Biz gideriz, Çukur kalır

Biz gideriz, Çukur kalır
Dile kolay, 32 hafta her Pazartesi Çukur’daydık. Aile ve sadakatten beni yakalayan Çukur, mafya ve aksiyonuyla haftaya enerjik başlamamıza vesile oldu çoğu zaman. Oyuncularıyla yaşattığı görsel şölenleri de işin ekstra artısıydı üstelik. Aralıksız olarak İçerde’den sonra yazdığım ikinci dizi olduğundan da apayrı bir keyif verdi bana. Ekibin verdiği emeğin yanında benim ki hiçbir şey olmasa bile her bölümü naçizane kendimce yorumladım, yeri geldi övdüm yeri geldi eleştirdim. Hak ettikleri sahnelerde haklarını teslim ettik, ayakta alkışladık. Soru işaretlerine boğulduğumuzda sonuna kadar teori üretip tartıştık. Can sıkan hikayeler olduğunda az bir şikayet ettik ama her seferinde hikaye içinde patlatılan bombalarla gönlümüzü aldı canım senaristimiz. Her iş, her hikaye tadında bırakıldığında güzel olur fakat illa devam ediyorsa da heyecanlandıracak malzeme bulmak ve onu iyi verebilmek gerekir. Haftalardır süregelen olaylara bakınca ‘Sonumuz ne olacak?’ diye korkarak bekliyordum. Cumali, Meliha, BSO’lar… Bir taraftan işler çok büyük patlayacaktı orası kesin, hazır ol vaziyette bekliyorduk. Finalden bir önceki bölüm yazımda bolca tekrar ettim, dedim ki, ‘Önümüzdeki haftaya hiç güvenmiyorum, her an herkes ölebilir, kim sağ kalır bilemiyorum.’ Tahminlerim vardı elbet Emrah gibi, İdris gibi fakat tüm kadronun ölümü… Önceki haftalardan takip edenler çok iyi bilirler beni, iyi sahnelere saygı duruşu ve ardından alkış geleneğim vardır. Bu bölüm belki de önceki bölümlerin tamamının toplamından daha fazla hak etmiş olabilirler alkışı. Detaylara girmeden önce yazana, çekene, oynayana ve ekibin tamamına helal olsun demek düşer bize de. Emeklere sağlık!

Geçen hafta İdris-Selim-Vartolu yüzleşmesinden sonra bu bölüm benim için yüzleşme niteliğinden çok bir patlama niteliği taşıyordu. Çünkü işlerin son raddeye gelişinin ardından sonuçlarını yani patlamasını izleyecektik artık. Öncelikle bölümün tamamında olan, bayıldığım bir detaydan başlamak isterim. İlk on dakikasında da belirgin olarak gördüğümüz ağır gerilim havasını gereksiz giren şarkılarla bozmamaları bölümü 1-0 önden başlatmıştı zaten. İdris’in arada kalışı önce oğlunun ihanetini sindirmeye çalışması ve hemen peşi sıra gelen Çukur’un elden kayıp gidişi. Eş zamanlı olarak artık gerilimin yerini aksiyona bırakmasıyla hepimiz ‘Başlıyoruz!’ diyerek bir doğrulduk. Yamaç Bey’imizin çat çat Nazım ve Emrah’ı avlayışı fazla kolay oldu ama o sahnelerin güzelliğini nasıl anlatabilirim bilemedim. Hakkını vermek gerek lastikler, lastik içinde adamlar, patlamalar ve sislerin içinden slow motion çıkan bir adet Yamaç Bey… Tabii Nazım’ın yakalanması henüz sorun değildi çünkü eli kolu bağlanan İdris Baba çoktan her şeyini feda etmeyi göze almıştı bile.

Bir sezon boyunca kısa bir süre acıdığım ve haline üzüldüğüm bir adam olmuştu İdris Baba. Vartolu’nun oğlu olduğunu öğrendiği sıralarda belki bir şeyler değişir ve daha değişik, samimi bir aile olma yolunda görürüz demiştim kendisini zamanla. Maalesef olmadı. Aksine her geçen bölüm kendisine kızgınlıkla ‘Yazık’ dediğim bir karaktere dönüştü babamız.

Yoktan var edilen bir Çukur var ortada, kimsesiz bir adam tarafından tek başına kurulan. Evet, belki büyük zorluklar atlatmış, o da her şeyini feda etmiş. Sonra da ailesini bile hiçe sayarak tek ailesi olarak Çukur’u görmüş. Eğer aile üzerine bir temel kuracaksa hayatında önce kendi evlatlarından, torunlarından başlayacaktı. Nasıl baba olamadığını, nasıl aileye sahip çıkamadığını 8 aydır konuşuyoruz burada. Bu saatten sonra İdris Koçovalı için de, Çukur için de artık çok geç ne yazık ki…

Bölümde bir diğer bayıldığım detay ise olayların çok hızlı ve akıcı oluşuydu. Bazı yerlerde belki de fazla hızlı oldu zaman akışları ama bu rahatsız edici olmasının tersine daha çok heyecanlandırıcıydı bence. Sezon finaline özel olan bu durum keşke her bölüm böyle olabilse dedirtti izlerken. 2 saat boyunca sıkılmadan, zamanın nasıl geçtiğini anlamadan ekrana bakakaldığımız şeyler izlemeyi çok arıyor bu gözler artık bu zamanlarda.

