Siyah Beyaz Aşk: Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün*

Siyah Beyaz Aşk: Ben sana teşekkür ederim, beni sen öptün*
Ben uyurken benim alnımdan beni sen öptün; /serinlik vurdun korulara, canlandı serçelerim;
sen mavi bir tilkiydin, binmiştin mavi ata, / ben belki dün ölmüştüm, belki de geçen hafta.
Sen bana çok güzeldin, senin ayakların da.
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak diye bir laf vardır ya hani; bir süredir Siyah Beyaz Aşk'ın başına gelen de tam olarak bu. "Yeni" bir hikâye kurmak için öyle uğraştı ki senaryo, hâlihazırda elinde olan ve uzun süre farklı farklı yerlerden bakarak anlatabileceği özgün hikâyeyi kaybetti. Elbette kimsenin yaratıcılığını yahut tecrübesini sorgulamak haddim değil ama izleyici olarak önüme koyulan şeyin neden bu kadar aceleye getirildiğini sorgulayabilirim sanırım. Bu sebeple geçen hafta bir şeyler yazacak enerjiyi de zamanı da ayıramadığım dizinin hem 23 hem de 24. bölümleri hakkında bir şeyler söylemek istedim.
 
23. bölümde tempo her anlamda çok düşüktü ve hikâye temeliyle bağını tamamen koparmıştı. Bebeğin varlığı ve geleceği üzerinden başka bir çatışma kurgulanmış, yeni tehditlerle izleyici tanıştırılmış ve bir anlamda Aslı ve Ferhat ilişkisinin yönü yeniden tayin edilmişti. Yalnız, atılan adımları anlamam hepsine hak verdiğim anlamına gelmiyor maalesef; tam aksine şu anda dizinin esas çiftinin geldiği halden dolayı çok üzgünüm. Daha önce de bir kaç kere söyledim sanıyorum, ilişkinin bir an önce başlatılması pek çok açıdan anlaşılabilir bir karar. Böylece insanların empati kurmakta zorlandıkları ve öyküyü bir şekilde aşağı çeken, sivrilten Ferhat karakterine insani yönler ve duygusal derinlik kazandırıldı. Ama aynı hassasiyetin ilişkinin devamında gösterilmediğini düşünüyorum; Ferhat'ın iç acılarının üzerinde o kadar çok duruldu ki seyircinin karaktere hak verip vermeme kararı bir miktar manipüle edildi. Aslı tarafından sevilmesini ve şefkat görmesini öyle çok arzu ettik ki bu baş döndürücü hıza ve arada atlanan adımlara itiraz etmedik. 

Acısıyla kurduğumuz empati onun gerçekte kim olduğunu ve nasıl bir yaşam tarzı olduğunu sorgulamamıza engel oldu. Bu noktada ilişkinin ibresi Ferhat'a döndü artık, Aslı'nın varlığı doğrudan değil dolaylı olarak hikâyenin bir bileşeni oldu. Var olan sıkıntıları görmezden gelip bir mutluluk balonunun içinde yaşarken her şey güzeldi. Ne zaman ki o balon patladı ve Aslı sorular sorup kendine bakmaya başladı o zaman bilinçli ya da bilinçsiz olarak seyirci de Aslı'yı dövmeye başladı. Bir noktada kendini seçmesi, ayrılmak istemesi Ferhat'a eziyet ediyormuş gibi bir his bıraktı. Ferhat idealize edildi demek istemiyorum çünkü bunun tam tersinin amaçlandığını söylemişti Erkan Birgören ama ne yazık ki ekrandakinin yansıması bu yönde değil. Bir konuda Aslı'ya kızgın olunacaksa bu sadece gözünü daha önce açmadığı için olabilir. Çünkü Aslı, yanlış zamanda da olsa aşk için mücadele etti ve bu mücadeleden yorgun ayrıldı. Aslında Ferhat da kendi meşrebince uğraştı aşkı için ama geçmişten gelen defolarını bırakarak değil, onları kabullendirmeyi umarak. Sanırım Aslı'nın yardım elini kibir olarak görmesini de böyle açıklayabiliriz.
 
23. Bölümde Aslı’nın söylediği bir laf bana çok dokundu. Son derece öznel bir yaklaşımla söylüyorum, bebekten bahsederken kurduğu "Seni bana beni sana bağlayacaktı" cümlesi Aslı'nın bahar çiçeklerini öldürdü gözümde. Koca bir yanlış var bu cümlede; çocuk ebeveynlerini bir arada tutması beklenen bir araç değildir. Aradaki sevgiyi bir şekilde tüketmiş iki yetişkini hayatının sonuna kadar birbirine bağlar belki ama büyük bir mecburiyetle. Sanki birlikte ateşlerin içinden geçerken, severek ayrılırken bağlanmamışlar gibi bu lafı etmesi onların büyük aşkını oturttuğum tahtı biraz daha salladı içimde bir yerlerde. Bu bölümde açıklamasını duyduk, bebek ilişkilerin kurtarıcısı değildir konulu bir iki laf etti ama çoktan ilişkileri sadece bunun üzerinden konuşulmaya mecbur kaldı bile. Bebeğin varlığı hakkında konuştukça kendimi tekrara düşüyorum, o yüzden içime sindiremesem de kabullenmek zorundayım artık eksenin bu olduğunu ama yine de birbirlerine attıkları ufak adımları görmeyi özlemişim. 3-4 bölümdür ne Aslı Aslı gibiydi ne Ferhat Ferhat gibi. O yüzden Ferhat’ın doktorda Aslı’nın saçına dokunamayışı da, Aslı’nın uyku arasında “boşayacağım seni” sayıklamaları da yüzümü güldürdü bir miktar. Birbirlerini kırmadan, kavga etmeden konuşmanın bir yolunu bulamasalar da şimdilik bu dinamikle seyretmelerine itiraz edemeyeceğim, en azından hislerinden bahsedebiliyorlar.
 
Jülide’den hiç bahsetmemekle içimden geçen ne varsa sayıp dökmek arasında kararsızım aslında ama derin nefesler alarak bir iki şey söylemeye çalışayım. Aslı’nın ailesinin varlığına dair ilk ipuçları gelmeye başladığında büyük umutlarla güçlü bir abla geleceğini düşünüyordum ve Cem’i öldürme motivasyonunu çok merak ediyordum. Böyle büyük beklentiler sonucunda Jülide’yle karşılaşınca yaşadığım hayal kırıklığını tahmin edersiniz! Oyuncunun frapan görüntüsünü ve hiçbir şey hissettirmeyen abartılı oyunculuğunu bir kenara bırakıyorum; karakterin tasarımında çok ciddi sıkıntılar var bana göre. Birincisi; Siyah Beyaz Aşk’ın ruhuna ve bu güne kadar hissettirdiklerine hiç uymayacak basitlikte şeyler yapıyor. Ferhat’a karşı gösterdiği ilginç takıntı, Aslı’yla bir anda yakınlaşmaları, 23. bölümde kendine yaptıkları vesaire derken "tamamdır" dedim, Aslı ve Ferhat için bir tehlike ama ciddiye bile almaya gerek yok; geldiği gibi gider. 

Sonra bu bölümde Namık’la yaşadıklarını görünce geçmişiyle ilgili yalan söylediği netleşti ve şöyle düşünmeye başladım; karakterin hikayesinin yönü kesin değil ve senaryo duruma göre direksiyon kıracak. Tıpkı Şahin, Ebru, Safiye, Ayhan ve Azad’da olduğu gibi, kendine yer bulamayınca da herhangi bir düğüm atmadan ya da bir derde çare olmadan çıkıp gidecek. İkinci olarak; Aslı’ya annesi ve anneannesiyle ilgili anlattıkları gerçekse intikam motivasyonu çok zayıf. Sıfırdan var edilen bir karaktere böyle bir arka plan çok yetersiz kalmış. Gerçek değilse de Cem’i öldürmesi sebepsiz kaldı bir anda. Kötülük yapacağını merdiven başında kendi kendine konuşarak ilan eden bir karakter bende herhangi bir tedirginlik yaratmıyor, tam aksine son derece gülünç oluyor.
 
Bağır çağır da olsa konuşuyorlar en azından…
 
Bebek fikrinden nefret etsem de Yiğit’in coşkulu halleri yüzümü güldürdü bu bölümde. Abisini tekrar kaybetmemek için elinden gelen her şeyi yapmaya karar vermesi ne kadar güzel bir kararsa onunla yeniden bağ kurmaya çalışması da o kadar güzeldi. Hayatın onları karşı karşıya getirmekten vazgeçmeyeceğini biliyorduk ama bu noktadan sonra artık onları yan yana izleyebileceğimize dair de umutlar geliştirdim ben. Namık’ın kötü adam olmakta sınıra doğru yaklaşması ve Ferhat’ın artık bebeği düşünerek yaşam tarzını değiştirecek olması kesin bir çatışma yaratacak ve bu sırada da Yiğit ve Ferhat aynı safta yer alacaklar diye düşünüyorum. Gerçi bu büyük çatışmayı Azat ve Namık arasında görmeyi de ummuştum ama ona da Ayhan’a da güzel bir yer açılamadı bir türlü. Cüneyt-İdil ittifakının düğümünü çözdüğü bir büyük yüzleşme beni şahsi olarak tatmin etmedi ve muhtemelen Namık kazanmaya çalışmadığı bir mücadeleden bile galip ayrılacak. Bir hayal kırıklığı da buraya bırakalım…
 
Abidin ve Gülsüm meselesiyle ilgili ne hissedeceğimi bilemiyorum. Genel kanının aksine ben Gülsüm’ü hikâyenin en başından beri sevdim, gözümde onu aklayabileceğim bir sürü sebep vardı çünkü. Abidin’le aşk ilişkisine girmeleri çok gerekli değildi belki ama Abidin’in büyük yüreği bu aşka ikna etti beni. Karşısındakini sadece var olduğu için sevme yüce gönüllülüğünü gösterebilen, vicdanının pusulası hiç şaşmayan ender karakterlerden biri Abidin. İşte bu noktada “âşıklar gibi” birlikte uyumalarına hem seviniyorum hem de Gülsüm’ün onun için yeterince iyi olmadığını düşünüyorum. Bunun Cüneyt’le olan ilişkisiyle ya da bebeğiyle de alakası yok; Abidin’in içinde kendiliğinden var olan “güzel sevme” hali maalesef Gülsüm’de yok. Şefkati, minneti, güven duygusunu sevdanın yerine koyup Abidin’in elini bu hislerle tutması beni endişelendiriyor. Abidin için dilerdim ki, biri onun başka hiçbir yönünü görmeden sadece kalbini sevsin. Gülsüm sevildiği için teşekkür ettiğinde bu sebeple içim buruldu biraz. Ama ümidi tümden kesmek de istemiyorum; farklı yerlerden yaralanmış olsalar da eksik yanları aynı. Belki Gülsüm de elinde kalana razı olmak yerine daha kuvvetli hislerle tutunur Abidin’e, kim bilir.
 
Beni çokça tedirgin eden iki hafta geçirdik, 24. Bölüm daha derli toplu olsa da artık hikâyenin çatlaklarından su sızmaya başladı. Bütün “kötü”ler kanadını tesadüfler sayesinde kozlar ele geçiren karakterlerle doldurunca oradaki aksama artık görmezden gelinebilecek gibi değil. Üstelik bence yeğen hikâyesinde de var olan potansiyel çok hoyratça harcandı. Hep söylüyorum; varlığı korku ya da en azından merak uyandırmayan suni kötüler hikâyenin bir an önce bir an önce kurtulması gereken yüklerden başka bir şey değiller.  Sanıyorum 24. Bölüm sevgili Erkan Birgören’in hikâyeye vedasıydı; diziyi bir bıçak sırtından devralıp izlemeye doyum olmayan bir sürü sahne yaratarak bu güne ulaştırdı. Eleştiriler olduğu kadar teşekkürler de olmalı bence; hikâyeye kattığı her şey için emeklerine sağlık. Yolda neler yaşandı bilmemize imkân yok ama Siyah Beyaz Aşk yine kritik bir dönemeçte. Dilerim devam edecek olan ekip umudu, heyecanı, tutkuyu, aşkı da getirir beraberinde ve çok güzel bölümler izlemek kısmet olur. Kendi adıma; Aslı ve Ferhat’ın değişen zeminini kabullenmeme hala çok var, içimdeki “ama” ve “keşke” leri yenemedim henüz. Bu sebeple eskisi gibi tam saatinde ekran başına geçemiyor, klavyenin başına da coşkuyla oturamıyorum. Gelecek olanı mutlulukla kabul edeceğimiz, hayal kırıklığından uzak nice bölümler izlemek dileğiyle. Okuduğunuz için minnettarım. Sevgiyle…

*Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Ülkü Tamer’in anısına.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER