‘’Herkes her şeyin
farkında ve kimse hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmadı…’’
Şahsiyet
Dilan’ın, Demirlerin kızı
olmadığı öğrenilince ortaya çıkacak pişmanlıkları seyretmeyi hayal eden bir
kitle vardı maalesef. Ve fakat bir insan bile isteye yaptığı hiçbir şey için
pişman olmazdı. Baran ve Cihan zaten vicdan muhakemesi yapabilen bireyler
oldukları için Dilan’ın kalbine şahit oldukları ilk anda birçok şey için pişman
olmuşlar ve her daim onun yanında, arkasında durmak için çaba sarf etmişlerdi
zaten. Ancak Azade ve Hasan Karabey için aynı şeyleri söylemek mümkün değil.
Onlar nefretle beslenen, sadece kendi hırslarını düşünen kalpleri kararmış
insanlar. Ortaya çıkan gerçekle birlikte Dilan haksız yere eziyet görmüş masum
biri olmak yerine, onları kandırıp kan davasının önüne geçmiş kim olduğu
belirsiz biri oldu bir anda. Ve fakat ben Azade’nin içinde bir yer bir nebzede
olsun merhamet ve adalet kırıntısının olduğuna inanıyorum. Aksi olsaydı Kudret,
Baran ve Cihan gibi adalet ve merhamet duygusu ağır basan üç evlat
yetiştiremezdi; hem de tek yalnız. İnsan değişmez; zamanla bir şeylerin farkına
varır. Azade’de bir gün Dilan’ın o konaktaki herkese iyi geldiğinin farkına
varacak. Hatta kendisine bile…
*Ağzımızın dadı bozulmasın Ali Rıza
Bey…*
Dilan’ın günlerdir girdiği anne
buhranının içinde, Baran’ın yaşadığı çaresizliğe karşı körleşmesine
içerlemiştim biraz, geçen hafta. Annesini ararken, anne diye ağlarken sevdiği
kadının yaralarını sarmaya çalışan Baran’ın, anne tarafından incinip
incinmeyeceğini düşünmeyişine Baran’dan çok ben içerlendim sanırım. ‘’Senin
için ne yapabilirim?’’ Diye soran Baran’a ‘’Bana annemi geri getirebilir
misin?’’ Diye cevap veren Dilan’a kızmasam da bendeki kopma noktası oldu
sanırım. Peki, annesiz kalan çocuk kalbini unutup Dilan’ın annesiz kalan
kalbiyle lime lime olan Baran’a annesini kim geri verecekti? ‘’İnsanın annesi
ölünce bir gecede büyüdüğünü sanıyorsun.’’ Dedi Baran Dilan’a, sanki ikisinin
de annesizliği karşısında kaldığı çaresizliği ona, onu incitmeden göstermek
istercesine. ‘’Sonra bakıyorsun hep o çocuk yaştasın. Sen büyüdüğünü sanıyorsun
ama o çocuk hep seninle…’’ Diye devam etti. Saklamak istediği tek damla
gözyaşını arkasını dönüp silerken Baran.
‘’İnsan kendi çocukluğuna annelik
yapamıyor çünkü…’’ Nasıl da atında ezilmelik bir cümle. Baran’ın dilinden
döküldüğü anda burnumun direği sızladı adeta. Evet, insan kendi çocukluğuna
annelik yapamaz, Baran ve fakat ona anne sevgisini, merhametini verebilecek bir
eş bulabilir. Dilan, senin eksik kalan tüm çocukluğundan tutup sevgisiyle seni ayağa
kaldırabilir. Tıpkı senin tüm sevgin ve merhametinle onun evi olman gibi. Bazen
sevgi, sırf sevgili soğanlı seviyor diye menemeni soğanlı yapmaktır. Bazen
sevgi, sevgili ne severse onu sevmektir… Baran ve Dilan, umutsuzluğa
kapıldıklarında her anda birbirlerini sevdiği şeylerden tutarak ayağa
kaldıracaklar. Öyle sevecekler ki, ölesiye sevecekler tüm dertlerini…
Kaleme bile sırrını verme. Gider
kâğıda yazar, demişler. Dilan’a sakladıklarından dolayı her defasında kızsak da
günün sonunda korktuğu yerden yüzleşti en nihayetinde. Hem de bir aşkla ailem
dediği Karabeylere kendi elleriyle hazırladığı o muazzam sofrada. Gizli
tutulması gerekilen bir şey konağın her köşesinde gayet açık ve net konuşulursa
kaçınılmaz sondu zaten Hasan Karabey’in duyması. Ne yalan söyleyeyim ilk defa
Hasan Karabey’in yaptığı bir eylem beni mutlu etti. Ohh be! Çıksın artık tüm
gerçekler ortaya. Görelim neler olacak. Kim galip gelecek bu savaştan? Tüm
gerçekleri bilen Kudret Karabey bu hikâyenin neresinde yer alacak? Nereye kadar
sessiz kalacak? Oğlunu korumak adına sessiz kalırken kızım dediği Dilan’ı ne
kadar daha yangın yerinde yalnız başına bırakacak? Üstümden bir yük kalktı
yemin ederim. Baran’ın hanımcılığını çok seviyoruz ve fakat hanımcı olurken bir
aşiretin ağası olduğunu iyice unutmasından fazlaca şikâyetçiyim. Kafasını biraz
Dilan’da çevirip ondan habersiz etrafında olanların farkına varması gerekir
artık. Hasan ve Azade’nin çenesi çok fazla açıldı ve konağın her köşesine
kötülüklerini rahatça saçmaya başladılar. Bir ‘’Azade Hanım!’’ Nidası
gerekiyordu artık o konakta. Yerini pek bulmasa da Baran Karabey’in geri
döndüğünün sinyallerini verdi sanırım. Ben bu Baran’ı çok özlemişim. Esip
gürlemesi gereken çok şey oldu son zamanlarda konakta ve yedi yirmi dört
Dilan’ın çevresinde pervane olurken bunu yapamaz hale geldi. Çevresindeki
herkesin ondan bir şeyler saklamasını daha fazla kaldıramıyorum artık. Ve fakat
en çok da babasının, annesinin katili ile onu aynı evde yaşamaya mahkûm
bırakışını affedemiyorum sanırım. Baran’ın en büyük kırılma noktası bu olacak
zannımca. Ve baran bunu kolay kolay affedemeyecek gibi. İçimden bir ses diyor
ki bunu Dilan, Baran’dan önce öğrenecek ve o da saklayacak. Senden asla
vazgeçmem diyen Baran’ın, Dilan’dan bir kez daha kopmasına sebep olabilir bu
olay. Kendimi herkesin kendinden bir şey sakladığını bilmeden yaşayıp giden
Baran gibi hissediyorum. Bu günde ona ağlayalım.
