"Sevgi insana her şeyi yaptırabilir bir de
sevgisizlik..."
Şeker Portakalı
Bilen bilir, en az Baran kadar yaralı tarafımdır benim
Fırat. Kendini asla bir yere ait hissedemeyen, hep yok sayılan, hep dışlanan,
hep sevgisiz kalan Fırat. Onun da bağıra bağıra haykırdığı gibi Hasan
Karabey'in oğlu olmak nasıl bir şeydir ne Cihan bilebilirdi ne de Baran. Annesi
tarafından terk edilmiş, babasının intikam uğruna içine nefreti aşıladığı bir
çocuk olmuş hep Fırat. Sevgiden ziyade sevgisizlik yüklenmiş kalbine. İyilik
yaptığında dışlanıp kötülük yaptığında başı okşanmış hep, babası tarafından.
Eksikleri aynı fakat yaraları farklı iki çocuktu Baran ve Fırat...
Eşitlenmelerine ne Hasan Karabey izin verdi ne Azade Karabey ne de Baran’ın
kendisi...
"Sen hiç babana kendini sevdirmeye çalıştın mı?"
Diye sordu Fırat, Baran'a; uçurumda geçmişle yüzleşirlerken. " Her
yaptığın kabahat her söylediğin kabahat... Hep beceriksizsin, hep eziksin...
Annen seni terk eder, baban yüzüne bakmaz, Azade Hanım görmez..." Sadece
bu söyledikleriyle bile durup düşünülmeyi hak eden bir karakter, Fırat. Evet,
Baran'ın da dediği gibi hepsi geçmişti o acılardan, hepsi bir şekilde
sınanmıştı hayatla... Cihan; annesini hiç tanımamış, babasıyla hiç sohbet
edememişti. Ve fakat abisi tarafından sevgiyle büyütülmüş bir çocuk olmuştu.
Baran; annesi küçük yaşta gözleri önünde öldürülmüş, babası yatağa bağlı
kalmış, koca bir aşiretin sorumluluğunu alarak erken büyümek zorunda kalmıştı. Ve
fakat var oldukları süre içinde sevgiyi de merhameti de hat safhada almıştı
anne ve babasından. Öyle ki Azade Karabey'in nefreti bile annesinin ona emanet
ettiği merhameti yok edememiş. “Annen senin yüreğine merhameti, iyiliği
doldurmuştu.” dedi Azade Hanım Fırat’ı affetmesi için Baran'a... Bu kadar özel
bir cümle maalesef Azade Karabey'in dilinden dökülünce anlamını da
yitirebiliyor. Evet, annesi Baran'a sadece Cihan'ı değil merhameti ve adalet
duygusunu da emanet etmişti. Bu yüzden Baran’ın Fırat'ın yaptıklarını ve
yapacaklarını kalbinde ve aklında ölçüp biçim doğru yere koyacağından hiç
şüphem yok.
"Bu çocuk güneş görmemiş bir fidan. Al onu, bahçesine
dik, dedim." Dedi Kudret Karabey, Fırat'ı geçmişiyle sorgularken. Sen o
fidanı aile bahçesine diktikten sonra o hiç hata yapmadı, Kudret Karabey!
Seninle beraber kendini Karabey ailesinin bir bireyi olarak hissetti. Evet, geç
kalınmış olsa da hak etmişti o tokadı Fırat. Ve fakat babasının oğlu damgası
çok ağırdı, benim nazarımda. Baran'ı öldürmeye kalkan Sabiha'yı bile affeden
Kudret Karabey; karısının katilini konakta, aynı sofraya oturtup oğullarının
koca bir yalanın içinde büyümesini sağlayan Kudret Karabey; gözünün önünde
katil bir babanın zehriyle ve sevgisizliği ile büyüyen, kendi canından kendi
kanından olan Fırat'ı konduramadı hiçbir yere. Hanginiz daha suçlu diye sorsam
açık ara fark ile Kudret Karabey kazanır. Hikâyenin bu aşamasında da bende
Fırat kazandı. Sen sakladıklarınla çocuklarını zehirlemeye devam edebilirsin...
"Sen, o gün beni öldüremedin belki ama benim Fırat
abimi öldürdün! Benim sırdaşımı öldürdün! Benim arkadaşımı öldürdün..."
diyerek hayal kırıklığını en dip noktada yansıttı Fırat'a, Cihan. Yüzleştiği
gerçekten ziyade kaybettiği abisineydi üzüntüsü. Ölmek değildi derdi, öldürmeye
çalışandı. Bu hikâyede bir tek Cihan'a karşı aklayamam sanırım Fırat'ı, bir de
Dilan'a... Cihan olan bitenden habersiz abisinin Fırat'a aldığı garda rağmen
Fırat'a sarılmayı, onun omzuna elini koymayı tercih etmişti her zaman. Bu
yüzden sonucu ne olursa olsun Cihan gerçekleri öğrenmek zorundaydı. Ve biri af
edecekse Fırat'ı bu sadece Cihan olmalıydı. Gerisi teferruattı...
Ben bu hikâyede sanırım Fırat'a kendisini bir çöp gibi hissettirirken,
Baran’a "Sevgi yerine nefret ektim yüreklerinize... Fırat'a abilik
yap." diyen Azade Karabey'i asla affetmeyeceğim. Sen bir çocuktan
annesini, babasını, kardeşini, abisini çaldın! Sen bir anneden, bir babadan
evladını çaldın! Sen bir çocuğun kardeşini, diğer bir çocuğun abisini çaldın!
Sen bir çocuktan hayatını çaldın! Sen bir çocuktan sevgiyi çaldım! Sen bir
çocuktan göz göre göre iyiliği çaldın! Sen bir çocuğun ışığını söndürdün! Eğer
Karabeylerde bir yüz karası varsa o da hiç şüphesiz ki sensin! Dilerim ki bir
gün herkes affedilir ve fakat bir tek sen affedilmezsin Azade Karabey!
Şimdi siz söyleyin; "Kötülük yapınca sever sandım, beni
bağrına basar sandım." Diyen Fırat mı yenik bu hayatta yoksa "Hepimiz
acılar çektik." Diyen Baran mı? Benim tarafım açık ara belli... Ben
Fırat'ın sevgiyle nasıl harmanlandığını, nasıl iyi birine dönüştüğünü gördüm.
Sevgisizliğin kuruttuğu kalbini sevgi yeniden yeşertti. Gül'e sevda, Baran'a
yoldaş, Cihan'a tertemiz abi olmayı başardı. O konakta defalarca affedilen
gerçek kötülerin yanında Fırat'ın affedilmemesi benim Karabey adaletine olan
inancımı sorgulamama vesile olur. Cihan’ın ve Dilan'ın Fırat'ı affettiği yerde
hiçbir Karabey üyesine laf düşmez, bende. Ben Fırat'ın uçurumun kenarında,
Baran'a utana sıkıla "Ben o adam değilim artık." Dediği yerde kaldım,
siz devam edin...
Biraz da Dilan ve Baran arasında yaşanan gelgitlere değinmek
istiyorum: Ben Dilan'ı hiçbir zaman sakladıklarından dolayı yargılamadım.
Yaşamayan bazı şeyleri maalesef bilemez. Ben olsam saklar mıydım diye
sorguluyorum kendimi ancak net bir cevap veremiyorum kendime. Sonucunun ne
olacağını kestiremediğin şeyler konusunda bazen sessiz kalmayı tercih edebilir
insan. Bu, hayatın bir kuralı. Her ne kadar Baran'ın bilmesi gerektiğini düşünsem
de sakladığı gerçeğin birçok kişinin hayatını olumsuz etkileyeceğini biliyor,
Dilan. Hele ki ucunda ölümüne pişman olmuş biri varken. Herkes hata yapar
demişti Baran Sabiha'ya, önemli olan hatalarından ders çıkarmak. Fırat da
hatalarından ders çıkarmış ve iyi biri olmayı tercih etmiş bir karakter günün
sonunda. Dilan da bunun farkındayken söylemek ve söylememek arasında bocalaması
çok normal. Hiçbir gerçeğin ömür boyu saklanamayacağı gibi Fırat meselesi de
saklanamadı. Baran'a tabii ki yaptıkları ve söylediklerinden dolayı kızın, öfkelenin
ama yargılamayın. Keza öğrendiği şey çok
ama çok ağır bir gerçek. Baran'ın yüzleştiği gerçek karşısında Dilan da dahil
gösterdiği tepki çok olası bir tepkiydi. Baran aynı Baran ve fakat bu defa
sırtına ve yüreğine yüklenen duygu çok ama çok ağırdı. Öfke ve hayal
kırıklığının karşısında pekâlâ Baran da bocalayıp ruhsuzlaşabilir...
Dilan’ın Kudret ve Cihan’ın gerçekleri öğrenmemesi için
Baran’a karşı verdiği savaşta haklı payı vardı kendince. Huzur gelen o sofraya
yeniden huzursuzluk gelsin istemiyordu. Uzun zaman sonra bulduğu mutluluğu ve
aileyi yeniden kaybetmek istemiyordu. Ve fakat Baran'da kendi penceresinde
haklıydı. Birilerinden bir şeyler saklanarak huzur bulunmaz ve aile olunmaz. Ortada
birilerinin bildiği, birilerinin bilmediği bir sır varken o masaya huzur
gelmesi imkansızdı. Bir çatı altında her an ortaya çıkacağından korkulan bir
sır varken uykular huzur dolu olamazdı.
Gelelim beni benden alan o cümleye: AİLE İŞLERİNE
KARIŞMA!
Ben bu hikâyede yapılan her şeyi bir yere koyup
anlamlandırabildim kendi içimde ve fakat bir Baran'ın Dilan'a "Gidersen
bir daha gelemezsin." Dediği cümleyi ve bir de "Aile işlerine
karışma." Deyişini koyamadım hiçbir yere. Dilan bile kendi içinde aklaya
bildi bu cümleleri ancak ben aklayamadım. Hangisi daha ağır diye düşündüm
günlerdir ama onu bile ayıramadım birbirinden. Bazı cümlelerin ağırlığı çok ama
çok büyüktür. Telafi için zamanı beklemez. Baran bir kez daha sen benim evimsin
diyen kadını öfkesine yenilerek kullandığı cümle ile evinden gönderdi. Baran
bir kez daha sen benim ailemsin dediğin kadını ailesinden etti. Üstelik bu kez
kendisinden bir parçayı da yanında göndererek. Baran bir kez daha kırdığını
toparlamadan kırdığına sırtını dönüp yattı. Baran bir kez daha ailesini kapıda
bıraktı...
Ne yaşanırsa yaşansın Baran ve Dilan tartışma sahneleri bu
hafta muazzamdı. Kullanılan tüm repliklere kadar. İkisi de kendi penceresinden
haklıydı. İkisi de birbirine kendi haklı pencerelerinden seslerini dozunda yükselti,
çatışmalarında. Dilan, Baran'ın haklı taraflarını anlamayarak onu
hırçınlaştırdı; Baran, Dilan'a sürekli sesinin yükselterek onu gerçekleri
söylemek karşısında korkuttu. Evet, Dilan hamile ve hassas bir dönem geçiriyor
olabilir ve fakat Baran'da canından can gidecek bir gerçek öğrendi. Hal
böyleyken birbirlerini incite incite sarıp sarmaladılar. Dilan’ın konakta yaşadıklarını Baran'ın gözüne
sokması ayrı bir keyif verdi bana. Ben herkesi affettim derken geçmişten bugüne,
ilk defa yaşadıklarını Baran'ın yüzüne itiraf etti, Dilan. Hatta kendine de... Yaşadıklarına
karşı bastırdığı o duygularını anlatmaya çalışırken Baran'ın konuyu kapatıp onu
duygularıyla baş başa bırakması ağrıma gitti...
Dilan öfkeli bir eşin sevgiyle nasıl sakinleşeceğini çok iyi
biliyor ve onu uyguluyor Baran'a. Onu çok iyi anlıyorum. Ancak Baran'ın
kırdıklarını ve döktüklerini tamir etmek yerine bu kadar umursamaz olması kabul
edebileceğim bir şey değil. Ortada "Aile işlerine karışma." Gibi çok
ağır bir cümle varken Dilan'ın şımarık küsmelerini de kabul edemiyorum. Bu
hafife alınabilecek olay değildi; Baran ne yaşarsa yaşansın. Kendisi kırıldı
diye bir başkasını kırmaya hakkı yok. Bu hafta Dilan’a mı daha çok sinirlendim
yoksa Baran'a mı bilmiyorum. Baran söylediği cümleyi normalleştirirken Dilan'ın
hiçbir şey olmamış gibi davranması beni çok yordu açıkçası...
İzninizle teşekkür paragrafıma geçmek istiyorum:
Cihan'ın o çocuksu hayal kırıklığını kalbimin en
derinlerinde hissettim. Yüreğine sağlık Göksel Kayahan.
Fırat'ın bende bıraktığı izlenimi, kalbimde aldığı yeri hiç
şüphesiz ki sevgili Gökhan Gürdeyiş'e borçluyum. Fırat ağladı, ben sarıp
sarmaladım onu kalbimde. Bir kez daha iyi ki Fırat sensin. İyi ki Fırat sana
emanet. Yukarıda da yazdığım gibi, ben Fırat'ın "Ben o adam değilim
artık." Dediği yerde kaldım. Emeğine, yüreğine sağlık.
Fırat ve Baran, benim kırmızı çizgim. Hikâyeyi izlemeye
başladığım ilk günden bu yana hep ikisinin omuz omuza vermesini diledim.
İkisinin sahnelerini en az Dilan ve Baran izler gibi aşkla izledim. Barış ve
Gökhan'ın karşılıklı yükselmelerine o kadar güveniyordum ki, beni asla
yanıltmadılar yüzleşme sahnesinde. İzlediğim en muazzam sahnelerin başını
çekebilir konak önünden Baran tarafından sürüklenen Fırat ve uçurumun kenarında
yumruk yumruğa yüzleşen Baran ve Fırat sahnesi. Emeklerinize sağlık.
Küçük bir eleştiri paragrafıyla son vermek istiyorum
yorumuma. Son bölümlerde Baran ve Dilan arasında bir duygu eksikliği var ki
beni çok fazla rahatsız etmeye başladı. Replik var ve fakat repliğin ruhu,
duygusu yok; Baran cephesinde. Baran'ın Dilan'a karşı davranışlarında duygu
bana geçmiyor. Tutku tamamen kaybolmuş adeta. Dilan'a sahip olana kadar o tutku
vardı da sahip olduktan sonra sıradanlaştı sanki bazı şeyler, Baran için. Temas
neredeyse yok denecek kadar az, gözlerde ve bakışlarda sıfır duygu. Dün bir
bugün iki, ne ara monotonlaştı bu evlilik? Evlilik mi tutkuyu öldürdü yoksa
bebek mi? Çekimleri neredeyse bir ay önden giden bir hikâyede bu eksikliği
söylemek bir şey değiştirmeyecektir belki fakat ben yine de dile getirmek
istedim.
Sürçü lisan ettiysem affola...
Yazan, yöneten, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin
yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.