Geçen bölüm, kanımca gereksiz bir kaçırılma
sahnesi ile Ömer’in Elif’i arabaya atıp, kimsenin bilmediği bir yere getirişi
ile bitirmiştik. Ömer, Elif’e “gel” dese zaten gelecekti. Kafasından çuval
çıkartıldığında şaşırdı Elif ama siz de dudağının kenarında Ömer’i gördüğüne
sevindiğini gösteren bir gülümseme yakalamadınız mı?
Elif’in kafasından çuval çıkınca ilk sorduğu
“Ömer ben tutuklu muyum?” olsa da o gözlerde “Ben zaten sende tutuklu kaldım”
isyanını görmemek imkansızdı.
Elif ne olduğunu anlamamış 3,5 atarken,
Ömer’in Elif’in hiçbir sorusunu cevaplamaması, komiser Sami ile Elif’i
sakinleştirmek yerine korkutmalarına sinir oldum açıkçası.
Ömer, yüzme öğretmeden Elif’i havuza attı
resmen. Elif boğulmamak için her çırpındığında, arada lütfedip konuştu. Onlarda
da ağzından hep bir taş çıktı. Ömer bu bölüm sevdiği kıza nasıl açılacağını
bilemediği için saçını çeken ilkokul bebeleri ile bir elinde cetvel, sürekli
parmak sallayan öğretmen halleri arasında gitti geldi. Olaya el atıyor belli
ama kestiremediği etrafına ördüğü duvarları kalbine öremeyeceği çünkü ten tene
değdi bir kere.
Sahi bir de Azrail kapıyı kaç kere çalacak?
İkinci sezon ikinci bölüm dizide insan kalmayacak. Elif Ömer’e değil de azraile
aşık olmuş gibi sanki. Neredeyse biri ölse de Ömer elini uzatsa, Elif’e sarılsa
durumuna geleceğiz. Acıya karşı merhameti var ama sevgisini göstermede kapı
duvar. Benim babam askerdir bilirim bu erkek hallerini. Tüm hayatı boyunca
disiplin eğitimi almış ve emir komuta zincirinde yaşayan erkeklerin dışa
vurmayı bildikleri tek duygu öfkedir. Sevgilerini gösterirken de öfkeli bir dil
kullanırlar, merhametlerini gösterirken de. Polis Ömer’in ruh hali de tam
böyle. Aşkından içi yanıyor; kaçamak bakışlarından, kuytularda Elif’i izlemesinden
belli (ah o bakışlar hele, öyle güzel bakıyor ki komiser Sami bile anladı neler
olduğunu). Ama konuşmaya başladığında bir ejder gibi alevler püskürtüyor.

Saçını da çek tam olsun Ömer.
Elif ile karşılıklı atışmalarını
özlemişiz ilk 10 bölümde olduğu gibi nefes aldırdı bize. Zaten toplum olarak
kavuşan aşkları değil atışan aşıkları sevdiğimizden belki de ama bu bölüm dozu
birazcık fazla idi sanki.
Ömer çok ince yerlerden gördü ve atıştı
Elif’e. Elif alta kalır mı? “Madem istediğin bu komiser, ben de bilirim uzak
durmasını” dedi. Ömer’in her taşını usta bir tenisçi edası ile geri püskürttü.
Hatta Levent’i bu uğurda harcayacak bile. Ömer’in hırsla o simiti koparmasını
görüp de nasıl harcamasın. Ömer komiser bekle sen daha o simite krem peynir
olacaksın.
Tenis maçı seyrediyormuşuz gibi olduk.
Bir servis Ömer’den bir servis Elif’ten. Amaa vurdu ve goool oldu diye haykırtan
kesinlikle Tayyar’ın Metine çektiği ayar oldu: “Metin senin kalbin avuçlarımın
arasında, benimle aynı evde yaşıyor.”

Hedefte kimi düşünerek ateş ediyor acaba Elif: Metin'i mi Ömer'i mi?
Yine de Elif bunca felaketin içerisinde
hiç bu kadar zorlanmamıştır. Sevdiğin insana bu kadar yakın olup, dokunamamak,
uzak durmak, kalbini mengene ile sıkıştırsalar anca bu kadar acı verir. Elini
tutup sarılamamak, nefesin nefesine karışırken öpememek,… Tuba Büyüküstün’ün atış
talimi sırasındaki bakışları, nefes alış verişler o sancıyı göğsünüzün
ortasında hissetmenize neden olmadı mı? Ekran resmen alev alacaktı ya da aralarındaki
elektrikten çarpılacaktık.
Yalnız atış talimi sahnesi için
fragmanda kullanılan müzik daha iyiydi. Müzik demişken Elif ile Ömer’in
müzikleri “hüzünleri tesbih yaptım sallıyorum” mu olacaktı? Bir Angaralı olarak
diyorum değişmeli o müzik.
Hele o sahnede, Güneşi Beklerken’de dans
ile ayaküstü sevişirken dünyaları unutmuş çift görmüş bünyeler, Ankara havası
müziği eşliğinde göbek atarken kendinden geçen çifte anca kahkaha atar yahu?
Üstüne bir de sünnet düğününde, kendi
düğünlerini hayal eden Ömer? Merak ediyorum sünnet düğününde hangi çağrışımlar
Elif’i gelinlikli hayal etmeye itti? (Burası +18. Zira aklıma gelen çağrışımlar
sünnet çocuğunun yatağı, gerdek, aralarındaki tensel çekim, Elif, Ömer ve bip.)

Bu yenge sizi daha çook biraraya getirir.
Dizideki şu üç kadın karakter çok iyi
yazılıyor. Birincisi Ömer’in annesi koşulsuz sevgi ve merhameti sunuyor bize
her bölümde, ya Elif üzerinden ya Ömer üzerinden. Diğeri Pelin komiser, bir
nevi hem bize hem Ömer’e suflörlük yapıyor. Benim Adım Gültepe’de Nejat İşler’in
sesi ne ise bu dizide de Pelin o bence. Bir diğer karakter ise Ömer’in yengesi.
Akla düşeni ama söylenmeyeni dillendiriyor.
Sünnet düğünü bize bir kere daha
gösterdi ki Engin Akyürek’in yengelerle imtihanı bitmeyecek. Fatmagül’ün Suçu
Ne? dizisindeki yengeden sonra şimdi de bu dizideki yenge.
Bu bölüm bazı sahneler doldurma gibi
geldi. Hele o yaşlı teyze ve cüzdan olayı. Bazı sahneler de “ama Ömer
bildiğiniz gibi değil” demek içindi sanki. Örneğin, hat ustasından ruhsal ve
duygulu yazı analistçimiz olması gibi.
Senaryonun gidişatına bakarsak eğer. Bu
bölümden anladığım dizi bizi “kutsal aile, korunaklı aile” ve güven konusunda
yeniden düşünmeye itecek. Senaryo bu yönden çok ince bir yere gidiyor. Aşkta
hesaplaşılır ya aile ile? Elde var bir diye düşündüklerimiz en kötü kâbuslarımız
ise eğer? Güven dediğin sırat köprüsü gibidir tökezlemeye gör, sonrası dipsiz
kuyu.
Aslı ailesi ile yaşadıkları ile
hesaplaşamadığından, kafasını temize çekti. Bir nevi Aslı: Reloaded oldu. Senaristler
Aslı’ya temiz bir sayfa açarken bir süre daha kendilerine oynayacak yer açtılar
aslında. Bir yandan da bizi ailenin hayaletleri ile yüzleştiriyorlar. Belki
de bunca ölüm olması bundan.
Elif babası ile hesaplaşamıyor, mezarına
gidemeyişi, babasının geçmişini sorgulamaması, Tayyar’a aşırı güvenmesi aile sıcaklığını yeniden hissetmek istemesinden. Onca borca rağmen evini satmaması, çıt çıksa ödüm patlayacak koca konakta tek başına kalması da bundan. Biliyor ki o da evi terk ederse ailesinden geriye bir şey kalmayacak.

Şimdi kafasında kuyruğu birbirine dolanmadan gezen tilkiler, Sibel'in katilini öğrenince resmen tepişecekler.
Ömer’in aklından bile geçmiyor, aile dediğin
kutsal yerde bir hinlik olabileceği. Elif’e dedi ya “sevdiklerin kırılma
noktalarındır.” diye. Hüseyin’i öğrenince kaç yerinden kırılacak acaba? O
parçaların her biri cam gibi kalbine battıkça nefes alabilecek mi?
Nilüfer için babası kutsal, annesi melek,
Metin kahraman. Nilüfer ile Metin her buldukları fırsatta “Cennet 7 dakika”
oynamalarından haz etmiyorum. Daha az Nilüfer ve Metin, daha çok Tayyar oh mis.
Metin için ise aile demek intikam demek şimdi
kırılan parmaklar, annesinin kesilen dili. Şu sıra fazlaca sessiz Metin ama
tersi çok pis olacak gibi.
İlk sezon “ethem ethem” diyen Hüseyin’e
karşılık şimdi her fırsatta alt yazı geçer gibi bulunan her kanıtta kendini
aklamaya çalışan Hüseyin. Tüm bunları para hırsından yapmış olamaz diye
düşünüyorum. Onun da aileleri ile hesaplaşması bomba olacak. Yalnız tüm bölüm
Azrail ensemizde kalbimiz sıkışırken, tek kahkaha atan Hüseyin idi. İkinci
karısı ile öpüşsseydi o misket oynama sahnesinde, yeminlen kapatırdım
televizyonu.
Ya Tayyar! Diziyi götüren karakterlerden
biri. Tayyar’ın stres atmak için et kesmesi etkileyici ve iç gıcıklayıcı idi.
Tayyar’ın ve Ömer’in karakterleri ile aslında senaristler bize iyiyi ve kötüyü
sorgulatıyor. Tayyarın doğal kötülüğü, kötülüğü insan doğasına indirgemesi ve
kamera ile zum yapılarak kocaman gözlerini görmemiz muhteşem değil mi? Tayyar
can yaksa da aslında bölümler boyunca şunu sordurtuyor bize: hangimiz daha çok
yıkım verdik; kötü olduğum için ben mi? Koşulsuz iyi olduğun(uz) için siz mi?
Bölüm sonunda aklıma takılan soru ise Elif,
Aslı yüzünden yine Metin’e ses çıkarmazsa, hop hadi baştan yapmış olmaz mıyız?
Bence senaristler bize bir Matrix çiziyorlar
ve tıpkı filmdeki gibi “there is no spoon” diyecekler ve biz çarpılacağız.