‘’Azade Hanım!’’ nidasını özlemeyen
yoktur.
Bu hafta Baran ve Dilan’a özel
bir paragraf açmak istiyorum:
İkinci sezonun bir yerinden sonra Baran
karakterinde bir kırılma noktası yaşandı sanki. Bana geçmiyor değil, Barış
Baktaş Baran’ın her halini çok güzel bir şekilde bize yansıtıyor ve fakat eksik
bir şeyler var. Bazen olaylara verdiği tepkiler çok zayıf geliyor bazen de çok
abartı. Azade ve Hasan Baran’ı yok sayıp o masada bu kadar kükremeye cesaret
edebilecek karakterler asla değiller. Eski Baran onların konuşmasının sonunu
beklemeden eser geçerdi içlerinden ama onca hakareti durup dinleyip öyle
müdahale etmeyi tercih etti ki bu bile bana yetersiz geldi. Dilan’a henüz
aşkını söylememişken bile onu çok daha yüksek tepkilerle korurdu Baran. Baran
Karabey comeback yapsın lütfen. Eski hallerini özledik.
Dilan’a gelecek olursak, ikinci
sezonun başından bu yana Dilan’da bulamadığım eksik bir şeyler vardı. Geçmiş
bölümleri tekrar tekrar izleyerek o eksiğin ne olduğunu buldum. Dilan’ın
birinci sezondaki ses rengi ile ikinci sezondaki ses rengi arasında dağlar
kadar fark var. Bu bile izleyiciye Dilan’ın geçmesini engelliyor maalesef. Bir
ses rengi bir karakteri farklı kılar mı demeyin, kılar. Aşina olduğumuz,
bütünleştirdiğimiz karakteri yabancılaştırıyor bizden maalesef.
Son olarak Sevgili Yağmur Yüksel ve
Barış Baktaş’a aldıkları gurur verici ödülden dolayı tebriklerimi iletiyorum.
Sonuna kadar hak edilmiş bir ödül. Daha nicelerine…
KISA NOTLARIM:
* Hasan’ın, Kudret’in gerçekleri bilmesine rağmen
arsızca, gözlerinin içine baka baka konuşması midemi bulandırıyor artık. Azade hanım bir araştırın bence, Hasan’ı
hastanede karıştırmış olabilirsiniz. Bundan Karabey olmaz.
* Azade ile Baran çakışmasını öyle özlemişim ki
ilaç gibi geldi. Bu yolda devam.
* Dilan’ın, Hasan ve Azade’nin söylediklerine
karşı sessiz kalışına, kendini savunmayışına asla kızmıyorum. Aksine onu
anlıyorum, ben. Dilan’ın mayası bu. Yaşadığı sürece birçok haksızlığa sessiz
kalmış ve annesi tarafından baskı altına büyümüş bir kadın, Dilan. Ona göre
annesi bile ona bu şekilde davranırsa herkes davranırdı. Ve fakat bir suçlu
gibi başını yere eğmesini kabul edemem. Dilan tüm bu olaylardan suçlanacak en
son kişi bile değil.
* Canım Fırat’cığım benim, beni yanıltmadığın ve
de üzmediğin için sana teşekkür ederim. Kimsenin seni etkilemesine izin verme.
Hadi, şimdi sıra hisseleri Baran’a devretmekte. Sana güveniyorum.
* Son olarak özellikle Baran’ın ikinci sezon
itibariyle kıyafetlerine değinmek istiyorum. Baran koskoca bir aşiretin ağası.
Bir şirketi, holdingi var ve fakat giydiği bir siyah takım, bir lacivert takım
ve bir pijamadan ibaret. Günlük dizilerin bütçeleri sınırlı olabilir ancak
giyim bu kadar da aşağıya çekilemez. Koca Mardin’i Dilan siyah bir topuklu
ayakkabıyla gezdi. Hani nere gitti bu kızın spor ayakkabıları. Giyim
sponsorumuzun bu duruma bir çözüm bulması lazım. New York’un en ünlü meydanı
Time Square’deki barkovizyonunda defalarca yayınlanan bir dizi Kan Çiçekleri,
biraz daha özveriyi hak ediyor diye düşünüyorum.
Yazan, yöneten, kamera önü arkası
emek veren herkesin yüreğine sağlık. Sürç-ü lisan ettiysem af ola.
Sevgiyle kalın…