Ayrıca bu bölüm hayatımın en kötü doğum sahnesini de izlemiş bulundum. İlk olarak, Muhteşem Yüzyıl’da Meral Okay’ın ufak olayları bile süsleyerek gerilim ve heyecanla bize aktarmasını ancak aynı durumun maalesef Kösem’de olmadığını söylemem gerekecek. Hürrem’de doğum yapıyordu evet ama, Hürrem, Hatice Sultan’ın düğünü sırasında kargaşa içinde doğum yapıyordu, Hürrem, Süleyman başka bir hatunla halvetteyken doğum yapıyordu. Sonucunu merakla beklediğimiz ve bu ufak olaylarda bile gerilim oluşturabilecek materyalleri vardı ekibin elinde.
Aynı durum maalesef Kösem’de yok, doğum vakti geliyor ve bebek doğuyor. Ne bu olaydan bir heyecan yaratılıyor ne de izleyiciyi çekecek bir görsellik. Doğum sırasında Kösem’in deli gibi bağırıp sarayı ayağa kaldırması gerekirken sadece iki üç kere cırlıyor. Sanırım bu da ekibin geçtiğimiz haftalarda aldığı RTÜK cezasının yansıması oldu. Çıt çıkarmadan canlı doğum yapmak, büyüklerimizden duyduğumuz anekdotlar arasındadır. Lakin yüzünün, saçının ter içinde kalması gerekirken doğumdan sonra her şey normalmiş gibi birden iyileşiveren bir yüz ifadesine bürünüyor. Çocuk doğuyor ama saçı tertemiz ne bir kan lekesi var ne de ıslaklık...
Bölümün ilk bir saatini izledikten sonra reklam arasında Giray kardeşlerin bir sahnesini bile görmediğimizi fark ettim ve işin garip yani onların bölümde olmamaları ne yadırganıyor ne de eksiklik yaratıyor. Aksine daha bir bütün, bağımlı bölüm izliyoruz çünkü daha sonra 3 dakikalık Mehmed ve Şahin Giray’ın sahnelerini izlediğim de hem hikayeye hem oyunculara saygısızlık yapıldığını düşünüyorum. Erkan Kolçak Köstendil’in bölüm içinde birden ortaya çıkıp sırf sahnesi olsun diye yazılmış ve bölümle alakası olmayan -ayrıca karakterin hala İstanbul’da ne işi olduğunu sormamızı da sağlayan- hiçbir amaç gütmeyen hikayesini izlerken işkence çektiğimden emin olabilirsiniz. Giray kardeşlerin anlatılamayan ve merkez hikayenin çok dışında sürekli bir kötülük amacı güden amaçsızlıklarının da sebebini merak ediyorum çünkü Pervane Ağa Hazretleri'nin bile Erkan Kolçak Köstendil’den daha çok sahnesi vardı.
Ve tabii ki Kösem’in Ahmed’e babasının ölümünü itiraf ettiği sahnedeki o duygusuzluk…
Gelelim son sahneye. Safiye Sultan’ın kendisine ve kızına reva gördüğü bu durumun sorumlusu olarak gördüğü Kösem’e ve Derviş’e oynadığı oyun hala savaşta yer aldığını ve Gözyaşı Sarayı’nda olmasına rağmen hedefini Sultan Ahmed’e çevirdiğini görebiliyoruz. Son sahne de Kösem’e meydan okuyuşu, kucağında Mehmed ile karanlıkta adeta bir iblis gibi tehditkar bir şekilde dikilişi muhteşem bir hava yaratmadı değil, hepimiz çok etkilendik ve Safiye’nin apaçık verdiği o tehdit mesajını gayet etkileyici bir biçimde aldık. Ayrıca Safiye’ye böyle bir durumda da asla suçlu gözüyle bakılamaz çünkü her ne kadar karanlık bir havası olsa da Mehmed’i görmeye geldiğini söyleyip Kösem uyuduğu için onu uyandırmadan şehzadeyi şöyle bir sevdiğini fısıldaması kimseye ikinci bir soruyu sordurtmayacaktır.
Vesselam, Muhteşem Yüzyıl Kösem, durağan bir geçiş bölümüyle ekrana geldi. Tarihte en olaysız ve durağan geçen dönem olarak adlandırılan bu dönemin bir an önce sonlanmasını ve Sultan Ahmed’in ölümüyle başlayacak olan iktidar oyunlarını görmeyi her birimiz canı gönülden istiyoruz. Geçtiğimiz üç bölümün hatırına ve değişen görüntü yönetmeni ve ekibin getirdiği boşluk ve acelecilik için bu bölümün olmamışlığına göz yumabilirim zira bugüne kadar dile getirdiğimiz her eleştiriye cevaben iyileşen bir Kösem izlediğimiz için bu durumun geçici bir geçiş bölümü olduğunu ve ileride daha iyi bölümler izleyeceğime inancım tam.