Ben kaleyi içten fethettim, şekerim!
Dizinin bir diğer sevemediğim tiplemesi de Ceyda. Hoş, zaten sevilsin diye değil, kızılsın diye yaratmış onu senaristler farkındayım da, yine de benim gibi dizilerin kötü karakterlerini sevmeye eğilimli bir izleyici için bile itici. Rolü mimiksiz ve düz vermeyi tercih eden oyuncu da bana soğuk gelmiş olabilir.

Bu arada Meliha ve Ceyda’nın iyi ekip oldukları da kaçmadı gözümden. Pelin’e not: İlerleyen bölümlerde Ceyda’yı devre dışı bırakma çabaları sırasında bu ekibi dağıtmayı da unutma! Meliha’nın gönlünü kazanıp o cepheyi dağıtmayı bilmezsen işin zor, benden söylemesi.

Bu defa “karma” yüzüme gülüyor mu ne?
 
Leyla Lydia Tuğutlu’nun “Pelin” için doğru seçim olduğu ilk bölümden çok belliydi. İkinci bölümde de bu kanımın doğru olduğuna inanıyorum. Bakışları kullanmada ufak tefek yönlendirmelere gereksinim duysa da bence Pelin’e olumlu enerjisini vermiş ve giderek oturuyor rol, üstüne. Bir oyuncunun bir başkasını taklit etmesini ne kadar sevmiyorsam, kendine öykünmesinden de o kadar hoşlanmıyorum. Her dizide, filmde farklılaşsın, değişik bir yönünü görelim istiyorum. Bu anlamda da Leyla Lydia Tuğutlu’yu taktir ettim. Kiralık Aşk’ın “İz”inden iz kalmamış. Yepyeni bir kimlik sunuyor, izleyene.

Furkan Andiç’te zaman zaman tiple örtüşmeyen mimik hataları gördüm ama ilerleyen bölümlerde yok edilebilir gibi geldi. Yalnız sinirlendiğinde “hedefe kilitlenmiş güdümlü füze” yürüyüşünden vazgeçmesi gerek. Toy bir genç havası veriyor ve kimliğe yakışmıyor.
Bu arada hem Pelin’in hem de Sinan’ın hızlı konuştukları yerler ( genellikle öfke dışa vurumu olarak kullanılmış) sözlerin yuvarlanması nedeniyle güç anlaşılır oluyor. Diyaloglar güme gidiyor. Yönetmenin dikkatine sunuyorum.
 
Bazen dudağının kenarındaki sos olmak istersin.
 
Bu bölümün ritmini ilk bölüme oranla daha iyi buldum. İlk bölümdeki başlangıçlar çözülmeye giderken, bir yandan da yeni çatışmalar devreye girdi, ancak ana konuyu çok da dağıtmadan hızlı geçişlerle devam etti. Başak & Bülent telefon sahnesi birazcık daha uzasa mıydı dedim ama onun dışında akış bence iyi ayarlanmıştı.

Yalnız ilk bölümde Pelin’in arabası kırmızıydı da bu bölüm niye yeşile döndü, anlamadım. Kızımız, lastik patlayınca araba mı değiştirdi yoksa babasının garajında aynı model arabanın her rengi var da kıyafetine göre mi seçiyor? Tamam, biliyorum; detay bu ama doğru bütünü oluşturan da doğru ayrıntıların birleşmesi, değil mi? Bu küçük hata yapılmasa çok şık olurmuş.

Bölüm sonunda, Sinan’ın Pelin’in dudağındaki sosu alışını veren sahnelerde çekim ve müzik uyumu çok başarılı geldi bana. Temiz yakın plan çekimleri, doğru seçilmiş müzik ve hoş oyunculuklarla bölüm bitişinde tadı damağımızda bıraktı.

Pardon, kalbinize giden yol midenize uğruyor mu acaba?
  
Bölümün başlarındaki Sinan – Bülent “ilk aşk, son aşk” diyaloğuna, sonlara doğru bir gönderme geldi. Sinan’ın yemekte tatlının önemini vurgularken “İlkler sarsak ve acemidir. Sonlar ise her zaman tutkuludur. Son olduğunu bilirsin ve hiç bitmesin istersin.” deyişi hem bölüm başını hatırlattı, hem de öykünün geleceğine yönelik çok hoş bir metafor yarattı. “Sonsuza dek sürmesi istenen Fransız öpücüğü” bir anlamda Pelin & Sinan aşkını tarif etti, bana. Tam onun etkisinde ufak ufak hayal dünyasına yol alıyordum ki, haciz gelip benim ayaklarımı yere bastırdı. E, bekliyorduk; Sinan’a sürpriz de, Necip’in oyununa şahit olan biz izleyicilere değil. Şimdi, Meliha Necip’i Sinan’ın fırınlarından birine tıkıp hangi sosla kızartır; Sinan işi Necip’e emanet eden Bülent’e, uzmanı olduğu uzak doğu sporlarından hangi figürleri gösterir; hepsinden önemlisi Pelin, bütün bu işlerin neresinde durur? Bunları hep birlikte 3. bölümde göreceğiz, merakla bekliyorum.


BUNLARI DA SEVERSİN

DİZİ-YORUM : SEZON 1 , Bölüm 3
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER