Ölüm
nasıl bir şeydi? Yenilir mi, içilir mi yoksa hissedilir mi? Onu yaşayana kadar
hep bu soruları sordum ben de kendi kendime. ‘’Baban
kaza yapmış,’’ dediklerinde, anlamadım… Baban öldü dediklerinde, anlamadım… Sabah sela okundu kulaklarımı tıkadım, çok
korkarım çocukluğumdan beri, duyamadım. Kim ölmüştü? Anlamadım… Cenazesi eve geldiğinde anlamadım çünkü
bakamadım, korktum… Sonra bir toprak
yığını yaptılar, kürek kürek toprak attılar. Ben çok ağladım ama yine anlamadım…
Bir gün geçti, iki gün geçti telefonum babam diye çalmadı. Yine anlamadım… Annemi
ziyarete gittim, balkonda bekleyen babam yoktu… Ben yine anlamadım. Aşağıya kahvehaneye inmiştir gelir birazdan dedim.
Bekledim, çok bekledim… Gelmedi, çok ağladım. Arıyorum kapalı diyor telefon, yine
arıyorum yine kapalı. ‘’Anne babam beni
neden aramıyor? Neye küstü? Neden küstü?’’ diye soruyorum. Anlamıyorum…
Aylardan Ekim burada daha yaz, tepemde
mis gibi güneş… Bu neyin nesi çok üşüyorum bir o kadar da korkuyorum. Neden?
Anlamıyorum… Halbuki acile sirensiz gelen ambulansın içinde ölü taşıdığını ilk
kez o gün öğrenmiştim ben. İçinde babam vardı. Çok iyi biliyordum bilmesine de
kabul etmiyordum…. Edemiyordum… Zaman
sadece geçti ve ben sadece alıştım ama asla kabul edemedim; bir daha asla
telefonumun ‘’Babam arıyor,’’ diye
çalmayacağını . Çünkü baban arayıp sormazsa eksik kalır bir tarafın. Çünkü
baban ölürse sırtını yasladığın dağın yıkılır; tutunduğun ağacın dalı kurur,
toprağa kök salmaz…
Bölüm
boyunca Aslı’yı kendim gibi hissedip, kendim gibi yaşadım diyebilirim size.
Hani diyor ya sevgili Cemal Süreya ‘’Sizin
hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum,’’ diye, işte Aslı
babasının ardından küçük babası olan ağabeyini kaybederek iki kere babasını
uğurlamış oldu, kendi elleriyle ebediyete. Doktor kimliği ile kardeş kimliğinin
arasında sıkışmış bir Aslı gördüm ben seyrederken. En kötüsü de ne
biliyor musunuz? Bir çok kişiye bir doktor olarak ‘’Başınız sağ olsun,’’ diyen Aslı , bir kendine diyememişti; ‘’Başın
sağ olsun Aslı, maalesef tüm çabalara
rağmen ağabeyini kurtaramadık…’’ Sadece bir ağabey değildi ki uğurladığı, hayatıydı
veda ettiği. Hiç beklemediği bir an da kayıp gitmişti avuçlarından bütün
çocukluğu. Her ne kadar Ferhat ‘’Ben
varım,’’ diyerek acısına ortak olmaya çalışsa da haklıydı Aslı; kimsesi
kalmamıştı. Nasıl kabullenebilirdi ki şimdi yokluğunu… Ve evet geçmezdi, geçmiyordu acısı.
Alıştırıyordu zaman…
Bunca
zaman Ferhat’a destek olan, anlamaya çalışıp yanında kalmak için çaba sarf eden
Aslı gördük hep. Artık sıra Ferhat’taydı… Bunu bölüm başında Aslı ameliyathaneden
çıkınca ona sıkıca sarılarak ‘’İyi olacak
ağabeyin,’’ diyerek net gösterdi
zaten. Ben hissettim, o her şekilde hissetmiştir… Hemen akabinde ‘’O benim bu hayatta gördüğüm en inatçı adam,’’
diyerek de ağabeyinin ne kadar güçlü olduğunu, kardeşi için sonuna kadar direneceğini
dile getirmek isteyerek destek oldu Aslı’ya
Ferhat… Ferhat’ın Aslı’yı alıp
uzaklaştırması onu dinlemesi, dokunması, sarılması hepsi ama hepsi ona destek
olma varlığını hissettirmesinin göstergesi değil miydi? Öyle ki canını
acıtacağını bile bile ilk kez babasının ölümünü ve ölümünde yaşadığı duyguları
dile getirmişti Ferhat…
‘’Böyle dizlerinin üstüne
çökmüştü, dizi acıdı dedim. Yan devrilmişti, omuzu acıdı dedim. Kıpırdayamadım
ben de öyle kalakalmıştım. Sanki benim de böyle dizlerim acımıştı, omuzum
acımıştı. Çocuksun tabi… Ama hiç babamın öleceği aklıma gelmezdi yani. Hangi
çocuğun gelir ki? Ama annesi için düşünür, üzülür yani. Onun öleceğinden
korkar. Ama babası için düşünmez. Babası ölmez. Çünkü o babadır. Babalar
güçlüdür…’’
Evet, Aslı’nın da dediği gibi, aynıymış.
Aynıymışız… Hiç aklımıza gelmemişti babamızın ölebileceği. İnsan ihtimal bile
vermediği bir şeyi nasıl kabul edebilirdi ki. Baban ölünce, baba bildiğin
ağabeyin ölünce kahramanını kaybediyormuş insan. Yaşayınca öğreniyor…
Ferhat
‘’Aslı Yeter! Bırak kendini,’’ dedi.
Aslı saldı kendini gözyaşlarının boşluğuna. Katıla katıla ‘’Abimmm,’’ diyerek dizlerinin üzerine yığıldı kaldı. Güçsüzdü.
Sessiz kalma ve sabretme gücünü kaybedercesine bırakmıştı kendisini. Hissettim…
Aslı ile beraber Ferhat’ta bir şeylerini kaybetmişti oracıkta. İnsan kendi
acısına bir şekilde çare buluyor da sevdiklerinin acısına aciz kalıyor. Aslı
her gözyaşı döktüğünde, her kasılıp kaldığında ta yürekten hissetti bunu
Ferhat. Sarıp sarmalamaktan başka bir çare bulamadı her defasında. Yaralar
geçmese de kabuk bağlayacaktı elbet. Yara Aslı, merhem hiç kuşkusuz Ferhat
olacaktı bir süre…
UFAK NOTLARIM;
*Ayhan annesinin ölümünün
ardındaki sırları iyice deşmeye başladı. Bu kadar başarılı bir avukatın bunca
zaman bunu yapmaması zaten şaşırtıcı. Öğrendiği gerçekler onu çok üzdü ki
babasını sevdiği ile vurmayı tercih edip Yeter’i şikayet etti. Avukatcığım
delilin yoksa Namık ‘’Beni vuran Yeter
değil,’’ dediğinde tıpış tıpış çıkacaktı zaten içerden. Neden yordun ki
kendini? Bölüm boyunca zaten çok
doluyken, Ayhan’ın da gözyaşları ile gözyaşı dökmedim değil. Bu bölüm bizim
için bu olağan bir şey olsa gerek. Bol
gözyaşı ve hüzün…
*Yeter’in oğullarından
duyamadığı ‘’Anne’’ kelimesini
Suna’dan duymak… En az Yeter kadar ben de duygulandım. Bir an gözlerim dolmadı
değil benim de. Öte yandan Yeter ve Yiğit arasındaki konuşma beni de çok
etkiledi. İçinde daha fazla taşıyamadığı büyük sırrını artık Yiğit’te
biliyordu. Peki şimdi ne olacaktı? Yiğit bu büyük sırrın altından nasıl
kalkacaktı? Ferhat’a gerçekleri anlatabilecek miydi? Şimdi, Yiğit annesini tamamen mi kaybetti yoksa
annesine tekrar kucak mı açacak? Aklımda deli sorular dönüp duruyorum Erkan
hocam. Ne yaptın sen bize?
*Vildan’ın Gülsüm’e verdiği
desteği seviyorum sevmesine de Cüneyt tarafını öğrenince nasıl bir tepki
sergileyecek, merak etmiyor değilim hani… Ama söylediği her kelimede sonsuz
haklıydı Vildan; Handan Hanım ne kadar kötü ve güçsüz bir anneyse ona nazaran
Yeter de o kadar iyi ve güçlü bir anneydi. Gülsüm’ün yaptığı hatayı Vildan
yapmış olsaydı Handan Hanım’ın ona bu kadar destek olacağını düşünmüyorum
açıkçası. İçki meselesindeki gibi ancak köstek olurdu. Kadının ruhu kötü…
Yapacak pek bir şey yok. Allah ıslah eylesin…
*Cüneyt yine yeniden ıskaladı
maalesef. Kedi gibi dokuz canlı mübarek diyesim var hep. Ama olsundu. Ferhat
bu. Hastahanede terslenip yolu göstermesinin elbette bir sebebi vardır.
Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde hoppp Ferhat Aslan’ın kucağına bir
güzel düşer muhakkak. İzleyip göreceğiz…
*Sahi Namık Emirhan’ın odasında içinde dinleme
cihazı olan bir çiçek vardı değil mi? Ne oldu ona? Kurudu mu? Çöpe mi attı
Hülya? Yarım kaldık orada ama böyle olmadı…
*Bizim bildiğimiz palyaçolar
çocukları güldürür bizim palyaço hiç acımadan Cem Komser’i öldürdü. Kim
olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Tek tahminim, Cafe'de Cem’in vurulma haberini
dinleyen kişi, palyaço ve Aslı’ın evine giren kişiler aynı kişiler. Tek dileğim
Aslı’ın annesi ya da ablası olmasın. Aslı bu yükü hayatta kaldıramaz…
*Bölüm yer yer güldürdü, yer
yer ağlattı diyemeyeceğim maalesef. Aslı ile Ferhat sahnelerinden tut, Yiğit ve
Yeter, Gülsüm ve Vildan sahnelerine kadar burnumuzun ucunun sızladığı bir
bölümdü. Kendi adıma diyebilirim ki gözyaşlarım süzülüp gitti. Hiç
dokunmadım. Emeği geçen herkese binlerce teşekkür. Yaşayarak seyretmek bu olsa
gerek..
Sevgiler…