Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak diye bir laf
vardır ya hani; bir süredir Siyah Beyaz Aşk'ın başına gelen de tam olarak bu.
"Yeni" bir hikâye kurmak için öyle uğraştı ki senaryo, hâlihazırda
elinde olan ve uzun süre farklı farklı yerlerden bakarak anlatabileceği özgün hikâyeyi
kaybetti. Elbette kimsenin yaratıcılığını yahut tecrübesini sorgulamak haddim
değil ama izleyici olarak önüme koyulan şeyin neden bu kadar aceleye
getirildiğini sorgulayabilirim sanırım. Bu sebeple geçen hafta bir şeyler
yazacak enerjiyi de zamanı da ayıramadığım dizinin hem 23 hem de 24. bölümleri
hakkında bir şeyler söylemek istedim.
23. bölümde tempo her anlamda çok düşüktü ve hikâye
temeliyle bağını tamamen koparmıştı. Bebeğin varlığı ve geleceği üzerinden
başka bir çatışma kurgulanmış, yeni
tehditlerle izleyici tanıştırılmış ve bir anlamda Aslı ve Ferhat ilişkisinin
yönü yeniden tayin edilmişti. Yalnız, atılan adımları anlamam hepsine hak
verdiğim anlamına gelmiyor maalesef; tam aksine şu anda dizinin esas çiftinin
geldiği halden dolayı çok üzgünüm. Daha önce de bir kaç kere söyledim
sanıyorum, ilişkinin bir an önce başlatılması pek çok açıdan anlaşılabilir bir
karar. Böylece insanların empati kurmakta zorlandıkları ve öyküyü bir şekilde
aşağı çeken, sivrilten Ferhat karakterine insani yönler ve duygusal derinlik
kazandırıldı. Ama aynı hassasiyetin ilişkinin devamında gösterilmediğini
düşünüyorum; Ferhat'ın iç acılarının üzerinde o kadar çok duruldu ki seyircinin
karaktere hak verip vermeme kararı bir miktar manipüle edildi. Aslı tarafından
sevilmesini ve şefkat görmesini öyle çok arzu ettik ki bu baş döndürücü hıza ve
arada atlanan adımlara itiraz etmedik.
Acısıyla kurduğumuz empati onun gerçekte
kim olduğunu ve nasıl bir yaşam tarzı olduğunu sorgulamamıza engel oldu. Bu
noktada ilişkinin ibresi Ferhat'a döndü artık, Aslı'nın varlığı doğrudan değil
dolaylı olarak hikâyenin bir bileşeni oldu. Var olan sıkıntıları görmezden
gelip bir mutluluk balonunun içinde yaşarken her şey güzeldi. Ne zaman ki o
balon patladı ve Aslı sorular sorup kendine bakmaya başladı o zaman bilinçli ya
da bilinçsiz olarak seyirci de Aslı'yı dövmeye başladı. Bir noktada kendini
seçmesi, ayrılmak istemesi Ferhat'a eziyet ediyormuş gibi bir his bıraktı.
Ferhat idealize edildi demek istemiyorum çünkü bunun tam tersinin amaçlandığını
söylemişti Erkan Birgören ama ne yazık ki ekrandakinin yansıması bu yönde
değil. Bir konuda Aslı'ya kızgın olunacaksa bu sadece gözünü daha önce açmadığı
için olabilir. Çünkü Aslı, yanlış zamanda da olsa aşk için mücadele etti ve bu
mücadeleden yorgun ayrıldı. Aslında Ferhat da kendi meşrebince uğraştı aşkı
için ama geçmişten gelen defolarını bırakarak değil, onları kabullendirmeyi
umarak. Sanırım Aslı'nın yardım elini kibir olarak görmesini de böyle
açıklayabiliriz.
23. Bölümde Aslı’nın söylediği bir laf bana çok dokundu. Son
derece öznel bir yaklaşımla söylüyorum, bebekten bahsederken kurduğu "Seni
bana beni sana bağlayacaktı" cümlesi Aslı'nın bahar çiçeklerini öldürdü
gözümde. Koca bir yanlış var bu cümlede; çocuk ebeveynlerini bir arada tutması
beklenen bir araç değildir. Aradaki sevgiyi bir şekilde tüketmiş iki yetişkini
hayatının sonuna kadar birbirine bağlar belki ama büyük bir mecburiyetle. Sanki
birlikte ateşlerin içinden geçerken, severek ayrılırken bağlanmamışlar gibi bu
lafı etmesi onların büyük aşkını oturttuğum tahtı biraz daha salladı içimde bir
yerlerde. Bu bölümde açıklamasını duyduk, bebek ilişkilerin kurtarıcısı
değildir konulu bir iki laf etti ama çoktan ilişkileri sadece bunun üzerinden
konuşulmaya mecbur kaldı bile. Bebeğin varlığı hakkında konuştukça kendimi
tekrara düşüyorum, o yüzden içime sindiremesem de kabullenmek zorundayım artık
eksenin bu olduğunu ama yine de birbirlerine attıkları ufak adımları görmeyi
özlemişim. 3-4 bölümdür ne Aslı Aslı gibiydi ne Ferhat Ferhat gibi. O yüzden
Ferhat’ın doktorda Aslı’nın saçına dokunamayışı da, Aslı’nın uyku arasında
“boşayacağım seni” sayıklamaları da yüzümü güldürdü bir miktar. Birbirlerini
kırmadan, kavga etmeden konuşmanın bir yolunu bulamasalar da şimdilik bu
dinamikle seyretmelerine itiraz edemeyeceğim, en azından hislerinden bahsedebiliyorlar.
Jülide’den hiç bahsetmemekle içimden geçen ne varsa sayıp
dökmek arasında kararsızım aslında ama derin nefesler alarak bir iki şey
söylemeye çalışayım. Aslı’nın ailesinin varlığına dair ilk ipuçları gelmeye
başladığında büyük umutlarla güçlü bir abla geleceğini düşünüyordum ve Cem’i
öldürme motivasyonunu çok merak ediyordum. Böyle büyük beklentiler sonucunda
Jülide’yle karşılaşınca yaşadığım hayal kırıklığını tahmin edersiniz! Oyuncunun
frapan görüntüsünü ve hiçbir şey hissettirmeyen abartılı oyunculuğunu bir
kenara bırakıyorum; karakterin tasarımında çok ciddi sıkıntılar var bana göre.
Birincisi; Siyah Beyaz Aşk’ın ruhuna ve bu güne kadar hissettirdiklerine hiç
uymayacak basitlikte şeyler yapıyor. Ferhat’a karşı gösterdiği ilginç takıntı,
Aslı’yla bir anda yakınlaşmaları, 23. bölümde kendine yaptıkları vesaire derken "tamamdır" dedim, Aslı ve Ferhat için bir tehlike ama ciddiye bile almaya gerek
yok; geldiği gibi gider.
Sonra bu bölümde Namık’la yaşadıklarını görünce
geçmişiyle ilgili yalan söylediği netleşti ve şöyle düşünmeye başladım;
karakterin hikayesinin yönü kesin değil ve senaryo duruma göre direksiyon
kıracak. Tıpkı Şahin, Ebru, Safiye, Ayhan ve Azad’da olduğu gibi, kendine yer
bulamayınca da herhangi bir düğüm atmadan ya da bir derde çare olmadan çıkıp
gidecek. İkinci olarak; Aslı’ya annesi ve anneannesiyle ilgili anlattıkları
gerçekse intikam motivasyonu çok zayıf. Sıfırdan var edilen bir karaktere böyle
bir arka plan çok yetersiz kalmış. Gerçek değilse de Cem’i öldürmesi sebepsiz
kaldı bir anda. Kötülük yapacağını merdiven başında kendi kendine konuşarak
ilan eden bir karakter bende herhangi bir tedirginlik yaratmıyor, tam aksine
son derece gülünç oluyor.

Bağır çağır da olsa
konuşuyorlar en azından…
Bebek fikrinden nefret etsem de Yiğit’in coşkulu halleri yüzümü
güldürdü bu bölümde. Abisini tekrar kaybetmemek için elinden gelen her şeyi
yapmaya karar vermesi ne kadar güzel bir kararsa onunla yeniden bağ kurmaya
çalışması da o kadar güzeldi. Hayatın onları karşı karşıya getirmekten
vazgeçmeyeceğini biliyorduk ama bu noktadan sonra artık onları yan yana
izleyebileceğimize dair de umutlar geliştirdim ben. Namık’ın kötü adam olmakta
sınıra doğru yaklaşması ve Ferhat’ın artık bebeği düşünerek yaşam tarzını
değiştirecek olması kesin bir çatışma yaratacak ve bu sırada da Yiğit ve Ferhat
aynı safta yer alacaklar diye düşünüyorum. Gerçi bu büyük çatışmayı Azat ve
Namık arasında görmeyi de ummuştum ama ona da Ayhan’a da güzel bir yer
açılamadı bir türlü. Cüneyt-İdil ittifakının düğümünü çözdüğü bir büyük
yüzleşme beni şahsi olarak tatmin etmedi ve muhtemelen Namık kazanmaya
çalışmadığı bir mücadeleden bile galip ayrılacak. Bir hayal kırıklığı da buraya
bırakalım…
Abidin ve Gülsüm meselesiyle ilgili ne hissedeceğimi
bilemiyorum. Genel kanının aksine ben Gülsüm’ü hikâyenin en başından beri
sevdim, gözümde onu aklayabileceğim bir sürü sebep vardı çünkü. Abidin’le aşk
ilişkisine girmeleri çok gerekli değildi belki ama Abidin’in büyük yüreği bu
aşka ikna etti beni. Karşısındakini sadece var olduğu için sevme yüce
gönüllülüğünü gösterebilen, vicdanının pusulası hiç şaşmayan ender
karakterlerden biri Abidin. İşte bu noktada “âşıklar gibi” birlikte uyumalarına
hem seviniyorum hem de Gülsüm’ün onun için yeterince iyi olmadığını düşünüyorum.
Bunun Cüneyt’le olan ilişkisiyle ya da bebeğiyle de alakası yok; Abidin’in
içinde kendiliğinden var olan “güzel sevme” hali maalesef Gülsüm’de yok.
Şefkati, minneti, güven duygusunu sevdanın yerine koyup Abidin’in elini bu
hislerle tutması beni endişelendiriyor. Abidin için dilerdim ki, biri onun
başka hiçbir yönünü görmeden sadece kalbini sevsin. Gülsüm sevildiği için
teşekkür ettiğinde bu sebeple içim buruldu biraz. Ama ümidi tümden kesmek de
istemiyorum; farklı yerlerden yaralanmış olsalar da eksik yanları aynı. Belki
Gülsüm de elinde kalana razı olmak yerine daha kuvvetli hislerle tutunur
Abidin’e, kim bilir.
Beni çokça tedirgin eden iki hafta geçirdik, 24. Bölüm daha
derli toplu olsa da artık hikâyenin çatlaklarından su sızmaya başladı. Bütün
“kötü”ler kanadını tesadüfler sayesinde kozlar ele geçiren karakterlerle
doldurunca oradaki aksama artık görmezden gelinebilecek gibi değil. Üstelik
bence yeğen hikâyesinde de var olan potansiyel çok hoyratça harcandı. Hep
söylüyorum; varlığı korku ya da en azından merak uyandırmayan suni kötüler
hikâyenin bir an önce bir an önce kurtulması gereken yüklerden başka bir şey
değiller. Sanıyorum 24. Bölüm sevgili
Erkan Birgören’in hikâyeye vedasıydı; diziyi bir bıçak sırtından devralıp
izlemeye doyum olmayan bir sürü sahne yaratarak bu güne ulaştırdı. Eleştiriler
olduğu kadar teşekkürler de olmalı bence; hikâyeye kattığı her şey için
emeklerine sağlık. Yolda neler yaşandı bilmemize imkân yok ama Siyah Beyaz Aşk
yine kritik bir dönemeçte. Dilerim devam edecek olan ekip umudu, heyecanı,
tutkuyu, aşkı da getirir beraberinde ve çok güzel bölümler izlemek kısmet olur.
Kendi adıma; Aslı ve Ferhat’ın değişen zeminini kabullenmeme hala çok var,
içimdeki “ama” ve “keşke” leri yenemedim henüz. Bu sebeple eskisi gibi tam
saatinde ekran başına geçemiyor, klavyenin başına da coşkuyla oturamıyorum.
Gelecek olanı mutlulukla kabul edeceğimiz, hayal kırıklığından uzak nice
bölümler izlemek dileğiyle. Okuduğunuz için minnettarım. Sevgiyle…
*Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz Ülkü Tamer’in anısına.