Kan Çiçekleri: Biz ne ara bu kadar yabancı olduk?

Kan Çiçekleri: Biz ne ara bu kadar yabancı olduk?
‘’Çabuk gözden çıkarıyor gibi gözüküyorum ama gözden çıkarmamak için verdiğim çabayı bir ben bilirim…’’
Özdemir Asaf

Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık dedikleri yeri yaşadık bu hafta, Dilan ve Baran arasında. Hem iki tarafı delice savunduk hem de bir o kadar suçladık. Suçlamak: Bana göre kolaya kaçmak demek…  Aslında biz insanların en rahat yaptığı bir eylem değil mi bu? Düşünmekten, anlamaktan, empati kurmaktan kaçtığımız her an karşımızdakine suç yüklemeye çalışırız. Dilan’ın da bu hafta Baran’a uyguladığı tarife tamamıyla buydu. Onu anlamak, kendi hissettiklerini anlatmak yerine Baran’ı suçlamayı, kendini o karmaşanın içinden sıyırmayı tercih etti. Üstelik bunu affetmemesi, anlamaması gereken onca kişiyi affedip anlarken anlaşılmayı en çok hak eden kişiye yaptı: Baran’a.   Biz ne ara bu kadar yabancı olduk birbirimize…

Kızgınlık ve kırgınlık, etkileri çok farklı iki kardeş duygu… Baran’a ne kadar kızgınsam sanırım bir o kadar da Dilan’a kırgınım bu süreçte; herkese karşı oluşturduğu o müthiş empati duygusunu Baran’a karşı kullanamadığı için. Evet, söz konusu iş ve kariyerse Dilan sonsuz haklıydı. Dilan, Baran için Dilan Karabey olabilirdi ve fakat çalıştığı yer için sadece bir personelden ibaretti. Karabeylerin gelini, aşiretin hanım ağası olabilirdi ve fakat iş yerinde herhangi biriydi. Neticede çalıştığı yer Karabey konağı değildi. Baran’ın bunu idrak etmesi gerekirken geri durmayışları Dilan’ı rencide etmekten, onu aciz duruma düşürmekten başka bir işe yaramazdı maalesef. Belki de Baran’ın yapması gereken biraz kenarda durup Dilan’a kendini savunabilmesi için bir alan açmasıydı.


 
Hayatı boyunca kendini savunmasına fırsat verilmemiş, verileni kabul etmiş, içine çekildiği mutsuzlukları hak ettiğine inanmış bir karakter, Dilan. Ve benim gözümde hala bir çocuk. Baran'ın sevgisiyle birlikte büyümeye çalışan bir çocuk... Kim olduğunu, nereye ait olduğunu yeni öğrenmiş biri olarak; hayatı, yaşamayı, savunmayı kavraması bu kadar kolay olmayacak pek tabii. Evet, mütemadiyen Baran'a karşı sesi yükseliyor ve bir tek ona karşı savunma mekanizmasını gün yüzüne çıkarıyor Dilan ve fakat bunu yaparken çok da iyi biliyor ki bir tek onu Baran incitmez.  Her koşulda bir tek Baran sarıp sarmalar kendisini; tüm hatalarına rağmen. Belki de Baran ile kavga ede ede anlayacak hayatı, ona saldırarak keşfedecek kendisini. Eline güç verilmemiş bir kadın bir anda güçlü kadın olmaz. "Sen karına böyle durumlarda biraz güveneceksin." Dedi Kudret baba, Baran'ı dinlerken. Dilan hata yapa yapa hayatı öğrenecek. Yaşaya yaşaya savunma mekanizmasını geliştirecek. Bunun için de Baran'ın ona alan açması ve kendini savunmasına fırsat vermesi gerekir. Bir adım geride durup biraz da yaşananlara seyirci kalması gerekir. Dilan çok sabırlı bir karakter. Raddesi dolduğunda Derya'yı tokatladığını da biliyoruz; Sabiha'nın boğazına bıçak dayandığını da. Cevahir'e de sıra gelecekti muhtemelen, Baran biraz fırsat verseydi. 


