"En zor savaş,
kafanda bildiklerinle kalbinle hissettiklerin arasındadır..."
Cemal Süreyya
Bir yükü sen mi sırtlandın yoksa üzerine mi devrildi, bu çok
önemli bir noktadır. Halil'in içinde büyüttüğü ve onun tüm hayatını kontrol
altına alan bu intikam da onun tek başına sırtlanmasından ziyade teyzesi
tarafından çok küçük yaşta üzerine devrilen bir yüktü. Yaş aldıkça kini,
nefreti, öfkesi kalbini yok sayıp beyninin tüm hücrelerine hükmetmeye başladı.
Annesinden ve babasından miras kalan iyi bir tarafı, ara ara ablası tarafından
hatırlatılan saklanmış bir merhamet duygusu vardı hiç kuşkusuz ki Halil'in
yüreğinde. Ve fakat teyzesinin kirli dünyasının içinde bu merhamet duygusu
Halil’in kalbimde zayıf bir halka olarak kaldı; Zeynep'e kadar...
Halil, Zeynep'e karşı ilk yenilgisini annesi için hastanede
döktüğü gözyaşlarına karşı verdi. Zeynep'in gözlerinden süzülen gözyaşları,
içinin misliyle titremesine yetmişte artmıştı bile. Hemen akabinde Cemil'i
korumak için çıkan yangını üstlendiğini öğrenmesi, Halil’in Zeynep'e karşı olan
tüm ezberini alaşağı etmesine sebep oldu. Kalbinin etrafını çevirdiği kalın
duvarlar yıkılmasa bile incelmesine vesile oldu. Belki biraz pişmanlık belki
biraz Zeynep'i mutlu görme çabasıyla tam da onun istediği gibi ailesini özgür
bıraktı, Halil. Zeynep'in yüzünde oluşan küçücük bir tebessüm Halil'in
gözlerindeki karanlığı aydınlığa o kadar güzel çevirmişti ki ben çok sevdim o
aydınlığı ve o merhamet belirtisini...
Bu hafta Zeynep'i tanımaya çalışan bir Halil seyrettik. Bir
tarafı intikam almaya çalışırken diğer tarafı gördükleri, duydukları ve
hissettiklerine karşın onu kendi içinde aklamaya çalıştı hep. Bariz bir zaafı
vardı Zeynep'e karşı; ilk karşılaştıkları günden itibaren. Adını koyamadığı ya
da koymak istemediği, içinden çıkılmaz bir duygu kaplamıştı bile kalbini
Halil'in. İçten içe masum olduğunu, hayatlarının alt üst olmasında bir parmağı
olmadığına o kadar inanmak istiyordu ki aslında, Zeynep'i aklayacak en ufacık
bir şeye bile tutunmaya hazırdı. Ta ki elinde çakmakla tarlanın ortasında
Zeynep'i görene kadar. Halil'in gördüğü resimlerden sonra tarlaya gelene kadar,
Zeynep'in ona ihanet etmemiş olmasını görmek için içinden binlerce dua sarf
ettiğine yemin edebilirim. Gördüğü manzara, kızgınlıktan ziyade kırgınlık ve
hayal kırıklığı yüklenmişti yeniden Halil'in gözlerine. O an, aklında ne
Zeynep'in akıttığı gözyaşları, ne uğradığı taciz, ne de bir başkasının suçunu
üstlenmesinin ona yüklediği masumiyet kalmıştı. Ben buraya kadar Halil'i çok
iyi anladım; geçmişi ile bugün arasında kalmış, yüreği öfkeyle harmanlanmış,
benliğine intikam duygusu aşılanmış çocuk adamdan ibaretti, Halil. Ve fakat
gözleriyle gördüğü taciz olayından sonra Zeynep değil söz konusu herhangi bir
kadın da olsa onu taciz eden bir adamla iş birliği yapabileceğine ihtimal dahi vermesini
asla anlayamam. Zeynep'in korkusuna, içinin titremesine birebir şahit olmuşken
bütün itirazlarına, kendini anlatma çabalarına rağmen onu dinlemeyip kesin
hüküm vermesini kabul etmem. Tüm ailesinin yükünü tek yalnız sırtlanmak zorunda
olan bir kadın Zeynep. Gücünün ve sabrının son raddesine gelmesine rağmen
kaçmak yerine kendini aklamayı tercih etmesinin günahı bu kadar ağır
olmamalıydı. Senin devrinde gelecek canım Zeynep, sen hiç dert etme...
Bir kez daha Zeynep'e inanmayışının ona verdiği zararla
karşı karşıya kaldı Halil. Bu kez Zeynep yaşam mücadelesi verirken Halil hem
kendi vicdanı ve kalbiyle savaşıyor hem de Zeynep'in hayatta kalma mücadelesini
onunla birlikte veriyordu. Bariz bir pişmanlık vardı içinde bir yerlerde. Fakat
bu başka bir şeydi. Halil'in gözlerinde ablasını ormanda baygın bulduğunda ki o
korku vardı. Kaybetme korkusu... Doktorun yoğun bakımdan çıkınca 'maalesef'
dediği yerde Halil'in ruhunun titremesini hissettim, ben. Kaybetme korkusunun
onu nasıl ele geçirdiğini, pişmanlığını Tülay Aslanlı'nın karşısında kafasını yerden
kaldıramayışında gördüm. Bedeni kas katı kesilmişti adeta. Ve fakat gözlerinde
kocaman bir enkazın izi vardı Halil'in. İntikam çok ağır bir duygudur ve bazen
tamiri imkânsız sonuçlar bırakır insanda. Geçmişini unutma Halil Fırat ve fakat
birinden intikam alacaksan doğru kişiden, haklı sebeple mi alıyorsun bu
intikamı onu bir araştırıp öğrenmen lazım ilk önce. Daha küçük yaşta, kendi
pencerenden yarım yamalak gördüğün ve başkalarından duyduklarınla koca bir
aileyi yok edemezsin. Var sayalım ki doğru yerdesin, 13-14 yaşlarında daha
hayatı tanımamış bir kız çocuğunun sergilediği tavır yüzünden onun hayatını bu
kadar zorbalayamazsın. Hal böyleyken sonuçlar en çok yine senin canını yakacak
maalesef...
Halil'e merhamet çok yakıştı. Öfke sanki emanet gibi
duruyordu gözlerinde... Aşkın da çok yakışacağından hiç şüphem yok. Her şey
değişir; bazen zamanla, bazen insanla… Zeynep'in
hayatı ile sınanması Halil'de bir devrin kapanıp bir devrin açılmasına vesile
olacağından hiç şüphem yok. Zeynep her şeye rağmen senin gözünde kendini
aklamak için elinden gelen fazlasını yaptı. Cefasını da çokça çekti. Şimdi sıra
sende Halil. Kalbinin kanatlarını kendi ellerinle kırıp geçme. İzin ver,
kanatlansın kalbin Zeynep'e kalbine, gözlerine... Eminim ki o zaman gözünün
önündeki o siyah perde kalkacak ve gerçekleri daha berrak göreceksin. Ve ben
keyifle gerçeklerin karşısında kendini yiyip bitireceğin o pişmanlığını
seyredeceğim. Hele de Zeynep’in o konakta asıl kalma sebebinin babaannesi
olduğunu öğrendiğinde kalbine vuracak olan pişmanlığını seyretmek bana büyük
keyif verecek. Üzgünüm ama sana müstahak Halil Fırat.
Rüzgârlı Tepe’de 20 bölüm bıraktık geride; sıkmadan ve
yormadan. Sevgili Cemre Arda ve Gökberk
Yıldırım’ın Zeynep ve Halil’i her bölüm daha sağlam giyinip karakterleri daha
da güçlendirmelerini izlemek beni mutlu ediyor. Emeklerinize sağlık. Bu noktada
gözüme batan küçük bir konuya değinmek istiyorum: Halil’in sert karakterini
ortaya koyması için sürekli bağırmasına gerek yok benim nazarımda. Bağırmadan,
sadece bakışlarıyla bile öfkesini dile getirebilir bence. Hatta bazen susarak
bile. Kulaklarımızın günahı ne ama değil mi? Bununla birlikte Zeynep’in
özellikle kendini izah ederken kafasını sallayarak konuşmaları beni çok
rahatsız ediyor. Bunu genelde Halil’in karşısında yapıyor. O konuşurken
istemsizce benim kafamda Zeynep ile birlikte konuşmanın ritmine göre
sallanıyor. Sahneye adapte olmakta zorlanıyorum. Bu dozaj biraz düşürülebilir
bence. Sürç-ü lisan ettiysem şimdiden af ola…
Kısa Notlarım:
* Yan karakterler ana hikâyeye hizmet eder. Gülce
ve Yusuf'un ana hikâyeye nasıl bir hizmette bulunacağının merakı içindeyim. Gülce'nin
aradığı ablasının Aslanlı ya da Fırat ailesi ile bağı var mı, izleyip görelim.
* Fırat'ın annesini evden kovanın Canan ve Asu
olduğunu geçen hafta öğrendik. Olayın Aslanlı ailesi ile uzaktan yakından alakası
bile yok. Zümrüt Aslanlı'nın Songül ile ilgili hatırladığı geçmiş zamana
bakınca ben Halil'in babasının hırsızlık davası ile ilgili Aslanlı ailesinin
tamamen masum olduğuna inanıyorum. Bu işin de arkasından Songül'ün çıkacağından
hiç şüphem yok. Halil'in yaşayacağı en büyük yıkım olacak bu gerçek.
* Bülent'in Halil'e "Sana ne Zeynep’ten!
Zaten canına okumuyor muydun?" Cümlesi ile Halil'in Bülent'te attığı
uçmalı yumruk ölümüne kapışır. Her ne kadar içimin yağları o yumrukla birlikte
erise de Bülent'in sözlerinin haklılığı sonsuzdu. Halil’in adalet makamı gibi
bulduğu her fırsatta Aslanlı ailesine en çok da Zeynep üzerinden kurduğu yargı
mahkemesinin haklı tarafı asla yoktu. Bülent fiziksel şiddet uyguladı Zeynep'e,
egolarını tatmin etmek için Halil’se hem psikolojik hem fiziksel. Şimdi
yaptıklarının duygusal ve vicdani tarafı ile yüzleşme zamanı Halil Fırat.
Koştur...
* İyi ki Zeynep'in Selma gibi bir ablası var. O da
olmasa bu cenderenin içinden sağ çıkması imkânsız.
* Halil'in Bülent'i tutan adamlara bırakın derken
ki o el hareketi nereden baksan çok kral hareketti. Tamamen Gökberk Yıldırım
yorumu. Şiddete her daim karşıyız ama güzel olanı kabul etmek boynumuzun borcu.
Yazan, yöneten, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin
yüreğine sağlık. Bundan sonra her hafta, haftalık yorumla burada olmaya
çalışacağım.
Sevgiyle kalın...