"Kuşsunuz diyorlar,
çocuklarım,
Bir kuşsunuz diyorlar
size
Sığınacak kol arayan
Konacak dal arayan
Bir yavru kuş,
türkülerde.
Telgrafın tellerine
konarsınız
Ezgilere uymak için
Avcılar vurur sizi.
Yeşil başlı ördek olur
Kalırsınız çöllerde
Böyle bir kuş işte!..
Kuş değil ya çocuklarım,
Böcek bile olamazsınız!
Bunca yük, bunca borç
Omuzlarınıza vurulmuşken
Hem de doğar doğmaz…
Kanatlanamazsınız!
Uç uç böceğim deseler de
Annenizin alacağı
pabuçları
Peşin peşin giydirseler
de
Uçamazsınız, çocuklarım,
Bu gidişle!"
Ne güzel yazmış Rıfat
Ilgaz. Tanımayanlar, anımsayamayanlar için, Hababam Sınıfı’nın yazarı desem? Herkesin gözleri nasıl da parladı. Rıfat
Ilgaz’ın amacından bir tanesi çocukları okutmak olurken, diğeri de yazdıklarını
çocuklara okutmakmış. Düşündüm de o zamanlardan bu günleri görmüş. Hatta
yukarıdaki satırları sanki Kırgın Çiçekler dizisine ithaf etmiş.
“Omuzlarınıza
vurulmuşken hem de doğar doğmaz… Kanatlanamazsınız!.” İşte dizinin ana fikri de
tam buydu. Doğuştan kadersiz, sonradan ümitsiz olanların hayatı. Hayallerine
ulaşma yolunda olanlar, geleceğe umutla yaklaşanlar… Ve ekran başındaki bizler.. Acıyı severken, kötüye söverken ortak noktada buluşuyoruz. Paydamız ortak da olsa zıt da olsa bizi yanına çeken pazartesi akşamlarına damgasını
vuran çiçek çocuklar ve hikayeleri oluyor.
Peki neden seviyoruz? Haftanın
ilk gününde, stresin bağrında kendimizi kucağına teslim ediyoruz. Diziye daha çok reytingler dilerken, bana göre bu kadar
sevilip, çok izlenmesinin bence sebeplerine geçmek istiyorum.