Sen Çal Kapımı: Nefret değil bu… Peki aşk mı?

Sen Çal Kapımı: Nefret değil bu… Peki aşk mı?
Masallar çocukları uyutmak için var. Hayır, masallar çocuklar güzel hikayelerle büyüsün diye var. Çünkü bu hikayelerin her zaman verdiği bir hayat dersi vardır büyürken kulağımıza küpe yapacağımız… Külkedisi’nden Kırmızı Başlıklı Kız’a, Uyuyan Güzel’den Rapunzel’e hepsi hayatlarında birçok zorluklarla karşı karşıya kalmış ve bu zorlukların onlara verdiği güçle kendi mutlu sonlarına ulaşmışlardır… Eda Yıldız gibi.
 
“Hayat sürprizlerle dolu bir hediye ve hayatı güzelleştirmek bizim elimizde. Ben de çiçeklerle, kitaplarla ve dostlarla dolu bir hayat kurdum kendime. Annem çiçekçi olduğu için ezbere bilirdim tüm çiçekleri ve peyzaj mimari olmak tek hedefimdi. Başardım da… Her okulu birincilikle, burslarla bitirdim, geleceğim parlaktı, mezun olur olmaz işim garanti. İtalya İtalya bekle beni diyorum derken hayaller İtalya gerçekler petunya” diyerek başlayan masalında bir şey ters gitti, o da Serkan Bolat’tı. Ama “Her şerde bir hayır vardır” sözünü unutmamak lazımdı. İptal olan burs onun hayatında hiç beklenmedik bir masalın başlamasını sağlamıştı. Ancak mutlu sona giden yol, her masalda olduğu gibi bunda da oldukça engebeliydi. Üstelik karşısındaki Japonya’dan ithal edilmiş dümdüz bir robot, hatta kendini çok beğenen ve dünyanın onun etrafında döndüğünü sanan bir tavşancıktı. İyiydi, hoştu ama çok kibirliydi. Herkesin onunla yarışmasını isterdi ama kimse korkusundan niyetlenmezdi. Ta ki kader karşısına akıllı mı akıllı ve aynı zamanda “korkusuz” bir tosbağayı karşısına çıkarana dek:
 
“Seni ziyarete gelmek istedim çünkü seninle yarışmak istiyorum.”
 
Tavşan kazanacağına çok emin olduğu bir yarışa girer ama kibrinden o kadar yavaş gider ki hiç beklemediği bir anda tosbağa kazanır bu yarışı: “Sen çok yetenekli olabilirsin ama o yeteneğini doğru kullanmazsan ve sürekli böbürlenirsen kimse seni sevmez ve yalnız kalırsın.”
 
 
 
Serkan Bolat da, Eda Yıldız ile tanışana kadar bu kibrinden hiçbir zaman ödün vermeyen bir tavşandı. Bursunu kesmiş olma ihtimalini bile düşünemeyen, Selin’in başka bir erkekle nişanlanabileceğini kabul edemeyen bir tavşan. Ama önce kelepçeyi bileğine takan daha sonra hayatın direksiyonunu onun elinden alan Eda Yıldız ona yalnız kalmamak adına kibrinden ve gururundan vazgeçmesi gerektiğini öğretti. Taş devrinde yaşayan Serkan Bolat, Eda ile Rönesans ve reformu geçerek aydınlanmıştı. Onun en derinine inip aslında olmak istediği ve olamadığını insanı ortaya çıkarmıştı. Tabi bu aydınlanma çok da kolay olmamıştı Eda ile Serkan bazen küçük, bazen ise büyük yaralar alarak senkronize olmayı öğrendiler. İlk kez birbirlerine kelepçeli arabayı kullandıkları bilekleri yara bere içinde kalırken zaman içerisinde birbirlerine uyumlu olmasını öğrenmişlerdi.
 
“Merak ediyorum biz bu kadar büyük bir aşk yaşarken de hep böyle didişir miydik?”
“Sen hatırlamıyorsun ama öyleydik. Böyle olunca aşk olamaz mı? Anlaşmak sürekli noter gibi her şeyi onaylamak değildir. Biz anlaşıyorduk seninle… Biz o zaman tamamlıyorduk birbirimizi. Aynı anda aynı şeyi hisseder, aynı şeyi söylerdik.”
 