 
Gelelim Dilan'a işvereni tarafından yapılan muameleye Baran'ın tahammül edemeyişine. Kendi penceresinden o kadar haklıydı ki Baran ve fakat bire bir müdahale ederek de bir o kadar haksız durumuna düşürdü kendisini, davasında. Belki de zamanında en çok kendisi üzdüğü için Dilan’ı şimdi göz göre göre birisinin onu üzmesine tahammül edemiyor. Öfke problemi olan bir karakter olmadı asla Baran. Ve fakat gözünden sakındığı kadına yapılan muamele ve söylenen sözler de yenilecek yutulacak tarzdan değildi. Cevahir’in Dilan’a sergilediği bu tutumun kendisine olan öfkesinden olduğunu anlayabilecek kadar da önsezilerine güveniyordu. Her ne kadar kızsam da Baran’a, Cevahir’in Dilan’a söylediği o son söz ne Baran’ın ne de başka herhangi bir eşin duyup da sakin kalacağı bir cinsten değildi. Birkaç gün önce bir çalışan olarak Gül’e sergilediği tavır yüzünden Cevahir’e onun ailesinin bir parçası olduğunu söyleyen Baran’a, kendi yaptığı işi aşağılayan patronunu savundu, Dilan. Beni patronumun önünde küçük düşürüyorsun diyerek suçladığı kocasını, suçlu olan patronundan özür dileyerek küçük düşürdü, Dilan. Kim daha çok haklıydı ya da kim daha çok kırgındı sonsuz tartışılır. Ve fakat benim emin olduğum bir şey varsa o da Dilan’ın sergilediği tutum inattan başka bir şey değildi.

 
 
Yukarda da dile getirdiğim gibi ana davada Dilan sonsuz haklıydı. Ve fakat Dilan’ın süregelen tutumundan ve Baran’ı her fırsatta suçlu çıkarmaya çalışmasından sonra Cevahir’le çalışmayacaksın tutumunda Baran sonsuz haklıydı. Eğer eşinin patronunu tokatlamaya kadar gelmişse durum, ben o işi bırakır davamı evde, eşimle sürdürmeye devam ederdim. Sütten çıkmış ak kaşık misali temiz ve mükemmel değildi patronu. ‘’Düşüncelerime, projelerime değer verilen bir yerde çalışmak istiyorum.’’ Dedi, Dilan Baran’a; onu bulduğu her fırsatta rencide edip, projesine bin bir türlü kulp bulan patronunu savunarak. Baran onu hiç desteklemiyormuş gibi, düşüncelerine hiç saygı göstermiyormuş gibi ve her şeyden önce Baran onu sanki hayatının merkezine koymamış gibi. Tüm engellere rağmen deli gibi katılmak istediği semineri ayağına getirmemiş gibi… ‘’Bir kere…’’ dedi Baran; ‘’…demek bir bildiği var ki böyle yaptı de. Bir kere, bir kere…’’ Sesindeki kırgınlığı, içindeki anlaşılmamanın verdiği o çaresizliği yüreğimde hissettim ben, Baran’ın. Kimse anlamasa bile o hep Dilan’ı anlamıştı. Dilan’ın da onu anlaması bu kadar zor olmasa gerekirdi. Tek bir endişesi vardı: Dilan üzülmesin, incinmesin. Baran kırgındı; Dilan ise kızgın. Ve fakat kızgınlık geçer ama kırgınlık yer bırakır…


 
Beş bölümlük haftada beni en çok inciten kısım Baran'ın, Dilan'a kırgınlıkla " demek bir bildiği var ki böyle yaptı de.’’ Dediği sahne ile parmağını kapıya uzatarak "Gidersen bir daha geri gelemezsin." Dediği sahne oldu. İlki Baran'ın kırgınlığı, ikincisi raddesiydi. Ve fakat incindiğin yerden bu kadar incitmek ne kadar doğruydu, tartışılır. Tüm haklı savaşını, kırgınlığını tek bir cümlesi ile yerle yeksan etti Baran; parmağını uzatarak Dilan'a gösterdiği kapıyla birlikte. Ona bir şey olacak diye kapının önüne çıkmasına izin vermediği, gözünden bile sakındığı, hiçbir şey senin yokluğun kadar canımı acıtmaz dediği karısına yol verdi, Baran. Her fırsatta benim evim sensin diyen Dilan'ı evinden kovdu, Baran. Sen benim tek ailemsin dediği karısını ailesiz bıraktı, Baran. Üstelik Dilan görmese bile Baran görmüştü Cevahir'in amacını. Cevahir’in ekmeğine kendi ellerinle yağ sürmekle kalmayıp Dilan'ın içindeki çocuğu yeniden evsiz bıraktı, Baran. Güvendiği tek kaleyi Baran Dilan için; tek bir cümle ile yerle yeksan etti kalesini… Bu yüzden Dilan affetse bile seni ben affetmem Baran. Bazı cümlelerin ağırlığı çok büyüktür. Altından kalkması çok zordur. Bu da onlardan biri. Bulduğum her fırsatta da kafana mutlaka vururum.

Ben kısa olarak Baran ve Dilan'ın birinci sezon ile ikinci sezon arasındaki değişimlerine değinmek istiyorum:

Bir çiftte hiçbir zaman iki taraf birden kusursuz olmaz. Keza iki taraf kusursuz olunca ilişki monotonluğa doğru yol alır. Bu gerçek hayatta da böyledir. Tutkunun taze kalması için ilişkide zaman zaman çatışma şarttır. Birinci sezon çatışmayı zorlayan Baran'dı; duvarları vardı, Dilan'a karşı. Dilan daha ılımlı, daha naif, daha anlayışlıydı. Herhangi bir olay karşısında kenara çekilip özrünü dileyen de hep Dilan oldu. İkinci sezonsa çatışmayı zorlayansa Dilan oldu. Daha dik, daha inat ve daha zıt... Baran’ın ise duvarları yıkıldı, Dilan merkezci oldu. Daha sevgi dolu, daha naif ve daha düşünceli... Ve bu sefer özür dileyen taraf da Baran oldu dolayısıyla. İkisi bir şekilde eşitlenmeyi başardılar. Bizler kendi hayatlarımızda sevmesek bile izlediğimiz bir hikâyede zor sevgilerin, dozunda ayrılıkların tutkunuyuz maalesef. Bu ayrılığın ikisine de daha büyük bir aşkla geri döneceğinden hiç şüphem yok. İş meselesi Baran ve Dilan'ı kırıp dökse de onlar için büyük bir sınav. Günün sonunda sergiledikleri tavırlardan ders çıkaracaklar, birbirlerini özleyecekler, yanlışlarını sorgulayacaklar... Bu ayrılığın gösterdiği tek güzel şey artık Dilan'ın sığınabileceği bir annesinin olması. Söz konusu Sabiha bile olsa tokat yiyip eve, konağa gönderildiği Hanife'den çok daha iyi benim nazarımda.
 
KISA NOTLARIM:
* Tüm geceyi karakolda geçirmesinin ardından kapıdan tüm heybetiyle giren Baran’a bende Dilan gibi sarıldım. Kalbimi çokça ısıtan bir sahne olmasıyla birlikte ben sabahı sabah etmeyen Dilan ile karakolda, demir parmaklıklar ardında volta atan Baran’ı seyretmek isterdim. Sahnenin tüm büyüsü gitti benim nazarımda. Bazen bir sahneyi ya da olayı detaylar anlamlı kılar.

* Banyo sahnesine ayrı yükseldim. O adar doğal, o kadar içtendi ki bazen ihtiyacımız oluyor.

* Tüm haftanın en şahane sahnesi bana göre Baran’ın Gül ve Fırat’ın evlendiğini öğrendiği sahneydi. Baran’ın her şeye rağmen desteğini asla esirgememesi, Fırat için çok büyük bir değerdi. Keza en az babası kadar Baran’ın düşünceleri de önemliydi, Fırat için.

‘’Sorun çıkaracak olan masaya oturmasın! Ne bugün ne bugünden sonra.’’ Diyerek noktayı koydu Baran, Gül ve Fırat evliliğine. O an itibariyle Baran ağa sahneye giriş yaptı. Özlemişiz.

* Fırat ve Baran’ın mutfaktaki şapşal hallerine bayıldım. Ben genel olarak Baran ve Fırat sahnelerini çok seviyorum. Bol bol yazın hocam, dolu dolu izleyelim.

* Yatak odasından karısıyla tartışıp gecenin bir yarısı pijamayla çıkıp da çalışma odasında takım elbise ile sabahlayan Baran’a anlam veremedim. Rahatlık mı battı diye sormazlar mı adama?

* Dilan’ın tüm gece bağdaş kurup yerde oturması; Baran’ın onun oturduğu yerin hemen altında pencerenin dibinde dışarıyı seyrederek sabahlaması aşkın can yakan tarafıydı maalesef. Ve fakat bu onlara acı, bize şekerdi. Aşk acısı çelmek de yakıştı çiftime.

* Dilan merdivenlerden düşerken ki Baran’ın ‘’Dilan’’ diye bağırışında kaldım. Ses tonunda hissettiğim o korku muazzamdı.

* Baran’ın Cevahir’e ‘’Karşında Baran Karabey’i değil, Baran ağayı bulursun.’’ Diyerek verdiği ayar nereden bakarsan bak çok kral hareketti. Sen he Baran ağa ol canım Baran, biz senden razıyız.

* Gül ile Fırat’ın evliliğini Dilan’ın açıklayacağını hiç düşünmemiştim. Ve fakat çok iyi oldu. Hanım ağalık comeback.

* Fırat’ın Hasan’ın oğlu olmadığını Azade’nin bildiğini öğrenmenin verdiği şoktayım hala. Azade bir başkasının çocuğunu bir Karabey’miş gibi sahiplenmesi imkânsız geliyor bana. Bakalım bu işin altından ne çıkacak.

* Hasan Karabey yaptı yine yapacağını ve zehrini saldı Gül’ün üzerine. Fırat’ın geçmişte yaptıklarının savunulur tarafı pek tabii yok ve fakat onun Gül’den önce ve Gül’den sonra diye ayırıp onu anlayabileceğiz bir hayatı var. Umarım Gül bunu ayırt edebilir ve Fırat’ı yeniden o karanlığa sürüklemez.

Yazan, yöneten, kamera arkası ve önü emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER