Camdan evde oturanlar, başkalarına taş atmamalıdırlar.*
Merhabalar... Geçen hafta yazı yazamadım. Normalde böyle bir şey yapmışsam nedenini de açıklarım ama bu sefer açıklama yapmak istemiyorum. Çünkü sebebi özel... Anlayış gösterenlere teşekkür ederim. Ama kızan varsa da, canınız sağ olsun. Çünkü kızmakta haklısınız da. Yorumları çok aksattığımın farkındayım. Tekrar özür dilerim herkesten.

Bölüme gelecek olursak; ne hissettiğimi ve ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum. Karakterlere hem çok kızdım hem de hak verdim. Ben onların yerinde olsam ne yapardım diye düşündüm. Düşünmek bile ağır geldi. Anladığım ve kızdığım karakterler ise Eylül, Cemre ve Meral’di. Bölümde asıl kızmam gereken başkalarıydı farkındayım ama ben bu üç kişinin yaptıklarına takıldım. Sırası geldikçe nedenlerini açıklayacağım.

Nazan Hanım yaptıklarının cezasını çeker mi, çekmez mi çok tartıştık. Ama Allah’ın sopası yok işte. O CD döndü dolaştı bir şekilde kızların dolayısıyla polisin eline geçti. Nazan Hanım’ın Gökhan’ın katili olduğu ortaya çıktı. Tutuklanmasına şaşırmadım. Bir kişi mahkeme karar verinceye kadar kaçma ve delilleri karartma tehlikesi yoksa tutuksuz yargılanabilir. Ama Nazan Hanım’ın olay olduktan sonra kaçtığını ve delilleri karartmak adına yaptıklarını göz önüne alırsak tutuklu yargılanması gayet mantıklı...


Defne gülüyor mu bana mı öyle geldi?

Nazan’ın hapishane sahneleri izlemeye değerdi. Özellikle Seher ile aynı koğuşa verilmesi ne kadar tesadüfün suyunu çıkarmak olsa da, iyi düşünülmüştü. Hapishane şartları “o biçim kadın” dediği Seher’e “Seher Hanım” dedirtti. Ben daha Nazan Hanım’a ne diyeyim? Senaristler gayet güzel anlatmışlar zaten. Ne oldum değil ne olacağım demeli insan. Başlığın nedenini de bu aslında. Nazan Hanım ve dizideki birçok zengin kişi camdan kulelerinde oturan, kendi seviyelerine(!) çıkamayan herkesi hor gören ve insanlıktan nasiplerini almamış tipler. Hal böyle olunca ve Nazan Hanım o küçümsediği hayatları yaşamak zorunda kalınca benimde aklıma bu söz geldi. Camdan evde oturan başkasına taş atmamalı. Günün birinde o taş döner dolaşır kendi evinin camlarını tuzla buz ediverir çünkü.

Nazan’ın yalanlarına inanan ve Kemal’i bıçaklamak isteyen Emine bir kaza sonucu Mesude’yi bıçaklamıştı hatırlarsınız. Mesude’nin başında “Karıcığım... Ölme karıcığım” diye feryat figan eden Kemal hiç inandırıcı değildi. Üstelik Kemal bu kadar üzülmüş (!) görünürken ve Büşra’ya iyi baba gibi davranıp “yok bir şey kızım” derken ben “bu adamı niye bu kadar dengesiz yazıyorlar acaba” diye düşündüm. Mesude’ye değer veriyormuş gibi... Kemal en son ilk bölümde Mesude’yi bu kadar umursamıştı sanırım. Üzgünüm ama o sahneyi izlerken üzülmekten ziyade sinirimden yerimde tepindim arkadaşım. Şu adama iyi sahne yazmayın artık ya!

Kemal’in niye Emine’yi korumaya çalıştığını ise ilk başta anlamadım. Safmışım, onu fark ettim. Adamın derdi tabii ki kendini kurtarmak. Çünkü delil saklamak altı aydan beş yıla kadar hapis cezası olan bir suç. Üstelik burada adil yargılamayı engellemeye teşebbüs suçu da söz konusu ki onun yaptırımı da adli para cezası. Yani para cezasını pek umursamasa da hapis kesin gözünü korkutmuştur. Sırf bunlardan kurtulmak adına Emine’nin suçunu örtbas etti. Ha kötü mü oldu? Bence hayır... Bir hukuk öğrencisi olarak adli makamlara başvurulmalıydı diye düşünüyorum elbette. Ama gerçekte tutuklanmayacak kişiler bile dizilerde dram unsuru bol olsun diye tutuklandığı için ve hali hazırda iki annenin hapiste olması nedeniyle olayın büyümemesine sevindim. Ha, "başvursaydı ne olurdu" diyenler varsa özelden anlatmaya çalışırım elimden geldiğince. Çünkü Hukuk Fakültesi derslerine çevirdim yine yazıyı. :)


Bir musibet, bin nasihatten iyidir!

