Bir adam düşünün… Varlıklı bir ailenin oğlu olsa da annesinin kuralları çerçevesinde kararlarını almak zorunda bırakılmış, aşkı tanımamış, küçüklüğünden beri çocukluk arkadaşı ile evlenmesi planlanmış, kendi deyimiyle annesinin projesi olarak nitelendirdiği bir evliliği yapmak üzereyken nişanlısı ve kardeşten öte gördüğü, öyle ki çocuğuna bile onun adını vermeyi planladığı en yakın arkadaşının ihanetine uğramış yaralı bir adam…
Bir kadın düşünün… Çocukken kaybettiği ailesi ile birlikte hayatın çabucak olgunlaştırdığı güçlü ve bir o kadar kırılgan bir kadın… Öyle ki kırılmaktan korktuğu için o yaşına kadar aşkı bile tatmamış… Kendince küçük bir dünyası var… Kendi ayakları üzerinde duran, güçlü ve kalbi güzel bir kadın…
Ve bir gün bir kaza olur… Bu kaza ile kesişen yollar… Bir canı kurtarmak adına verilen ortak çaba… Sonra bir tesadüf olur… Uzun bir yolculuk yapmış olan yorgun ve yaralı adam bilmeden o kızın çalıştığı yere gelir… Tesadüf bu ya yakınlardaki otelde konaklıyordur… O akşam söz verilen kahve ısmarlanır ama yine ufak bir kaza yaşandığı için sebep olunan şeyler telafi edilir… Öyle ki el bebek gül bebek büyümüş ,o yaşına kadar eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş olan esas oğlan sırf esas kız zor durumda kalmasın diye çalıştığı yerin temizliğini bile yapar… Aynı akşam bir çay eşliğinde hayaller paylaşılır… Genç adam evladından, atından, Fırtına’sından bahseder… Genç kadın güzel kalbini ortaya koyan hayallerinden… Sonra kızın söylediği bir söz adama bir fikir verir… Ve hikaye burada başlar…
Sonrası mı? Bir sahte evlilik… Oyun arkadaşlığı… Herkese öfkeyle baktığı anda genç kadınla göz göze geldiğinde gülümseyen bir adam… Yağmurda dans eden, yaşadığı onca acıya rağmen hayat dolu genç bir kadın… Aralarında gelişen güçlü bir bağ… Ve en önemlisi aşk… Üstelik bu iki yürek de aşkı ilk kez tatmaktaydılar…
Ve klişeler… İki aşığın arasına giren üçüncü kişiler, kaybetme korkusuyla söylenmeyenler, acıyla büyük hata yapanlar… Ve daha nicesi… Peki geriye ne mi kaldı? Hala çok aşık iki yürek onlar… Kimden mi bahsediyorum? Tabi ki Ayşe ve Ferit’ten… Hataları oldu ikisinin de bu yolculukta ama onlar hep aşık kaldılar… Aşkı ilk kez tattıkları için düştükleri anlarda oldu ama yine birlikte ayağa kalktılar, kalkacaklar… Onların arasındaki o güçlü bağ… O büyük aşk… Tüm zorlukların üstesinden gelecek türden…
Sonrası… İzleyip göreceğiz elbette… Bu büyük aşkın daha ne zorluklarla karşı karşıya kalacağını merak ederek…
Hep söyledim, yine söylüyorum, Kalp Yarası’nın en büyük kozu Yağmur Tanrısevsin ve Gökhan Alkan uyumu. Ekranda öyle güzel bir uyum var ki şüphesiz dizinin en büyük izlenme nedenlerinden biri Ayşe ile Ferit. Oyuncular öyle güzel bürünmüş ki rollerine onlarla birlikte üzülüyor onlarla birlikte gülüyor izleyenler. Ara ara senaryoda hayal kırıklıkları yaşansa da bu uyum hep umut vaat ediyor izleyiciye. Sonuç olarak izlemesi keyifli bir çift geliyor ekranlara.
Bu yazıyı kalem alıyorum çünkü hala izlemeyen varsa diyerekten. Sıkıca tutunsunlar bu çifte. Öyle güzel bir uyumları var ki saatlerce izleyebilirmişiz gibi. Senaryoda eksiklikler var elbet ama bu yazıda bundan bahsetmeyeceğim. Sadece doya doya bu çiftin uyumunu öveceğim. Çünkü gerçekten hak ediyorlar…
Hele bir pembe oda sahnesi var ki… Bütün duygu geçişlerinin bir arada yaşandığı bir an… Gerçekten başarıyla çekilmiş, oynanmış bir sahne olarak hafızalardaki yerini alan.
Kısaca bu çift gerçekten başka. Harika bir uyum söz konusu olan… O yüzden hala izlemeyen varsa… İzlemeye değer türden…
Sevgiler.