Çılgın Ayşegül Poyraz'ı coşturuyor. 
Ayşegül’ün çemkirmediği insan kaldı mı bu bölümde? Poyraz, Meltem, Sema, Sefer-Zülfikâr-Taşkafa üçlüsü. Bir tek Despina’ya kaşını kaldırmadı sanırsam. Bu agresif haller hormonal bir değişiklik mi var sorusunu akıllara getiriyor ister istemez. Orta yerden çıkan o kan verme olayı da bu kanıyı güçlendiriyor. Tabii Ayşegül senin benim gibi normal bir insan olsaydı tiroit hormonlarında bir sorun olmasın filan diye düşünürdük, ama Türk dizisinde yaşayan bir insan olduğundan ilk aklımıza gelen soru “Poyraz Jr. mı geliyor acaba?” oluyor. Hayırlısı. Ayşegül sen koskoca emniyet amirini arabanla ezip karlarda sürüklemiş kadınsın, Begüm’ün manyaklık sınırlarını zorlayarak tuttuğu evsizi biber gazınla etkisiz hâle getireceğinden şüphemiz yok bacım. Begüm, dizideki varlığını da ilk kez sorguladım son hareketlerinden sonra. O fettan, kıskanç ama yaralı kadın ne hallere düştü. Senin Poyraz’la nasıl tanıştığını, neler yaşadığınızı filan görüp seni daha iyi anlayabilirdik halbuki. Yazık oluyor. 


Sefer-Sema Kılıçarslan 

En geniş yeri SefSe’ye ayırdım. Helâl olsun benim canlarıma, helâl olsun benim boncuklarıma. ^.^ Bekledik bunu çok bekledik! Romantizm içinde, tatlılık içinde kaldık sizin yüzünüzden, Allah kahretmesin sizi. Böyle giderse Türk dizi tarihinin destansı aşklarından birisi olacak SefSe aşkı. 

Sadece Bahri’nin değil dizinin de en akıl küpü elemanlarından biri olan Sema’ya bu hastalığı hiç konduramamıştım, beynim kabullenmeyi reddetmişti düpedüz. İkinci sezonda neredeyse her bölüm şahit olduğumuz git-gel durumlarına rağmen, alzheimer hastalığı değildir tedavisi olan bir şeydir demiştim, Adil Topal’ın oyunudur, olmadı ameriganın oyunudur demiştim. Maalesef artık bu vaziyeti kabul etmek durumundayız sanırım. Ne demişti Benjamin Linus: “Destiny is a fickle bitch.” Sen onca yıl aşka, sevgiye kendini kapat, sonra tam sevdim, sevildim derken nihayetinde ne kendini ne sevdiğini hatırlayacağın bir hastalığa yakalan. Tabii bu durumun nasıl anlatılacağı çok mühim. Yeşilçam’da hafıza kaybetmek konulu dramatik olması gerekirken komik olan çokça hikâye bulunurdu malumunuz. Televizyonlarımızda ise alzeihmer hastalığını herhalde ilk kez Bizimkiler’deki Ayla Hanım’ın yaşlı annesinde görmüştük. Sonrasında benim bildiğim bir Çemberimde Gül Oya’daki esas kız Yurdanur’un annesi Sema vardı. Işıl Yücesoy’un şahane canlandırdığı o hükümet gibi kadının trajik  bir şekilde giderek bir çocuk haline gelmesini seyretmek oldukça hüzünlüydü. Sema bu iki örnekten farklı olarak genç üstelik. O da yetmez gibi bir süre sonra yapamaz hale geleceği mesleğinden başka bir şey düşünmemiş şimdiye kadar, üstüne üstlük dediğim gibi aşkı yeni bulmuş. 

Buralardan oluk oluk dram akar aslında. Ama gerçeği herkesin öğrenmiş olması güzel. Zira Sema Sefer’e hazırladğı yılbaşı videosunda “Ben kendi kendime idare edebilirim.” demişti ama alzeihmer hastalığı ile ilgili kısa bir araştırma yapılınca görülüyor ki özellikle ileri safhalarda hastaya bakanların bile en azından psikolojik desteğe ihtiyacı oluyor. Hatta bakımevleri gibi profesyonel yerleri önerenler de var (Hatırlarsanız Sema’nın annesi de intihar etmeden önce huzurevi gibi bir yerde kalıyordu.). Ama sevdiklerinin ilgisi, şefkati ve özellikle fiziksel teması da hastalığı yavaşlatmada işe yarayabiliyormuş öte taraftan. Beyin öylesine karmaşık bir organ ki bir asırdan fazla olmuş bu hastalığa isim verileli ama halen bir tedavisi bulunabilmiş değil. Evet uzattım biraz belki ama bu konuda çok düşündüm, nedense beni çok etkiledi çünkü. Biz kurgu bir hikâye üzerinden konuşuyoruz ama bununla yaşamak zorunda olan binlerce insan var. Hastalık sahibi fiziksel olarak aynı kalıyor ama yavaş yavaş kendisi olmaktan çıkıyor. Yakınındakiler açısından çok dokunaklı haller. Sanki gerçekten de insanı kendisi yapan anıları, bu açıdan düşününce. Kısacası gerçekten kahır bela bir hastalık bu. Ayşegül’ün niye o kadar hafife aldığını pek anlayamadım o yüzden. Tıp yakın zamanda çaresini bulur umarım. Böyle şeyleri ekranlarda görmek de bir farkındalığa sebep olabilir belki. 


Dikkat seksili cümle: Bölümün yarısını yatak odasında geçirdiler. 

Sema’nın hastalığı da hızlı ilerliyor gibi ama Sefer’i ilk unutuşu değil aslında. Hatırlarsanız sezonun ilk bölümünde bize “N’oluyo ya Sema’ya?” dedirtip içimizi burkan sahnede de Sema Sefer’in sorusuna bir yabancıdan duymuş gibi “Buyrun?” şeklinde karşılık vermişti. Hatta aynı bölümde sonunda çift olan SefSe yürürken fonda Ceylan Ertem “Çoktan unuturdum, ben seni çoktan.” diyordu. Tabii biz henüz olacaklardan habersizdik :/ 

Sefer cephesinden bakarsak, hazır rüyalarında erenlere de karışmışken, dizinin sonunda mafyaya filan tövbe edip, sabreden derviş bir insan olmasından da mütevellit, ki böyle giderse sabrı daha çok sınanacak, ilâhî aşk yolunda bir tasavvuf ehli olması benim için şaşırtıcı olmaz. O değil de, Sefer mafyalıktan arta kalan zamanlarda müştemilatta romantik komedi mi izliyormuş acaba sürekli? Adam bütün raconları biliyormuş resmen. Konuşma yapmaya çalışmalar, kucakta taşımalar, yatakta kahvaltılar, mumlar, papatyalar. Bu çıtaları daha nerelere kadar yükselteceksiniz acaba Poyraz Karayel erkekleri? 

Zülfikâr, sana da laflar hazırladım ama söylemekten vazgeçtim. Çiğdem konusuna hiç girmek istemiyorum zira. Zaten genel olarak yeni giren karakterlerde bir sorun var. Bu sezon bir tek Meltem aşısı tuttu. Dafne de gidici gibi. En azından bir süreliğine (Temennimiz temelli olması yönünde). Sormadan edemeyeceğim bu noktada: Sema Dafne’yi evine niye çağırıyor? Bir buçuk dakikalık teşekkür konuşması için mi? Peki o “Çok önceden rastlaşacaktık.” repliği neyin nesiydi? Ya o ilişkide bir gerçekçilik payı var mı Allah aşkına öyle bir laf söylüyor o kız sahneyi terk ederken? Eğretilik. 

Sözün özü, çatışma eksik, kötü eksik, aksiyon eksik, hikâye savruldu. Asıl eksen kayınca yeri komedi ve romantizmle dolduruluyor bir süredir. Diyaloglar da güzel olunca oyuncuları ve karakterleri sevdiğimiz için hâlâ seyredecek bir şey bulabiliyoruz. Ama sıkıntı büyük. Eski derli toplu hikâye ve kurguya dönüş için çok geç kalmamışızdır umarım. Yoksa her hafta birkaç güzel sahne uğruna bölük pörçük bir şeyler seyretmek durumunda kalacakmışız gibi duruyor şu an. Umarım yanılırım.

Sevgiler.

P.S: Teknik aksaklıklardan yazıyı geç hazırlayabildim. Erken gelen fragman yine bazı öngörülerimizi doğrulamış gibi duruyor. Hadi bakalım, gelsin Çarşamba.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER