“Cehalet yenilmesi gereken en büyük düşmandır.”
Mustafa Kemal Atatürk
Başka bir ailede büyümüş olsaydınız hayatınız nasıl olurdu?
Aynı ailede büyümüş iki kardeş bile birbirinden farklı insanlar oluyorken başka
bir ailede, başka bir ortamda, başka bir hayatta, bambaşka bir inançla büyümek
sizi normalde olacağınızdan çok farklı birine dönüştürebilir. Zeynep ve Mira
bunun en büyük örneği.
İki genç kızın hikayesi ayrı ayrı yürek burkuyor. Zeynep bir
tarikatın altında büyüyen, okumasına bile izin verilmeyen bir kız çocuğuyken,
Mira ise tam tersine en güzel yerde okuyabilmesi için tüm imkanlar seferber
edilmiş, üzerinde çokça baskı olan bir çocuk. Tarikatların kadınlara, çocuklara
yaşattıkları acı gerçekler ve din başlığının altına sığınarak insanlara
cahillik yaymalarının yanı sıra günümüzün sınav sistemlerinin öğrencilere ne
kadar zarar verdiğini de gözler önüne seren Kızıl Goncalar; fazla baskının ve
ailelerinin çocuklarını bir soru çözme makinesinden ibaret görmelerinin nelere
yol açabileceğine de değiniyor.
Bir ilişkiyi kurtarmak için sahiplenilmek mi yoksa
çocukluğunu, gençliğini hakikati kuruntuları sanan insanların elinde yitirmek
mi daha acı karar veremiyorum.
Normalde kötü karakterler bizde nefret duygusu uyandırırlar
ancak ben Beste'yi izlerken bir noktada ona hak verirken buldum kendimi. Anne
olmak bambaşka bir duygu. Anne olmak için en başında bir canın sorumluluğunu
almaktan, hayatın tüm zorluğuna rağmen ona sonsuz sevgi verebilmeyi göze
almaktan korkmamak gerekli. Beste bunlardan korkuyor. Hatta daha kötüsü bu
sevgiyi Mira’ya vermeyi istemiyor. Layık görmüyor. Çünkü onu çocuğu olarak
görmüyor. Sevilmeyi ve istenmeyi beklediğin yerden sevilmemek ve istenmemek
bence insanın hissedebileceği en kötü duygulardan biri. Üstelik ailesi
tarafından. Bazen fazla sevgisizlik fazla sevgi doğurur. Bizi sevmesini
istediğimiz biri vardır ve o bizi sevmiyordur. Bunu hissederiz. Bizi sevmesi
için her şeyi yapar, içimizdeki tüm sevgiyi ona veririz. Bizdeki sevgi
bittiğinde ise içimizde sevginin bıraktığı o boşluk derin bir öfkeye dönüşür.
Tıpkı Mira’da olduğu gibi. Fakat sevgi böyle bir şey değildir. Biz birini
seviyoruz diye veya çok güzeliz, çok başarılıyız diye sevilmeyiz, sevilmemeliyiz.
Bizi biz olduğumuz için severler, sevmeliler. Tüm kusurlarına, kötü yanlarına
rağmen birini sevebildiğinde bu gerçek sevgidir.
Bir yanda gerçek sevgiyi hiç tadamamış Mira, diğer yanda ise
babası tarafından olmasa da annesi tarafından her koşulda önemsenen, geleceği
düşünülen Zeynep ve bu iki kardeşin çakışan hayatları.
Burada da karşımıza Cüneyd karakteri çıkıyor. Cüneyd’in
hikayesini çok merak ediyorum. Mert Yazıcıoğlu harika can vermiş Cüneyd’e. Daha
iyisi olamazdı. Bir sahnede kızını istismar eden babayı öldürmeye teşebbüs
ediyor. Gözü dönüyor. Ancak Levent ona “O senin baban değil!” dediğinde
kendine gelebiliyor. Bu sahneden sonra Cüneyd için daha da meraklandım.
Özellikle çocukluğu için. Üstelik annesi ve babasına değinilen her sahnede
yüzünde garip bir ifade oluşuyor. Bu ifadenin altındaki neden merak uyandırıcı.
Eğer tarikat adı altındaki kurumlarda yaşanan çocuk istismarlarına değinilirse,
cesaretlerinden dolayı tüm ekibi tebrik etmeliyiz.
Yazmak harika bir özgürlük. Yazma eylemini böylesine dikkat
çekilmesi gereken önemli konularda kullanmak ise bence takdir edilmesi gereken
bir hareket. Üstelik böylesine kötü ve adaletsiz bir dünyada yaşarken.
Özgü Namal’ın yıllar sonra böyle bir projeyle ekranlara
dönmesine de ayrıca sevindim. Onu izlemeyi çok özlemişiz. Harika bir performans
sergiliyor Meryem karakteri ile. Kızı Zeynep’i oynayan Mina Demirtaş’ı da çok
yakıştırdım. Seyir zevki çok yüksek bir oyuncu kadrosu mevcut Kızıl
Goncalar’da.
Dizinin en sevdiğim yanlarından biri ise tek bir tarafı
tutmamaları. Sadece muhafazakâr kesimi, sadece tarikatçı ve cemaatçileri,
sadece seküler kesimi desteklemiyor. Herkese dışarıdan bir gözle bakıyor ve
eleştiriyor. Tarikat mensuplarını cahil olarak adlandıran seküler kesimin
kapalı kadınlara olan ön yargısı, Suavi dedenin bilge bir adam olmasının yanı
sıra 28 Şubat’ı hatırlatması, Cüneyd’in yeri geldiğinde Levent’e insanlık dersi
verebilmesi senaryodaki karakterlerin gerçek insan oldukları hissini yaratıyor.
Zeynep karakterinin oynadığı mantık önermesi sahnesi. Yayınlandığı
günden beri herkes, her yerde bu sahneyi konuşuyor. Kusursuz bir sahne
gerçekten. Bilimi kullanarak her şeyi açıklayabileceğimizin kanıtı gibi bir
sahne. “Kapalı kızlar okulda okuyamaz.” ve “Sadece açık kızlar okulda
okuyabilir.” cümlelerinin aynı zihniyetten çıktığını anlayabilmek için
bilime ihtiyacımız bile yok oysa.
Faniler tarikatında her akşam toplanılıp bir çeşit vaaz
verilen sahneler ile Levent ve ailesinin salonlarında toplanıp belirli konular
tartıştığı sahneler aynı kapıya çıkıyor aslında. Sadece yolları farklı.
Dizinin belli noktalarında Mustafa Kemal Atatürk’e yer
verilmesi de çok hoşuma giden detaylardan. Cehaletin ve cahilliğin en fazla
olduğu dönemlerde tüm akıl tutulmalarına savaş açan atamızın sözlerini duymak
iyi hissettirdi. Onu andığımız her törende, dizide, replikte bizi gördüğüne,
duyduğuna ve bir yerlerden gülümsediğine eminim. Umarım siz bu yazıyı okurken
de onu bir yerlerde gülümsetebilmişizdir.
Biz çok derin bir tarihi olan, saygı duyulası bir milletiz.
Geçmişimizde pek çok acı yatsa da bu acıların yanında sevinçler, kutlamalar,
kucaklaşmalar da mevcut. Birbirimizden ayrışmadığımız, farklılaşmadığımız,
birbirimizi ötekileştiremediğimiz, cehalete karşı el ele durduğumuz zaman ancak
bize ve geçmişimize yakışan bir millet olabiliriz.
Zeynep’in okuyabildiği, Mira’nın sevilmek için ilk yüze
girmesi gerekmediği, Meryem’in kimseden izin almaya gerek duymadan istediği
yerde çalışabildiği; Mira ve Zeynep gibi bambaşka iki hayatın bir kafede oturup
kahve içebildiği yarınlara…