Her dizi hikayesiizleyiciye bir
deneyim sunar. İzleyici hikayedeki karakterler ile empati kurar ve onlarla
beraber bir yolculuğa çıkar. Anlatıcı seyircinin cazibesini çekmek için onlara
bir vaatte bulunur. Seyirci de bu vaadi kabullenir ya da kabullenmez.
Kabullenir, hikayeyi takip etmeye başlar ya da kabullenmez bırakır takibi.
Yabani dizisi de bizlere bir vaatte
bulundu. “Köklü bir aileden kaçırılıp sokaklara düşen bir çocuğun, yıllar
sonra evine dönmesi ile kendini yeniden var etme mücadelesini anlatıyor.“
Dizinin vaat ettiği genel hikaye “resmi” olarak böyle. Ben şahsen bir izleyici
olarak bu hikayenin takipçisi olmaya karar verdim. Ama geldiğimiz noktada bu
hikayenin vaat ettiği şeyden uzaklaştığını görüyorum.
Her hikaye izleyiciye bir
deneyim sunar demiştik. Bu deneyimin izleyicide oluşması için karakterler ile
bağ kurulması gerekir. Hikaye ilerledikçe bu bağ daha da güçlenir. Yabani devam
ettikçe benim dizi ile kurduğum bağ zayıflıyor gibi hissediyorum. İlk bölümler
ailesinden uzakta ve zorluklar içinde büyüyen bir Yaman gördük ve o kalbi
yaralar ile dolu çocukla (Halit Özgür Sarı’nın muhteşem performansı sayesinde)
direkt bağ kurduk. Onun ailesi ile ne zaman kavuşacağını heyecanla bekledik.
Dizi hızlı bir şekilde Yaman’ı ailesi ile bir araya getirdi. Alışılmışın
dışında bir yöntemdi bu. Hepimiz biliyoruz ki başka bir Türk dizisinde bu
kavuşma bir sezon boyunca gerçekleşmeyebilirdi.
Kavuşma gerçekleşti ama
Yaman’ın ailesine, yeni ortamına uyum sağlaması için zamana ihtiyaç vardı.
Bunun için tek başına büyüyen bir çocuk olarak ilk başta evlat olmayı öğrenmesi
gerekecekti. Onun artık bir annesi ve babası vardı. Kardeşlerinin onu kabullenmesi
için zaman gerekecekti. Yeni sosyal ortamına adapte olması için aşılacak bir
sürü yol vardı. Ben de bir seyirci olarak bunları izlemeye çok hevesliydim
açıkçası.
İlk bölümlerde hikaye hızlı
ilerledi. Boş sahnesi pek yoktu. Her sahne çok güzel düşünülmüş duygusal olarak
bir temele oturuyordu ama zamanla bir sıkıntı oluşmaya başladı. İlk bölümlerin
özelliği olan her sahnenin oluşturduğu duygusal bütünlük bozulmaya başladı.
Yazanlar ne kadar farkında bilmiyorum ama ben bir seyirci olarak diziden zevk
alamamaya başladım. Hızlı akan olay örgüsü tek amaç haline geldi. Ağız tadı ile
sindire sindire bir hikaye izlemek varken, seyirci olarak her hafta bir olay
silsilesi içine girip oradan oraya savruluyorum. Bu savrulmalar içinde duygusal
bağım da ortadan kalkıyor. Bir olay hakkı ile işlenmeden devasa duygu yükü olan
başka bir olay devreye giriyor. O olayı sindiremeden bir başka olay daha
devreye sokuluyor. Bunlar olurken de mantık hataları oluşuyor.
Senaryoda hikayenizi basit
anlatır karakterlerinizi ise kompleks hale getirip ne kadar
derinleştirebilirseniz seyircinin hikayeden aldığı zevk de o ölçüde artacaktır.
Basit hikaye, kompleks karakter, bu işin formülü bu. Bunun en iyi örneklerinden
biri İstanbullu Gelin dizisiydi. İzleyenler bilir her bir karakteri kompleks
olan ve buna karşılık hikayesi oldukça basit olan dizi izleyenlerde büyük bir
haz yaratıyordu. Yabani ise tam tersi bir anlatım şekli izliyor. Karakterleri
yeterince kompleks olan ve onlara odaklanması gereken hikaye sürekli yeni
açılımlar yapıyor. Olay örgüsü kompleks bir hale sokularak seyircinin aldığı
zevki azaltıyor. Yaman’ın ailesine adapte olmasını izleyemeden başka karmaşık
olaylar ortaya çıkıyor.
Ben şahsen bir seyirci olacak
Yaman’ın annesi ile anne-oğul ilişkisi kurmasını, ilişkilerinin paylaştıkları
anlar ile kuvvetlenmesini izlemek istiyordum. Dizinin duygu olarak en iyi
işlediği ilişki anne-oğul ilişkisi ama yine de yeterli vakit ayrılmadı. Buna ek
olarak Yaman’ın yavaş yavaş aşka kendini kaptırmasını o aşk duygusunu ilk defa
tadıyor olmanın verdiği şaşkınlığı izlemek isterdim. Bunun yerine Yaman bir
anda aşık oldu, Rüya açıkça aşkını ilan etti ama bu aşkın altı duygusal olarak
yeteri kadar doldurulmadığı için ben bu aşka ikna olamadım. Rüya ile ne
paylaştılar da ilişkileri bu kadar derinleşmiş görünüyor anlamadım. Bu hali ile
bir oldu bitti havası hakim oldu ve artık geriye de dönüş olmayacak. O ilk
duyguların saflığını ve güzelliğini izlemek yerine bir anda aşık olduğunu
söyleyen karakterler ortaya çıktı. Sonrasında ise aşklarını yaşamadan (yine
ikna olamadığım bir şekilde) ilişkileri imkansız bir hale evrildi.
Dizinin vaadi Yaman’ın
kendini yeniden var etme mücadelesiydi ama geldiğimiz noktada dizi ana
vaadinden giderek uzaklaşıyor. Devreye duygu yükü o kadar yüksek olaylar
sokuldu ki Yaman’ın yeni dünyasına adapte olma yolculuğuna bir türlü sıra
gelmiyor. Yaman’ın kendisini kaçıranların peşine düşmesi, Serhan’ın ihaneti,
dayısının ölümü, Umut’un hastalığı, Ece’nin hastalığı, Güven’in bir anda ortaya
çıkması, Çağla’nın hamileliği, Rüzgar meselesi, şimdi de Rüzgar’ın ölümü hepsi
büyük büyük olaylar. Hatta son bölümde üç farklı büyük olay vardı ve seyirci
olarak hangisine odaklanacağımı şaşırdım. Umut ameliyatta, Ece ölüme
yaklaşmakta iken üstüne bir de Rüzgar-Çağla kısmı. Bu büyük olayları hakkı ile
anlatabilmeniz için senarist olarak kendinize ve seyirciye zaman tanımalısınız.
İyi işlenmeyen ilişkiler
derinleşmiyor ve istenilen duygu da seyircide oluşmuyor. Eşref Ali ve oğlu
arasındaki ilişki gibi. İlk bölümlerde Caner affedilmesi mümkün olmayan bir
olaya karışmış ve aileden aforoz edilmiş biri olarak gösterildi. Sonra bir anda
ölümüne karar verildi. Başta yeterli zaman ayırılmayan Eşref Ali-Caner
ilişkisinden bir baba oğul dramı çıkarmaya çalıştılar ama çok fazla karikatür
kaldı. Annesi Caner’i doldurmuş babası ile arasını açmış. Tek bir replik ile
suçlu anne ilan edilip Eşref Ali ile empati kurmaya çalışmamız istendi. İstenen
bu ama seyirci olarak hiç ikna olmadığım gibi artık Eşref Ali’nin dizideki
varlığı da şu aşamada pek umrumda değil. Çektiği vicdan azabı da bana hiç
geçmiyor. Empati kuramıyorum. Çünkü empati kurmam için gerekli olan doneler
seyirciye verilmedi. Karaktere yeterli zaman ayrılmadı ve istenilen etki
oluşmadı.
Dizinin senaristleri
kendilerine bir misyon yüklenmiş. Ne olursa olsun temposu düşmeyen bir dizi
yapalım demişler gibi. Bunun için de her hafta kendi başına bir sezonluk dizi
hikayesi olabilecek bir olay ortaya atıyorlar ve bunu da en kısa sürede çözmeye
çalışıyorlar. Bu konuda oldukça başarılılar. Tempo hiç düşmüyor ama bu olayları
hızlı çözme refleksi de olayların yeterince iyi işlenmeden kapatılmasına sebep
oluyor. İstenilen buysa bir şey diyemem. Sonuçta reytingler gayet iyi ama dizi
tatsız bir hal almaya başladı. Bunun yerine biraz yavaşlayıp her ilişki aksına
bağları güçlendirecek hikayeler yazıp onları da sakin sakin işleseler tadından
yenmeyecek bir hal alacak. Bir seyirci olarak naçizane isteğim bu. Yoksa tatsız
tuzsuz bir olaylar silsilesi izlemek yerine diziyi bırakmak durumunda
kalacağım. Böyle güzel bir hikaye daha iyi anlatılabilir. Bu hali de tatmin
edecektir yapanları ama kaliteyi yukarıya çekip yıllar sonra da hatırlanmak
istiyorlarsa biraz yavaşlatıp tadını çıkararak anlatsalar çok daha iyi olacağını
düşünüyorum.
Emeği geçen herkesin eline
sağlık.