‘Olmuşla, ölmüşe çare yok.’ Benim de çok sevdiğim bu sözü duyar duymaz nasıl olur da bugüne kadar bunu İdris Koçovalı için düşünememişim dedim. Artık tam anlamıyla İdris Baba ve Koçovalı’lar için durum bundan ibaretti. Ortada bir savaş vardı. Ama bu savaş sanıldığı gibi dışarıdan yabancılarla olan bir savaş değildi. Aile içi bir savaştı. Evlatlarının babasıyla verdiği bir iç savaş. Ve bu savaşta baba kaybetti. Evlatların yöntemleri doğru değildi belki ama doğrusunu yaptıklarında anlayan mı oldu sanki? Savaş bittiğinde ve herkes bulunduğu yere geldiğinde asıl önemli olanın, ihtiyaç duyulanın sevgi olduğunu anlayabilmeleri de güzel bir detaydı ama bilin bakalım ne olmuştu? Yine her şey için çok geçti. Tüm bunlar olurken, Koçovalı’lar evlerinden ayrılırken Sultan Hanım’ın düşüncelerini merak etmiştim ilk kez. Bunca savaşın ortasında belki de en saf halleriyle birbirini seven iki çocuğa karşı ‘Ağlayanın canını yakarım.’ deyişiyle tam da beklediğim cevabı almış oldum. Belki çok derinlerde İdris’e üzülme ihtimalim olabilir bir gün ama Sultan’ın o kanlı düğünden sağ çıkmaması için bir baskın da ben yapabilirim sanırım…

Kral istediği tahtı alır, kardeşi babasını Çukur’dan atar. Değişik de olsa bir kardeş dayanışması vardı ortada. Öfkelerinden yaptıkları bunca planların kendilerine dönüşü önce zafer sonra daha çok kan şeklinde oldu. Selim ve Vartolu’nun kendilerine göre sebepleri vardı Çukur’u ele geçirmek için. Selim önce kendini kanıtlamak için istedi ardından sırf babasının olmasın da kimin olursa olsun dedi. Vartolu ise aslında içinde ailesi varken istiyordu Çukur’u. Herkes gidince Çukur’u değil, ailesini istediğini anladı bir kez daha. Sadiş’i de karnında bebeğiyle geldiğinde düşünmeden Tokat’a yerleştiler bile. Hem de hep hayalini kurdukları o güzel eve… Üstelik yanında Medet’iyle!

Yamaç yine çekilen ve yalnız kalan taraf oldu. Tabii bunların fırtına öncesi sessizlik olduğunu o da bilmiyordu, biz de. Sena tarafından beklenen oldu ve istenmeyen koca konumuna düştü Yamaç. O konuda eşine ilgisizlik açısından bakarsak suçu kendinde bulmakta haklıydı. Ardından sahte doktor mevzusuyla planları anlayıp Emrah’la karşı karşıya geldiği sahnede son kez ‘Türk Marşı ve Heyecanı Yok’ parçaları çarpıştı adeta. Hafiften yok artık dedirtse de izlemesi fazlaca keyifliydi ikiliyi. Çok bekledim Emrah’ı öldürecek diye ama Sena söz konusu olunca yine gol gelmedi iki taraftan da. Böylece Sena’yı kaçıran Emrah kaçırdığıyla ve ölmediğiyle kalmıştı, taa ki…

Taa ki, biz Nazım Bey’le tekrar karşılaşana kadar. İplerin kopuşu Nazım ve Emrah ile başladı. İkilinin sahnesi başladığında Nazım sinsice portakal suyu hazırlarken kardeş zehirleme mevzusunu açınca ‘İşte bu sahneden bir ölü çıkar.’ dedim direkt. Nazım ve Emrah için daha güzel bir ölüm sahnesi yazılamazdı sanırım. Efsane sahneydi. Nazım’ın hazırladığı zehirli içecek içilecekti bir şekilde ama Emrah’ın Nazım’ı vurması, işte o beklenmeyen bir hareketti. Öldüklerine sevinip bir o kadar da üzüldüğüm nadir karakterlerden olacaklar. Ahmet Tansu Taşanlar ve Alperen Duymaz, küçük beyefendimiz ve kürdanlı amir, emeklerine sağlık, muhteşem performanslarını unutmayacağız. İki Beyefendi de hak ettiğini buldu. Büyük Beyefendi Baykal’ı ise unuttum sanıyorsanız yanılıyorsunuz, kendisinin hala ölmediğini düşünen biri olarak her an her yerden çıkmasını bekliyorum ikinci sezonda!

Gelelim asıl olayımıza! ‘Kalan sağlar bizimdir!’ Sezon finalini izledikten sonra bu cümleyi kuracağıma o kadar emindim ki… Ancak şu an bu cümleyi kurmayı bırakın, kalan sağların kim olabileceği ihtimallerini düşünemiyorum bile! Dizi de normal bir bölümün içinde zaman atlamalarını hiç sevmem aslında. Sena’nın kayboluşu, Sadiş ve Salih’in Tokat’a yerleşmesinin ardından 3 ay sonrasına ışınlandık. Herkes halinden mutlu ve huzurluyken o da ne? Çukur’u çakma sembollü yüzüklere sahip adamlar basmaya başladı. Aslında Çukur’dan önce Tokat’ta Salih’e saldırdılar, sonra İdris, Emmi ve Paşa’ya. Düğün hazırlıklarını görünce bu sahneden de ölüm geçer demiştim ama tüm ailenin katledileceğini düşünemedim. Sanırım canım senaristimiz Gökhan Bey, düğün sahnesini yazmadan hemen önce Game of Thrones’ta ‘Red Wedding’ bölümünü izlemiş olmalı çünkü öyle bir sahnenin başka açıklaması olamaz. 2. sezona cast için birçok açık kapı bırakılmış oldu böylelikle sezona devam etmek istemeyen ben öldüm diyerek gidebilecek bu sayede. Sadece herkes gider de Sultan yaşarsa valla bu sefer ben bombalarım o evi.

Sevdiklerine zarar gelmesi fikrine bile katlanamayan Yamaç, o düğün yerini gördükten sonra karanlık tarafı bırakın paralel evrene bile geçer beyninde çakan şimşekleriyle! İkinci sezon için tek kesin olan bilgi bu olabilir elimizdeki. Diğer elimizde kalanlara bakarsak, Sadiş ve Sena’nın yaşadıklarına emin olabiliriz. İdris, Emmi ve Paşa’dan ikisi net yaşıyordur bence. -Umarım Paşa’yı kaybetmişizdir.- Fakat Selim için her şey muamma diyebilirim. Bilek kesmek ne Selim! Olur da ölürlerse Medet ve Selim için çok kızacağımı şimdiden belirteyim. Ev halkından ise Nedret, Celasun, Meke ve Kemal’in vurulduğunu gördüm gibi ama Yamaç ve Aliço geldiğinde aslında herkes yerde gayet ölü görünüyordu. Kim ölür kim kalır gerçekten de bir tahmin yapmanın imkansız olduğu bir noktadayız ama Yamaç’ın neler yapabileceğiyle ilgili o kadar tahminim var ki…

Çukur ve çatısından başka hiçbir şey kalmadı geriye. Tıpkı evrim geçirmiş o sembol gibi. Üç nokta: Evdeki aile, dışardaki aile ve Koçovalı’lar. Herkes dağıldı. İdris Baba’nın dediği gibi, herkes gider Çukur kalır. Ama tabii içinde yaşanacak vaziyette mi olur? Orası bilinmez.

En başından beri Yamaç ve babasının oğlu Vartolu’yu birlik halinde görmek istiyorduk. Sonra Yamaç nasıl olur da Vartolu’nun derdini anlamaz ve onun tarafında durmaz diye kızdığım zamanlardan geçtik. Selim’le kardeşliğini daha da samimi buluyordum hatta Vartolu’nun. Yaksın yıksınlar istiyordum Çukur’u. Çukur yandı bitti kül oldu. Sorun şu ki herkesi de içine alıp yok etti. Geriye yine dünyayı omuzlanan masumlardan, Yamaç ve Vartolu kaldı. Ve meşhur 3. kişi. Bölümde o kadar ölüm, kaos oldu ki Meliha arada kaynadı, Cumali’yi göstermemeleri bile gözüme batmadı. Benim tahminlerim o meşhur 3. kişinin Cumali olduğu yönünde. Çukur’a musallat olan adamın ise kim olabileceğine dair bir fikir yürütmemeye karar verdim böyle bir finalin ardından.

‘Ya alacağız, ya öleceğiz!’ Kardeşlerin el ele verişi, VarYam birliğinin temelde olması, Çukur’u dağıtabilen güce sahip biriyle başlayan yeni savaşlar ikinci sezona tertemiz sayfa açıp bıraktı. Koca 32 haftanın ardından bir sonraki serisi için en heyecanlı yerde bitip kapanan bir kitap gibi geldi sezon finalimiz resmen. Herkes gider, Çukur kalır dedik bir kere. Umarım ikinci sezonunda da bol reytingli günler onları bekliyor olur. Artık yazılarımla, yorumlarımla ikinci sezonunda destekçisi olamasam da, yetişebildiğim kadar Çukur’da olmaya gayret edeceğim bu finalin hatırına. Bugüne kadar benimle beraber burada olup, yorumlayan herkese kocaman teşekkürü borç bilirim.

Tüm ekibin emeklerine sağlık… 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER