Baba: Bir Anadolu Hikâyesi, isminin de sloganının da hakkını vererek devam ediyor. En çok sevdiğim ve beğendiğim bölüm oldu, 4. bölüm. Ve içindekiler beni bilgisayar karşısına geçirmeye yetti... Bölümü niye beğendiğimi, bunun sebeplerini kısaca (çünkü yazıda asıl anlatacak başka şeyler var) anlatacak olursam:
1. Kesinlikle reklam kuşağı olması. Çünkü iki saat üstü dizi izlemek ve de bu dizideki tempo sorunu (aslında 'sorun' demek istemiyorum, çünkü bana bi' sorunmuş gibi gelmiyor, bir anlatım tercihi olarak geliyor. Sorun olduğunu düşünenler için de bu bölüm o da azdı ve daha derin bi' şeyler sundu bize) ile gerçek anlamda zor oluyordu.
Aslında bizim dizilerdeki süreler; sektör ve seyirciler için hep zor(du). Ama ben ve benim gibi seyirciler, seviyor ve katlanıyoruz. Açıkçası evet, ben televizyondan dizi izlemeyi, bir hafta bölüm beklenmesini (hâlâ) seviyorum. Çünkü dijital bir dünyanın içine doğmadım ve tek televizyon vardı. Ve küçük yaştan beri dizi/film izleyerek büyüdüm. Hani derler ya "Küçük yaşta televizyon izletmeyin." diye, şimdilerde ise "Telefon/tablet vermeyin." diyorlar. Doğrudur, yanlıştır uzun ve bi' uzman konusu. Ama ben çok bir zarar görmedim, en fazla zamanımı çalıyor. ^^
Durun, bağlamadan kopmak üzereyim, neyse. Asıl konumuza gelelim:
Demek istediğim reklam alması ve o tempo durumunun bir rayına oturması -aslında bunu, 4. bölümün daha güzel olma sebeplerinden 2. olarak sayabiliriz, hadi saydım gitti- bölümü güzel kıldı.
3. olarak karakterlerin (asıl yazıda anlatmak isteğim, yazının başlığında olan durum, 'Anadolu tiplemesi') hikâyelerine dair derinlikler, küçük küçük açılmalar hem tatlı meraklar hem de ileriye dönük "Aha bak lan şunun hikâyesinden ne olaylar çıkar, ne güzel şeyler olur!" vb. şeyler düşündürttü. Bu da hem bölümün hem de hikâyenin genel gidişatı ile ilgili olumlu oldu.
Tabii ilk bölümlerdeki yavaşlık (?), içlerine sinen diyalogları/hikâyeleri ve bunu seyirciye geçirme istekleri seyircinin hikâyeyi sahiplenmesine engel oldu ve çok kötü olamasa da iyi olmayan, her an baş aşağı olabilecek reytinglere neden oldu. Onun için bol tekrar ve hikâyenin güzelleşeceği hissini yansıtmak benim aklıma gelen ilk şeyler... İnşallah kendi kemik kitlesini en kısa zamanda oluşturur ve güzel 2 (iki) sezon bir dizi izleriz.
Anlayacağınız üzere ben bu diziyi sevdim, hele de çok doğru bi' Anadolu hikâyesi anlatması, Baba hikâyesi anlatması ve benim bu diziyi ilk başta izleme sebeplerimden biri olan (birkaç tane var da mesela biri: doğru, yanlış; olumlu, olumsuz yönleri ile bi' Anadolu hikâyesi anlatması) hikâyenin asıl çatışması, asıl derdi: Fakirken, orta halli iken, Türkiye'nin en zengin ailelerinden biri oluyorsunuz. Bu çok civcivli bir olay. Bu ve bu benzeri şeyleri bugüne kadar arkadaş ortamında olsun, aile içinde olsun, zengin birini gördüğümüzde ya da parasal bir durum gördüğümüzde, duyduğumuzda olsun hep sormuşuzdur birbirimize: "Sen, onun yerinde olsan ne yapardın, senin şu kadar paran olsa ne yapardın?" vb.