Mesude’nin komada gördüğü rüyaya gelince, Kemal’i sempatik biri gibi mi göstermeye çalışıyor bunlar diye sinirlenmiştim. Nereden bileyim Mesude’nin gerçekleri anlamak için komaya girmesi ve rüya görmesi gerektiğini. Kimler neler söyledi de inanmadı Mesude. Meğer bıçaklanması lazımmış. Bilsem ben bıçaklardım. Şaka bir yana bu durumdan şikayetçi değilim. Bu kadının bir şekilde gerçeklere ayması gerekiyordu artık. Rüyayla olmuş başka bir şeyle olmuş umurumda değil. Anlasın gerçekleri o bana yeter. Ayrıca fark etmişsinizdir. Mesude, Kemal ile evlenmeden önce daha güzel giyinen daha mutlu bir kadınmış. Kemal’den ayrılmak iyi gelir belki de onun güzelliğini de görmüş oluruz. Ne dersiniz? Gerçi fragmandan anladığım bu o kadar kolay olmayacak ama bakalım.

Kemal her şeyi gizlese bile Emine esaslı kadın. Dayanamadı hapise girmek pahasına hem Mesude’ye hem Eylül’e yaptıklarını anlattı. Mesude gördüğü rüyanın da etkisi ile Emine’yi affetti. Ama benim Eylül’e kızdığım nokta da burada başladı. Uzun yazıp ilk bahsettiğim hususa döndüm farkındayım. Bu yazdıklarım kızma nedenimi açıklamak adına gerekliydi. Eylül, Emine’yi ihbar etmedi. Ama Cemre’ye “O mu sorduruyor bunları?” demesi ağırdı bence. Üstelik kadın cezasını çekmeye razı olduğunu söylemişken. Bir de bakışları rahatsız etti beni. Sanki Emine Teyze ile karşılaşınca yakasına yapışacakmış gibi bir hali vardı.



Yukarıda da belirttiğim gibi sadece kızmadım Eylül’e. Zaman zaman hak da verdim. Karşı taraf ne kadar masum olursa olsun ölümle cebelleşen annesi sonuçta... Benim annem o halde olsa, ne yapardım bilmiyorum. Yaşamadan bilinecek bir şey değil sanırım. O yüzden de sadece kızıyorum ya da hak veriyorum demek doğru değil bana kalırsa. Mesude, Eylül’e ne kötülük yaparsa yapsın annesi. Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz diye boşuna dememişler değil mi? Bir de tüm bu olayların içinde olan Gülcan’a oldu ona yanarım. Yavrum boş yere evsiz kaldı.

EySer sahnesi az diye yakınan EySer’cileri görebilir miyim? Bence gayet güzel sahneleri vardı bu bölüm. İlk defa Eylül Serkan’a sahip çıktı. Bugüne kadar her kötü olayda Serkan Eylül’ün yanında duruyordu. Eylül’ün bu kadar net bir şekilde Serkan’ı sahiplendiği başka sahne hatırlamıyorum. Nazan’ı polisler götürdükten sonra onu bırakmak istememesi, annesinin başına gelenlerden Nazan Hanım sorumlu olduğu için hesap sormaya gittiğinde Serkan’ın halini görüp konuyu uzatmaması ve Defne’ye yardım etmesi... Bunların hepsi Eylül’ün de Serkan’ı sahiplenmeye başlamasının işareti. Serkan’ı gerçekten sevdiğini bu bölüm hissettirdi bana. Sabah erken kalkan ve Defne ile Serkan’a kahvaltı hazırlayan Eylül ne kadar tatlıysa, bir gün önce kıza posta koyduğunu unutan ve “seviyorum ben bu kızı ya” diyen Serkan da bir o kadar tatlıydı.

Defne’nin intihar girişimini önlemek adına hastane sahnesi çekilmemesine memnunum. Eylül’ün olaya el atması ile Defne midesindeki ilaçlardan kurtuldu. Eylül’ün Defne’ye nane limon kaynatması tamam ama, Defne normalde Eylül’ü terslerdi “ben onu içmem” diye. Terslemedi şaşırdım açıkçası. Birde gayet nazik bir şekilde “Sen niye yardım ediyorsun bize?” diye sordu ki bunu da beklemiyordum.

*George Herbert


Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER