İstanbullu Gelin: Düşleyen değiştiğinde dünya değişir

İstanbullu Gelin: Düşleyen değiştiğinde dünya değişir
Dün bir şey oldu, içime bir şeyler serpildi. Sevgi gibi, naiflik gibi, tatlı gözyaşları gibi, hayatın en içinden gelen samimiyet gibi… Dün, ben sadece hayal ürünü olan bir dizinin sezonundaki son bölümünü izledim, İstanbullu Gelin.

Aslında az evvel dediğim gibi bir dizi olarak, sadece hayal ürününden ibaret bir eser değil hepimiz biliyoruz. Son zamanlardır kalbimdeki en özel yeri kapan tek şey bu dizi. Her anlamıyla. Yalanım yok, bu ana dek hiçbir bölümünü açıp tamamen izlemedim, hep bütün sahneleri izlemekle yetindim. Belki sadece bir iki bölüm televizyondan denk geldiysem ve vaktim vardıysa izledim bütün bir şekilde. Hatta ilk bölüm bayağı bir kırmıştı hevesimi, ilk görüşten ilk andan aşık olunduğu, fazla yakınlaşmalı bir bölüm, bir konak, soyadına zeval gelmesini istemeyen bir ‘sultan’, istenmeyen bir gelin… Hiç benim tarzım değildi, ama dedim; ama bir şey var bu dizide seni çeken, bırakma, en azından sahnelerin elini tutmaya devam et dedim. Sanırım beni mıknatıs gibi çeken şeylerden biri Zeynep Günay Tan hocanın sihirli dokunuşları olsa gerek. En basit bir sahne bile onun dokunuşuyla büyüleniyor ki bu kadar mesafeden hissediyor insan. Kelimeler şimdi harflere nasıl dökülüyor aklımdan hiçbir fikrim yok, nasıl yazdığım hakkında da. İlk defa birileri benim bu kadar uzun yazmamı sağlıyor…
 
Dönelim mi konumuza? Sanırım bu, hayatımda izlediğim en başarılı sezon finaliydi. Çok klişeleşti ama sahiden şu ana kadar izlediğim en dolu dolu bölümdü. Nelerle dolu değildi? Gerçeklikten uzak aşırıya kaçan felaketlerle mesela, saçma sebeplerden doğan fazla acıtasyonlarla mesela, en çok da yapmacıklıktan mesela..

Bir de nelerle dopdolu olduğunu sayalım mı beraber? Umutla başta, sevgiyle sonra, samimiyetle, doğallıklarla, naif ama katiyen gereksiz olmayan sahnelerle, ve nice benzerleriyle… Varsa tek sahnesinde sıkılan belirtsin ben sıkılmadığım gibi sıkılanı da görmedim. Yahu bir dizinin figüran doğum doktoru bile mi bu kadar samimi olur. Hangi birimiz psikolog sahnelerinde kendinden geçmedi ki ya da? Her şeyi geçtim, minicik detaylar bile izleyenine oh be dedirtir mi? “Oh be, ne kıymetli emekler varmış”.
 
Süreyya’nın doğuma kaldırılırken, babasının onu kaldırıp saçlarının uçuştuğu bir anısını görmemiz, Esma sultanın merdivenlerden inen gençliği, piyano çalarken cam kenarında yine gençliğini gördüğü sevdiği, Osman'ın Yaz bebekle yaptığı konuşma, İpek eve geldiğinde artık tutunacak yer bulamayıp Garip’e sarılması, Gülistan'ın duası, çalışanların birikmişlerini dahi vermeye hazır olmaları ve daha benzeri onlarca kıymetli detay. Tek bir şeyi anlatıyor aslında hepsi; aile olmak. Ve aile olmanın getirdiği sonsuz güzellikler. Ne kadar basit bir kelime değil mi aile? Dört harfli iki heceli olacak kadar kısa, anlamı ciltli bir kitap kadar eder.

Adem’e: Bu yaşına kadar bir ailen olamadı, ve bu asla senin suçun değildi. Sadece Reyhan gibi bir kadının çocuğu olarak doğdun ve bir aile olamaman senin değil annenin başarısız sınavıydı. Sonra annen yeni bir yol buldu kendine; pes etmenin en kolay ve basit yolu, intihar etti. Binlerce şükür ki annemi kaybetmedim, ama anne kaybı zordan ötedir tahmin ederim. Ancak Adem, anneni kaybetmek de senin suçun değildi. Ve annenin nefreti de senin kinin olmak zorunda değildi. Hiç sevgiyi tatmamış bir koca çocuk olarak sana üzüldük, hatta düşündüğünün aksine biz de Boranlar da seni sevdik. Ama üzgünüm ki sen aile olamamaya mahkum kalacaksın kinine sarıldığın sürece. Bir aile olabilmen dileğiyle…
 
•••


 
Birisi yazmıştı bölüm sonrası, bir insan izleyicisi olduğu diziyle gurur duyar mı senaristle yönetmenle ekiple oyuncularla gurur duyuyorum diye. O kadar katılıyorum ki. Minnettarım herkese.
•Zeynep Günay Tan’a ve Deniz Koloş’a sihirli sahneler çektikleri için.        
 
•İsim saymak olmaz birinden biri eksik kalırsa çok üzülürüm bu yüzden tüm samimiyetimle 7'den 70'e, ayrılanlara kalanlara, bütün ama bütün oyunculara karakterlerini gerçekmiş gibi benimseyip yaşadıkları için.
 
Tüm kamera arkası ekibine en büyük yükleri sırtlandıkları, ve hiç şikayet etmedikleri için.
 
•Ve son olarak senaristler Teşrik-i Mesai’e; Deniz Akçay Katıksız’a, Armağan Gülşahin’e, Ayşe Işıkmen’e, N. Selin Yaltaal’a  bu denli ince düşünceli yazdıkları için, kötü dediklerimize bile bu yüzden yapmış dedirttirebildikleri için.
 
Bin teşekkürler. İyi ki’lerimizden oldunuz. 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER