif polisiye
çağrışımlı sahnelere de diyaloglara da bayıldım. Hem öyküye iyi bir hareket hem
de farklılık vermiş. Üstelik kahramanların kimlik ve zekâlarıyla iyi
örtüştürülen bu sahneler, çok şık olmuş. Yazanları da çekenleri de bir tebrik
etmek istiyorum, yeri gelmişken.
Ceyda
yine ince hesaplanmış bir plan yerine, köşeye sıkışınca birden aldığı zayıf
kararlarla anı kurtarmış görünse de Sinan’ın zekâsını hesaba katmayınca üstelik
Pelin, kendine gelip de atağa geçince kaçınılmaz olan gerçekleşti ve bu kez hiç
manevra yapacak yeri kalmadığından duvara fena çarptı. Üstelik en büyük desteği
Meliha’yı da geri dönülmez biçimde kaybederek…
Hazırım, örtmenimmmm; ezberledim bütün
şiirleri…
7.
bölümde pek göremediğim için olsa gerek çok özlemişim ben, Başak ve Bülent’i
birlikte görmeyi. Çevrelerindeki kaostan kurtulup bir türlü kendilerine alan
açamayan benim sevgili ikilim; bu bölüm, en azından birlikte olmak için
şanslarını denediler. Başak’ın “tavuk krizi” beni benden alırken Bülent’in
içinden çıkan şair de gözlerimin fal taşı gibi açılmasını sağladı. Yalnız
sevgili senaristlerim, jenerik akmadan sona bir not mu koysanız acep “Dizideki
erkek tiplerinin gerçek hayatla ilişkisi yoktur, tamamen hayal ürünüdür.” diye…
Hem yakışıklı, hem düşünceli, hem şair ruhlu adamlar yaratıp çıtayı Everest’e
çekiyorsunuz, bu haksız rekabete yurdum erkekleri nereye kadar dayansın?
Söylemezsem
olmaz, ben her bölüm hem Hazal Türesan’a hem de Çağrı Çıtanak’a ayrı ayrı bir
kez daha hayran oluyorum. Canlı ve iyi oyunculuklarıyla dizinin kalitesinde çok
önemli bir imzaları var bence.
Yazı devam ediyor..