İşte bu çatışma, dizinin bu gündelik derdi, beni çok heyecanlandırdı. Çok haz aldığım bir hikâye bu, çünkü her şey 'Bir Gece Ansızın' oluyor. Teşekkürler bu güzel ve doğru hikâye için!
Not: Dizinin reji tonu düzeliyor, geçen yazımda birkaç bölüm beklemek lazım demiştim, doğru imiş.
Şimdi asıl konumuza gelelim, bu da 4. madde olsun o zaman:
Dizideki her karakter, her insan evladı, dizinin sloganı olan 'Bir Anadolu Hikâyesi'ne karşı; birer 'tipleme' olarak çok ama çok iyi şekilde görevini yerine getiriyor... Tek tek, her karakterin, aslında neyi tiplediğini, kendi fikrimce, naçizane açıklamak istiyorum...
Baba dizisi klasik ve klişe bir şey üzerine kurulu. Dikkat! Buradaki klişe tabirini olumsuz yapmak için kullanmıyorum. Ülkenin, insanın kökünde olan değerler, bilinen şeyler, yani bugüne kadar hep kullanmış olan klişeler çok doğru ve sıkmayacak şekilde kullanılıyor... Ve klasik de doğru kullanılırsa hep iyidir. Ama, bunu detaylı olarak birazdan açıklayacağım, dizide son zamanlarda popüler kültürde oluşmuş bir klasik/klişe var ve bu da 4. bölüme kadar aynı, hep kullanıldığı şekli ile kullanıldı...
Ama önce hadi şu tiplemelere bakalım:
Emin
Haluk Bilginer, her zaman ki gibi olağanüstü bir şekilde icra ediyor Emin'i. Bir şey demek benim haddime mi? Emin; ailede son sözün sahibi, herkes korkuyor, korku ile karşı saygı duyuyor... Ve Emin sevgisini de göstermiyor. Bunda en çok geçmiş hikayesi etkili ama, gene de bu, onun bilindik bir Anadolu baba figürü olduğunu değiştirmiyor. Kadir'in de dediği gibi, pencereleri açması lazım, ama onun karakter yapısına uygun değil. İşte bu çok güzel bir çatışma ve doğru işleniyor.
Fazilet
Çocuklarını çok seven, kocasının etkisinde ve gerisinde, tam da genellikle olduğu gibi Anadolu tiplemesini temsil ediyor. Ama, oğlu için Emin ile 4 sene boyunca da konuşmaması, Emin'in 4. bölümde "Ceyhun sözümden çıkmadı, artı puan verdim. Ama sana söylemedi diye puanlarını geri aldım." diyerek de Fazilet'e verdiği önemi gösteriyor veya senaristiler 'en azından' gerçekte böyle olması gerekiri gösteriyor.
Kadir
Daha çok eskiden, okuyabilen ve güvenilir evlat vardır ya, Kadir işte o. Ama aynı zamanda da gördüklerine ses çıkarıyor, susmuyor. Onun için aile içi kapışma da oluyor. Onun da yarası, en azından şimdilik bildiğiniz bi' yarası, annesinin çektikleri ve bundan dolayı kadınlara sahip çıkması.
Büşra
Her zaman yazacağım bunu: Özge Yağız'ın bu yükselişi beni çok ama çok mutlu ediyor. İnşallah her şey gönlünce olur, sevgili Özge Yağız!.. Büşra, pekâlâ istemediği bi' evlilik yapmış, sonra çocuğu olmuyor diye bazı laflara maruz kalmış, şiddet görmüş, ailesinin (en çok da babasının) korkusuna sesini çıkartamamış, yani "Her ailede olur, karı koca arasına olur, hangimiz kocamızdan dayak yemedik." vb. iğrenç laflar vardır ya, o lafların etkisinde kalmış, en sonunda abisi dayanamamış ve bildiğimiz malum olay olmuş, ama hep Büşra yıpranmış... Büşra da çok tanıdık değil mi? Eskiden ya evimizde ya da etrafımızda gördüğümüz; şimdilerde genellikle sosyal medyada duyduğumuz, gördüğümüz hikâyelerden sadece bir tanesi değil mi?.. Ve kendi annesi de şiddet gördüğü için bu konuda yaralı olan Kadir, Büşra'nın en büyük destekçisi...
İlk yazımda İlhan ile Büşra olur, demiştim, bunu demek için dahi olmaya da gerek yok. Ama İlhan'ın hemencecik etkilenmesini de beklemiyordum. ^^ Ahmet'in geleceği, sorun yaratacağı da belli idi. Bu bölümde ilk başta bir küçük sinir olsam da sonlara doğru o yalakalıkları eğlenceli oldu. Ama benden söylemesi: İlhan harcar onu. ^^
Keşke çok zamanım olsa da uzun uzun yorumlasam, ama biraz hızlanmak zorundayım... Yaşar; pasif, babasının etkisinde, onun daha sakini bir karakter. Para gördüm diye bozulacak değil ama, amcasının oğlunun çocuğuna, çocuğunun annesine sahip çıkıyor ya, benim aklıma şöyle iki şey geldi. Para Yaşar'ı bozmaz dedim ama ya bozarsa? Amcasının oğlunun sevgilisi, kadının ismi aklıma gelmiyor da Yaşar'dan etkilendi, ya o da etkilenirse? Bu ilk aklıma gelen, ama daha güçlü olan ikincisi: İlhan ya da genel o ortam etkisi ile gelişen olaylar etkisi ile o çocuğu kendinden olduğunu söyleyebilir, tarzında bir düşünce oldu bende, bilemiyorum valla.
Servet; parayı bulunca 'azıtmak' tabiri vardır ya, onun temsili. (Şöyle bir not eklemek istiyorum. Ben burada gerçekte olan ve çoğunluk tarafından düşünülen, bilinen şeyleri kendi üslubumca dizi üzerinden anlatıyorum. Gerçek hayatta da önemli olan şeyler hariç, gerisi beni de kimseyi de gerçek yaşamda birine bir zarar vermedikçe, alakadar etmez. Çünkü şu sözcüğü çok severim: banane. Ama bu banane, insanlığı kaybeden bir banane değil. Şu konularda hep çok ince bir çizgi var ve ben de ona çok dikkat ederek yazmak istiyorum, onun için de vurguluyorum.) Şahika ile birbirlerini tam bulmuşlar. Şahika da o "fettan" tiplemesi vardır ya onun temsili. Anadolu'nun farkı yerlerinde sevgilisiyle ile beraber dolandırıcılık yaptığını öğrendik ve en son başlarındaki belalardan kurtuluncaya kadar Servet'le evlenmiş ve gerisi malum... Şahika, Kübra, Kürşat ve Servet ile ilgili acayip derecede entrika yazılır, önlerinde bu konuda uçsuz bucaksız bir deniz var...
Biraz da Emin Bey'in torunlarına bakalım:
Dizide kızların çoğu kendi ailesinden değil başkalarından yardım istiyor, derdini anlatıyor. Örnek: Büşra kötü durumdayken yengesi ona destek oluyor, bunu gören Zeynep de yengesine gidip, dertleşiyor... Annesine hep olumsuz davranan Kübra da Şahika ile iyi. Biraz ona özeniyor... Ne bileyim, dikkatimi çekti bu detay ve eklemek istedim. Gündelik yaşamda da insan bazı şeyleri ailesi ile konuşmak istemiyor, belki hep içi içe olunca ya onları dertleri ile üzmek istemiyordur ya da farklı insanlar daha iyi geliyordur. (Tecrübe ile sabit.)
Kadir Can için diyecek çok şey yok. Servet'e çekmiş, desek yalan olmaz. Ama onun olayı genel anlamda Kübra'nın kameralara selam vermesinden, bir küçük konuşmasından daha az tepki aldı. Onu hiç anlamadım. Tamam, dayak yedi de genel atmosfer içinde diğerinden sönük kaldı...
Övdük... Övdük… Hadi biraz yerelim; ama haddimizce.
Farkındaysanız, bu tiplemelere İlhan ve babasını almadım. Onlar, az önce bahsettiğim popüler kültürün klasik hâli. Kısacası şöyle:
Ağır, dram türündeki dizilerde olan; haddinden fazla havalı, haddinden fazla psikopat kötü karakterler türemeye başladı. Sadece siyah-beyaz var onların dünyasında, onlar da siyah taraftalar ve beyaza düşmanlar. Hâl böyleyken tavırları, tarzları da abartılı kaçıyor. Hakan Kurtaş'a bi' lafım yok, çok başarılı. Ama karakteri, demin saydıklarım gibi. Bu benim için -tek bu dizi bağlamında demiyorum- olumsuz bir şey. Kötü adamımız, iyi insanlara (!) düşman! Ama sonsuza kadar, dünya umurumda değil, insanlar umurunda değil... Ne bileyim, bir tık abartılı geliyor bana. Ve İlhan'ın babası için de aynı şey geçerli... Ve karakterler genellikle -aslında hep- geçmişinde ailesindeki kişilerin onlara yaptıklarından dolayı bu hâldeler, İlhan da öyle. Annesini hiç görmedik, zamanı vardır, o da onun bir yarası olarak hikâyedeki yerini alacaktır.
Ve ikinci olumsuz düşüncem, Haluk Bilginer'in tekrar Alzheimer hastası bir karaktere hayat vermesi. Bu çooook mu abartılacak bir şey? Kişiye göre değişir. Bana soracak olursanız ben hoşnut olamadım pek!
Ve son olarak 'AŞK' ile bitiriyorum yazıyı. İlk yazımda Beril (Pozam) Hanım için övgüde bulunmuştum. Hikâye için daha fazla göremiyoruz onu ve böyle olmasını da açıkçası beni çok mutlu ediyor. Burada sektörde kanayan bir yaraya parmak istiyorum:
Tabii ki hiçbir şey aşksız, o çok sevilen 'ship'siz olmamalı, bu kadar güzel bir duygu olan aşk hep olmalı da. Ama her şey kararında olmalıdır ya, bu konu da öyle... Diziler esasında bir hikâye anlatır. Ve o hikâyenin içinde biz aşkı görürüz. Aynı bu dizide olduğu gibi, bu dizi bir Anadolu hikâyesi anlatıyor ve içinde de bir sürü -en güzel Sevil ve Kadir gibi gözüküyor ki ben de çok sevdim, ama Büşra'nın da hikâyesi çok güzel olacak- aşk hikâyesi var... Ama bir dizi genelinde aşk hikayesi ise ona laf yok. Ama;
"Ship" dediğimiz şey, zamanla gözümün/gözümüzün önünde sektörü esir almaya başladı. 'Abartıyorsun' diyebilirsiniz, ama ben abarttığımı düşünmüyorum... Bir sürü örnek var: Bir dizi haberi var, haberde diyor ki: "X, oyuncunun partneri şu (Z) oldu. Artık o Z oyuncunun durumu X oyuncunun partneri olması. Onun hikâyesinin bi' önemi kalmıyor, genel hikâye içinde önemi düşünülmüyor. Genellikle yani... Ben 9 senedir (14 yaşımdan beri) bizim dizileri izleyen biri olarak bunu canlı olarak gördüm...
Neyse, değinmeden geçmek istemedim bu konuya. Asıl son kısma gelelim:
Kadir, kötü bir durumdayken Sevil'i aradı ve ona sığındı. Buradaki sahneler o kadar güzeldi ki. Belki kendi özel yaşamımda da (ben de çok değer verdiğim bir kıza hediye etmek için bir kitabın ilk baskısını aramış, ama bulamamıştım, başka bir yazarın kitabını imzalatıp hediye etmiştim) böyle bir şeye önem verdiğim için buraları çok sevdim. Ama öyle ya da böyle diyaloglar, hâl ve hareketler ve genel olarak her şey çok güzeldi, inşallah hep böyle olur.
Naçizane bir yazı, teşekkürlerimle!