Dünya
prömiyerini Cannes Film Festivali’nde yapan Coppola’nın 40 yıllık rüyası
Megalapolis, Elizabeth Sankey’in cadılar ve postpartum sendromu
arasında kurduğu çarpıcı ilişki Witches, kan görmekten hoşlanmayanların
pek sevmeyeceği The Substance, ilk kez izleme fırsatı bulduğum Nehir
Tuna’dan Yurt ve daha fazlası…
Ayvalık’tan
herkese merhaba. Festival havası yavaş yavaş şehri terk ederken bu yıl üçüncüsü
gerçekleşen Ayvalık Film Festivali’nin nasıl geçtiğini bir Ayvalıklı olarak bir
de benden okuyun istedim.
Seyir Derneği
tarafından düzenlenen Ayvalık Uluslararası Film Festivali, 17 Eylül’de başladı
ve 22 Eylül’de sona erdi. Bu yıl festivalin Genç Sinema projesi kapsamında
görevliydim. Genç Sinema’cılar olarak yoğun tempomuza rağmen senenin merakla
beklenen yerli ve yabancı filmlerini izlemek için kendime fırsat yaratmaya
çalıştım.
Öncelikle
biraz Genç Sinema’dan bahsetmek istiyorum. Genç Sinema; sinema ile ilgilenen
üniversite öğrencilerinin bir araya geldiği, festivalin her alanını
deneyimlediği, çokça film izlenen, filmlerin üzerine saatlerce
konuşabileceğiniz arkadaşlar edindiğiniz, alanında başarılı sektörden isimlerin
verdiği atölyelere katıldığınız bir arkadaş grubu. Arkadaş grubu diyorum çünkü
bir hafta içinde hepimizin farklı görevleri olmasına rağmen, birimizin yardıma
ihtiyacı olduğunda diğerimizin koşarak geldiği kocaman bir arkadaş grubuna
dönüştük. Sinemaya gönül veren her üniversitelinin bu festival ortamını
deneyimlemesini fazlasıyla öneririm.
Festivalin
açılış filmi olan Megalopolis ile başlayalım. Francis Ford Coppola’nın
40 yıllık rüyası Megalapolis, antik Roma ile günümüz arasında ütopik bir
yerden bağ kuruyor. Film görsel olarak etkileyici sahneler barındırmasına
rağmen beni kendine hayran bırakmadı. Ayrıca Coppola’nın The
Godfather serisinde ustalıkla işlediği sosyolojik detaylar ve karakter analizleri
Megalopolis’te fazlasıyla yüzeysel kalmış. The Godfather gibi bir yapımı
onun elinden izlememiş olsaydık ancak o zaman Megalapolis bizler için
yeterli olabilirdi… 80’li yaşlarında hayalindeki filmi çekmek için tüm parayı
cebinden ödeyen bir ustayı ne kadar eleştirmek istemesem de Megalopolis
maalesef ki beklentilerimi karşılayan bir film olmadı.
Nehir Tuna'nın ilk uzun metraj filmi olan Yurt,
Tuna’nın hayatından otobiyografik izler taşıyor. Konuşmaya çekindiğimiz
pek çok konuyu ele alan film, farklı ideolojiler ve dünya görüşlerinin gençler
üzerindeki etkilerine de parmak basıyor. Tarikatlar ve tarikatlara bağlı
yurtlar, bu yurtlarda gençlere yaşatılanlar, ailelerin çocuklarına empoze
etmeye çalıştıkları fikirlerin gençlerdeki korkunç yansımasıyla izleyiciyi
karşı karşıya bırakıyor. Torino Jüri Özel Ödülü, İstanbul Altın Lale En İyi
Film, Venedik En İyi Senaryo gibi pek çok ödüle layık görülen Yurt
izlemek için geç kaldığıma üzüldüğüm bir film oldu.
Elizabeth
Sankey’in hamilelik
döneminde yaşamış olduğu korkunç deneyimlerini paylaştığı belgesel film Witches;
geçmiş ve şimdiye dair bazı gerçekleri yüzümüze çarpıyor. Sankey; Witches’ta
doğum sonrası kaygı, depresyon ve psikozla karşı karşıya kalmış birçok annenin yaşadığı
ancak pek çok kişi tarafından önemsenmeyen postpartum sendromunun ilginç ve
sarsıcı bir şekilde 16. ve 17. Yüzyıllardaki cadı mahkemeleri ile aralarında
bir bağlantı olduğunu öne sürüyor. Film 22 Kasım’da MUBİ’de yayınlanacak
izlemenizi kesinlikle öneririm.
İzleme şansı
bulduğum diğer filmlerden biri Reha Erdem’den Neandria. Filmi ilk
defa Ayvalık’ta izledim. Bir taşra filmi olan Neandria, ülkemizde yeni
yeni gündeme gelen “sürdürülebilirlik” başlığı adına büyük önem taşıyor.
Kan ve vahşet
içerikli yapımları izlemeyi pek tercih etmeyen biri olarak ne yazık ki övgü
dolu sözlerle bahsedemeyeceğim The Substance bu senenin merakla beklenen
filmlerindi. Yönetmenliğini Coralie
Fargeat’ın yaptığı film çağımızın büyük sıkıntılardan biri olan “güzellik
algısı” sorununu ele alıyor. Cannes’da da fazlasıyla ses getiren The Substance
body horror türünde iddialı bir yapım olmayı başarmış. Eğer bu türden keyif
alıyorsanız hayranlıkla izleyeceğiniz bir film diyebilirim.
Hep uzun
metraj filmler hakkında konuştum festival kısalarından da bahsetmek isterim. Can
Merdan Doğan’ın son filmi En Uzun Gece bir önceki filmi Stiletto’ya
paralel bir konuyu ele alıyor. Aynı odada kalmak durumunda kalan iki bacanaktan,
filmi ilk açtığınızda hiç de aklınıza gelmeyecek bir son izleyeceksiniz.
Festivalin uzunları kadar kısaları da bu sene oldukça iddialıydı. Kısa izlemeyi
seviyorsanız Onun Kalesinde, Eksi Bir, Gukla ve Zarafet
ve Şiddet Arasında size önereceğim filmler arasında.
Ayvalık Uluslararası
Film Festivali geçen yıllarda olduğu gibi bu yıl da oldukça renkli bir seçkiye
sahipti. Festivale dair tek pişmanlığım daha fazla film izlememiş olmam
olabilir. Festivalin en ufak köşesinde bile emeği olan herkesin emeğine sağlık.
Bence seneye festival
zamanı Ayvalık’a yolunuzu düşürmeye çalışın. Umarım karşılaşırız.
Genç Sinema
öğrencilerinin bu yıl yaptığı projelere (marjoram dergi ve festival boyu
çekilen kısa filmler) belki göz atmak istersiniz:
https://www.ayvalikff.org/