Bir insana en çok ne zarar verir? Bu soruyu kaç kişiye sorsak o kadar farklı cevap alırız sanırım. Başka bir insan, para, hırs hatta aşk bile zarar verebilir insana. Mevlana ise şöyle demiş: “Kişinin kendine ettiğini / Edemez kişiye hiçbir fani / Ne kahpe hırsı, ne kıskanç kini, ne şarap / Ne de haşhaş edemez.”
"Bir kişinin canını en çok kendisi, kendinden gelenler ve kendisine benzeyenler yakabilir” derim bana sorulursa. İsteklerimizi önemsemez doğru dediklerini yaparız kendi canımızı yakarız. Bir anneyi üzmemek için o kendisini iyi hissetsin diye yalan söyleriz, kendimizden olan için canımızı yakarız.
Eylül’ün canını en çok ne yakıyor sizce? Kemal mi? Hayır… En çok kendinden olan yani Mesude yakıyor. Vicdanının sesini susturabilmek için kızını ezip geçmekte bir beis görmeyerek yapıyor hem de. Sırf kızı olanları anlatmasın diye önce kendini öldüreceğini ya da delireceğini söyleyip kızın iradesini baskı altına alıyor. Sonra da “Oldu mu öyle bir şey?” diye soruyor. O sahnede Mesude'nin haline üzülen oldu mu bilmiyorum. Ben üzülmedim. Yaşadıkları zor olabilir. Ama Eylül’ün çektiklerinden daha ağır değil kesinlikle. Mesude'nin Eylül'e resmen mobbing uyguladığını düşünüyorum. Mobbing insanlara duygusal şiddet uygulamanın ve kararlarını etkilemenin günümüzdeki adı oluyor. Aslında keşke hak ettiği yere kapatılmışken çıkamasaydı oradan.
Kadına şiddet sistemleşerek, her geçen gün daha da artarak hayatlarımıza karıştı. Haber duyduğumuzda üzülüyor ama bir süre sonra unutuyoruz. Ama en acı tarafı bildiklerimizin sadece bildirilen olgularla sınırlı olması. Acaba kaç kişi bu vahşeti yaşayıp Eylül gibi susuyor, susturuluyor? Kaç kişi bağıra çağıra yardım istiyor ama seslerini duyuramıyor kimselere? Bizler ne yapıyoruz insanlarımızı korumak için? Sorular soruyorum ya, cevapları nerede bilmiyorum inanın.
Ve geçtiğimiz günlerde yaşanan en azından bizim bildiğimiz son vahşet Cansel Buse Kınalı. Kayseri’de matematik öğretmeninin tecavüzüne uğrayan Cansel yaşadıklarına dayanamayıp intihar etti. Çok merak ediyorum tecavüz olaylarında kadını suçlayanlar şimdi ne diyecekler acaba? Kız çocuğunun okulda ne işi var lafları duymaya başlar mıyız acaba? Olmadı okul eteğinin belini kıvırmıştır belki, ne dersiniz? En olmadı işveli cilveli bakmıştır. Malum kadının sadece gözlerine bakarak tahrik olan, irade yoksunu olduğu için tahrik olduğu her kadına sahip olması gerektiğini düşünen ve dünyanın onların zevklerini tatmin için yaratıldığını sanan prestijli(!) bir sınıf var!

Tam da bu olayın üstüne Kemal’in Eylül'e saldırdığı sahneler yayınlandı dün. Bakın işte dediler bakın kadınlar en çok evlerinde uğruyor bu vahşete. Kemal’in üstünden ders verdiler aslında. Cansu Fırıncı aynı anlarda bir tweet attı. Yazdıklarını sizinle paylaşıyorum zaten anlatılması gerekeni çok güzel anlatmış kendisi. “Umarım Kemal’e duyulan haklı öfke ve nefret ülkemizde yaşanan taciz, tecavüz, kadına şiddet ve cinayet olaylarına duyarlılık yaratır.”
Nazan Hanım'ın ne yapacağı epey tartışılmıştı. Bir kesim "adam öldürdü kılı kıpırdamadı, yapmaz bir şey, kaçar” derken bir diğer kısım izleyici de “bu kadarını da yapmaz herhalde” diyordu. Aslında iki tarafta haklı çıktı. Çünkü Nazan Hanım evden çıktı. Kaçmaya yeltendi. Ama sonra olmayan vicdanı harekete geçti sanırım. Evin camlarını aşağı indirdi ve Eylül’ün kurtulmasına vesile olmuş oldu. Sesler yüzünden evin önüne toplanan mahalleli bile Kemal’in sapıklığını anladı da bir bizim safoz Mesude anlamadı olan biteni.
Evden zar zor kurtulan Eylül soluğu yurtta aldı. O fragmanda gördüğümüz tecavüze mi uğradı acaba dediğimiz sahnelerin tacizden sonra çekilmiş olması bu şiddetin türünün önemli olmadığını gösterdi. Tacize uğramakta insanların yüzüne bakamamak için bir sebep, tecavüze uğramakta. Aman canım dokunmamış sonuçta demenin bir mantığı olmadığını anlasa keşke birileri.
Eylül'e ne olduğunu merak eden Nazan, Serkan'ı Eylül'ü arasın diye ikna etti, bir an ben neyi kaçırdım acaba diye düşündüm. Eylül'ü istemeyen Nazan, kızın yaşadıklarını görünce vicdana mı geldi acaba? Ya da Gökhan’da olduğu gibi geçici bir vicdan azabı mı çekiyor? Serkan'ın Eylül’den duydukları karşısında delirmesi, bakışları güzeldi ama ses beni rahatsız etti. Sonuçta sevgilin tacize uğramış o ses biraz titrese miydi acaba? Niye bilmiyorum ama ben Serkan’dan mahvolmuş sevgili hissini alamadım. Ama Kemal’e yumruk atarken Eylül'e okulda hesap sorarken duygularına oyunculuğuna inandım. Sadece o ilk sahnede beni tatmin etmeyen bir şey vardı.
Yumruk skoru: Serkan 2, Kemal 1
Serkan'ın Eylül'e söylediklerine ise kesinlikle katılıyorum. Eylül kurtulmak adına hiçbir şey yapmıyor. Sadece ağlıyor, annesini ikna etmeye çalışıyor. Şimdiye kadar anlamış olması gerekirdi. Kemal’i bu şekilde durduramıyor. Başka bir yol bulmak yerine sadece feryat figan ediyor. Neyi kaybetmekten korkuyor bilmiyorum. “Utanıyorum ben” dedi ama Kemal her saldırdığında şahit olan insanlara da rezil olmuyor mu? Tekrar tekrar aynı şeyleri yaşayıp tanımadığı birden çok insana rezil olmak hakime savcıya anlatmaktan daha mı iyi? Nasıl kanıtlarım düşüncesine gelince ceza davalarında sizin kanıt götürme zorunluluğunuz yok. Mahkeme bunu araştırmak zorunda…
Delil var mı derseniz? Geçmişe yönelik telefon kayıtları alınabiliyor. Hani Kemal, "Eylül beni aradı" diyor ama hepimiz önce Kemal’in aradığını biliyoruz. Kaydı telefondan silmek sadece gören gözü kandırır. GSM Operatörleri kiminle ne zaman konuştuğumuzun kaydını mahkeme kararı olması halinde açıklarlar. Yani emin olun sadece aramalarla bile bir şeyler ispatlanabilir. Adliye’de geçen sahne ise insanların paraları olmasa bile mahkemeye başvurabileceklerini ve bunun bir yardım değil görev olduğunu anlatmak açısından iyi düşünülmüştü. Buradan da duyurmuş olalım. Avukat tutacak paranız olmayabilir. Bu durumda Baro kişilere avukat ataması yapmaktadır. Mahkeme harçları vb. alınmamaktadır. Biliyorum mahkemelerde her zaman harika kararlar vermiyor ama hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Bir umuttur en azından.
Adliye sahnesi arada kaynamıştı ve ben bu durumdan son derece rahatsız oldum. Hele ki Mesude Hanım hastanelik olduğu için şikayette bulunamaması sonra Mesude'nin yaptıkları yüzünden şikayet etmemesi sadece heyecan yaratmış oldu. Haftalardır Eylül konuşsun diye bekleyen biri olarak hem hayal kırıklığına uğradım hem de kandırılmış hissediyorum kendimi. Bir de Mesude’ye bir şey olduğunda niye Eylül'ü arıyorlar? Önce kocasının aranması gerekmez mi? 16 yaşında bir çocuktan önce Kemal’in aranması mantıklı olurdu. Sırf adliyeden dönsün diye yapılmış bir hareketti bana kalırsa.
Gözünüz kör olmasın hem ayakkabı ile girmişler hemde ortalığı dağıtmışlar. (by Mesude)
Mesude'nin saflığına yorum bile yapmayacağım sadece sahne olarak ilgimi çeken kısımlara değineceğim. Mesude karakteri için söyleyebileceklerimin sonundayım çünkü. Önce Mesude Kemal’in ortadan kaybolduğunu fark edince Kemal’i otelin telefonundan aradı. Kemal numarayı görünce “Mesude” dedi. Otelin numarasını kaydetmediyse bu adam müneccim mi? Hani ben bir gece kalacağım otelin numarasını kaydetmem. Geçen hafta da Songül’ün Feride'nin telefonunu kullanması ile ilgili bir sahne vardı. Biraz dikkat edilse keşke…
Kemal’e ulaşamayan Mesude taksi ile eve döndü. Üç yüz liraya yakın taksi parasını düşünemedin mi Mesude? Üstelik kocan taksiciyken... O kadar mesafenin fazla tutacağını anlamak için alim olmaya gerek yok. Kemal’in yalanlarına verdiği tepki her şeye rağmen şaşırttı beni. Kemal’e vururken bile Kemal’den şüphelendiği için değil Eylül hakkında yaşadığı (!) hayal kırıklığı hissediliyordu. Kocasından asla şüphe etmeyen ama evlatlarını tek kalemde harcayan Mesude yapmışlar olmamış.
Kemal’den aldığı gazla Eylül’ün kapısına dayandı Mesude. “Kızım, Kemal abini seviyorsan ben boşanırım” nasıl iğrenç bir cümledir ya. Mal mı değiştiriyorsun Mesude? Ne olacak yani sen boşanacaksın kızın mı o herifle yaşayacak? İstersen harem kur. Tövbe ya… Üstelik kızına inanıp Kemal’i kapının önüne koyamadın şimdi adamı kızınla paylaşmaya razı mı oldun? Bu nasıl mantık?
Yazı devam ediyor..