 
 
Eda ile Serkan’ın birbirine zıt karakterlere sahip olmalarına ve sürekli didişmelerine rağmen birbirlerine uyum sağlama hikayeleri teraryumdaki bitkilere benzer. Teraryum daha önce Ayfer halanın da bizlere söylediği gibi bitkilerin bir arada yaşamayı öğrendiği bir eko sistemdir. Bu ekosistemde yaşamak adına farklılıklarına değil de ortak noktalarına odaklanırlar. Bunu başardıklarında azla yetinmeyi, birlikte nefes almayı, yan yana durup birbirine dokunmayı öğrenirler. Onlar da önce birlikte girdikleri aşk oyununda inandırıcı olmak adına gerçek bir kelepçeyle, daha sonra da duygularını itiraf ettiklerinde ise görünmez bir kelepçeyle uyum içerisinde yaşamayı öğrendiler. Aslında bu kelepçe Eda’nın barakada bahsettiği bağlılıktı, aşkın ta kendisiydi…
 
Daha önce de söylemiştim aşkı daha önce yaşamayan için aşkın ne olduğunu anlamak ya da âşık olduğunu anlamak zordur. Ama aşktan kaçamazsın. O bir şekilde seni yakalar:
 
“Sürekli kafamdasın, her bir düşüncemin içindesin, beynimi ele geçirdin, hayatımı ele geçirdin, ben bıktım!”
 
Ve sen ne ilk âşık olduğun ne de ilk aşkını itiraf ettiğini anı başına ne gelirse gelsin unutmazsın. İlk aşk hep özeldir, farklıdır. Bir senelik tüm anıların hafızandan silinse de o anlar hep kendilerini bir şekilde hatırlatırlar. Aklının sana oyun oynadığını sanırsın, gerçek mi değil mi bilemezsin bir türlü. Ama o kişi karşında kanlı canlı durduğunda, onun kokusunu aldığında gerçek olduğunu bilmesen de aynı garip duygular yeniden seni hapis alır:
 
“Aklımdan çıkmıyor. Yaklaşınca kokusunu alıyorum, kokusuyla her şey oluyor. Anlamıyorum ne oluyor.”
 
Aslında anlıyorsun ama itiraf edemiyorsundur. Karşındakinin duygularından emin olmadan kendi duygularını bir yere oturtmaktan korkarsın:
 
“Ne zaman biz tartışsak, senin gözlerinden alev fışkırıyor ama içeride başka bir şey var.”
“Nefret!”
“Nefret değil, biraz aşkla karışık bir şey sanki.”
“Aşk bizden geçeli çok oldu.”
 
 
 
Uğraşırsın ama istediğin cevabı alamazsın. Çünkü aşk kendini sözlerde değil, gözlerde belli eder. Aşkı görmek için aklınla değil, kalbinle bakman gerekir. Neyse ki bizim duygusuz robotumuz eski ayarlarına dönmüş olsa da bazı öğrendikleri hala bilinçaltında var olmaya devam ederek yeri geldiğinde kendini gösteriyor. Limonlu suyun insanı rahatlattığını, teraryumda bitkilerin bir arada yaşamayı öğrendiğini, Engin’in getirdiği sözleşmeyi okumadan imzalayarak insanlara bazı güvenilmesi gerektiğini hatırladığı gibi… Ancak bunlardan çok bilinçaltının asıl devreye girdiği an Eda’nın “Hem nefret etmem için sevmem gerekiyor, ben seni sevmiyorum artık” derken gözlerinin ta içine bakıp akan göz yaşlarını görmesini sağlamasıydı. Belki davranışları aksini söylüyordu ama ben eminim ki Serkan, tüm bu sözleri söylerken Eda’nın gözlerindeki acıyı görmüş ve “Sana da bana da yetecek kadar çok seviyorum seni, elimi tutsan yeter” sözlerini duymuştu. Aksi takdirde robot Serkan ne Eda’nın cenneti olan çiçek bahçesine gider, ne de akşam yemek sürprizini ayarlardı. Engin’in çok geç kalmış “Kendi içinde Eda’yı bul ve bunu onunla konuş” tavsiyesini aslında Serkan elinde Kürk Mantolu Madonna ile Eda’nın karşısına oturduğu gün hayata geçirmeye başlamıştı. Eda’nın çok ani bir şekilde Deniz ile nişanlanması ve Selin’in daha önce aşkın onu değiştirdiğine dair söylemleri olmasa çoktan Eda’yı içinde bulacaktı da, herkes sanki elbirliğine girmişçesine onun tam tersi yönde gitmesine neden oluyordu.
 
Evet bu bir romantik-komedi, gülmemiz de lazım ancak Eda ile Serkan’ın bu büyük aşkına şahit olanların bunu Serkan’a hatırlatmamaları, hatta Selin’in yaptıklarını unutmuş gibi yapmalarını kesinlikle kabul edemiyorum. Onlar değil miydi Eda birkaç gün ortadan kaybolduğunda “Eda gitti eski Serkan Bolat geri geldi” diye üzülen, Serkan’ın Eda ile oluştuğu kişiye hayran kalan. Kınasında göbek atan, bekarlığa veda tatilinde barıştıkları için çığlıklar atan, düğünlerinde en az onlar kadar heyecanlı olan… Bugüne kadar değişen senaryo akışında birçok hata olsa da galiba en çok içselleştirdiğim ve kırıldığım bu oldu. Neyse ki Eda ile Serkan’ın aşkı o kadar büyük ki onların vurdumduymazlığına, silinen onca hafızaya ve Selin’e rağmen varlığını korumaya devam ediyor. Simsiyah bardak yeniden kırmızıya dönüyor. Veda ederken “Bin kere dünyaya gelsem yine sana âşık olurum” diyen Serkan Bolat yine eskisi gibi Eda’sız bir dakika bile geçiremiyor. Mesai saatinde telefonunun sesini kısarak 50 tane teraryumu hazırlaması için Eda’ya yardım edecek kadar…
 
Belki eski güzel hatıralarını hatırlamıyor ama biriktirdikleri yeni hatıralarla Eda’nın sessizce dile getirdiği “Seni bulmaktan önce aramak isterim. Seni sevmekten önce anlamak isterim. Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de sana hep yeniden başlamak isterim.” sözlerinde olduğu gibi Eda’yı yeniden keşfetmeye, anlamaya ve tanımaya başlıyor. Hatta annesi Aydan Hanım gibi gizliden gizliye ona hayran oluyor: “Eda korkusuz değişik bir insan.”  Zaten her masal kahramanını da özel yapan bu değil midir? Korkusuz ve güçlü olmaları… Ona bu ilhamı veren ise annesi sayesinde tanıştığı çiçekler oldu.
 
En sevdiğim sahnelerden biridir 9.bölümdeki Eda’nın Serkan’a birbirlerine kelepçeli bir halde yürüyüş yaparken çiçeklere dair dile getirdiği cümleler: “Çocuklara umut olmak için çiçek dersi veriyorum. Ben hayatta her şeyi çiçeklerden öğrendim. Hayata nasıl tutundukları, neye kırıldıkları hepsi ders oldu bana. Onlara ‘çiçekler ne yapıyorsa siz de onu yapın, hayatta dimdik durun, güneşe dönün yüzünüzü, güneş doğdukça umut vardır’ diyorum.”  İşte o da şu anda unutulmuş olmaya rağmen çiçeklerden bu öğrendikleriyle korkusuzca Serkan’ın karşısına dikilip “Sen benden vazgeçtiğinde, ben de senden vazgeçtim” diyebiliyor.
 
 
 
Geçen hafta da söylemiştim Eda’nın bu aşk oyunu bu masalın kara lekesi ve en azından bu oyunun Serkan’ın hafızası yerine gelmeden deşifre olmasını istiyorum diye. Ceren sağ olsun kötülük yaptığını düşünerek daha doğrusu Deniz’in Eda’nın bu şekilde vazgeçeceğine inanarak tüm bu dileklerimizi gerçeğe dönüştürüyor. Serkan’ın kafasında cevaplanmayan sorular, dengesiz davranışlar Ceren’in tek bir sözüyle yerini buluyor. Evet, belki Eda’nın önce itiraf etmesini istiyor fragmandan anladığımız kadarıyla ama en azından biliyor ya Eda’nın gerçekten de ondan vazgeçmediğini işte bu benim içimi rahatlatıyor. Çünkü biliyorum Serkan’ın hafızası Eda’ya aşkını itiraf ettiğinde yerine gelecek. O sözler ağzından döküldüğünde bir anda tüm taşlar yerine oturacak. Ancak bir başka dileğim var ki Serkan’ın bu süreçte Selin’den ayrılması. Başkasıyla nişanlıyken Eda’ya doğru adımlar atması bir yandan insanın içini huzursuz ederken itiraf edeyim diğer yandan da Selin aldatılmayı hakketti diye düşünüyorum. Hepimiz biliyoruz ki Serkan tekrar Eda’nın yörüngesine girmemek adına bu adımı attı. Şimdi de “ben kimseyi yarı yolda bırakmam” diyen bu adam çocukluk arkadaşına karşı attığı bu adımdan nasıl döneceğini kendisi de bilmiyor sonuçta o yanındaki Selin’in bir sene önce bıraktığı Selin olduğunu sanıyor. Ona delice aşık kusursuz bir kadın, çocukluk arkadaşı…  Ancak neyse ki Selin, Ferit’in uyarılarına rağmen acele ediyor. Acele ettikçe de hata yapıyor. Yaptığı hatalarla daha önce de olduğu gibi kendi sonunu hazırladığı ise farkında değil. Onun için üzülüyor muyuz? Tabi ki hayır. Serkan’ın yanında ve onunla samimi bir şekilde her gördüğümüzde çok kızsak da kendisi için altı farklı baharattan hazırlanan özel bir kahveyi beğendiği halde alıştığı tatlardan vazgeçemeyen Selin, yani bu masalın cadısını bekleyen sonu hepimiz çok da iyi biliyoruz.  Size tavsiyem bu kızgınlık duygusuna kapıldığınızda şunu hatırlayın Melo gibi tam pastasını üflerken bir dakika bulup geliyorum diyerek Serkan’ın onu oracıkta bıraktığını, Sevgililer Günü akşamı onu yalnız eve gönderdiğini ya da Eda’nın yanında çiçekçideyken telefonunu açmadığını…
 
 
 
O da yetmezse ilk bölüme gidip bakarak Serkan’ın Selin’e davranışlarıyla, Eda’ya olan davranışlarının her zaman ne kadar farklı olduğunu görebilirsiniz. Âşık olan ile, olmayan Serkan’ın arasındaki farkı. Bunun en güzel örneği ise Selin’in Serkan’a nişanlandığını söylediğini Serkan’ın ona verdiği tepkiye yanıtıdır:
 
“Bu mu derdin senin Serkan? İş, rekabet ve Kaan? Nişanlanıyorum diyorum ve bu cevabı mı veriyorsun sen? Biz ayrılalı ne kadar oldu Selin, bana bunu nasıl yaparsın Selin, bana niye söylemedin, neden Ferit Selin? Yerine…”
“Yapmak istediklerini yapanlar genellikle duymak istediklerini duymazlar Selin.”
“En azından ikimizden biri bir şey yaptı, bir karar verdi, durup beklemedi. Zaman akmıyormuş, hayat geçmiyormuş gibi davranmadı.”
 
O zaman Selin’e hesap sormayan Serkan Bolat şimdi Eda Yıldız’a hesap sormaktan hiç çekinmiyor: “Hangisinin aşkı daha güzeldi? Serkan’ın mı, Deniz’in mi?”, “Mutlu musun?”, “Madem bizim aramızda olağanüstü inanılmaz bir aşk vardı, o zaman nasıl bir günde, biriyle evlenme kararı alıyorsun?” Ayrıca aynı Serkan Bolat bir zamanlar durup beklerken şimdi harekete geçerek “Aşk mı, nefret mi?” sorusunun cevabını bulmak adına “Gözlerini kapa aç buradayım” diyerek bıraktığı aşkının yeniden peşine düşüyor. Sonuçta hiçbir şey onu Eda’dan uzak tutamaz değil mi? 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER