Siyah Beyaz Aşk: Ve o mumlar, söndüremedim hiçbirini kırkı birden yanıyor...

Siyah Beyaz Aşk: Ve o mumlar, söndüremedim hiçbirini kırkı birden yanıyor...
Birini kaybetmek dünyanın en anlatılamayacak duygusu. Yaşayanlar bilir diyorum ve Allah yaşatmasın diyorum. Canının bir parçasını buz gibi kara toprağa koyar insan. Giden ölür, kalan bin kere ölür. Birini kaybettiğin o ilk gece sabah olmaz. Güneş doğmaz. Yaradan’ın unuttuğun kaçtığın gerçeği suratına yapıştırmasıdır bu. İnsan acizliğini hiç bu kadar yoğun hissetmez. Damarlarınıza kadar acır canınız, kanınız çekilir sanki. Bu acıyla nasıl yaşanır, geçecek mi, bir daha gülebilir miyim? İsterseniz buna yazının en sonunda cevap vereyim.

Yüksek hızla başladığımız bir bölümdü. Fragmanları izleyince kendimi ağlamaya o kadar koşullamıştım ki bu hız başımı döndürdü. Cem’in ölümü o kadar hızlıydı... Belki de diğer dizilerde klişelerin sündürülmesine alışmıştım o yüzden yadırgadım. Bölüm ilerledikçe bu durum canımı sıkmadı hatta kısa kesilmesi iyi bile olmuş dedim. Cem’in öleceğine kesin gözüyle bakanlardandım. Hikâye dönüşüm hikayesiydi ve hikâye kırılacaktı bir yerde. Cem’e ne kadar kızsam da ağlattı beni. Aslı’nın tek limanıydı Ferhat’tan önce. Kendilerini birbirlerine emanet etmişlerdi. Anne, baba başkadır lakin kardeş… 

Kardeş damarınızda akan kan, yüzünüzdeki tebessüm, yaşama isteğinizdir. Kardeş yoldaştır. Ne kadar kavga etsen de canına bir zeval gelse en çok senin ağladığındır. Kardeşini kaybetme korkusuyla savunmasız, yorgun ve dik duramayan bir Aslı gördük. Küçükken korkulu rüyası olan şaka gerçeğe dönmüştü. Reçel değildi ellerine bulaşan abisinin kanıydı. Altan Dönmez o kadar güzel bir hamle yaptı ki güçsüz kardeşini kaybeden, dik duramayan Aslı ile her şeye rağmen doktor olan yıkılmayan Aslı’yı aynı karede gördük. Bir de Cem’in ruhunun o balonla göğe yükselmesi, baki olan gerçeğe kavuşması… Muhteşemdi!

Ah karanlık Ferhat, ah bataklık Ferhat, ah karısı ağlarken gözyaşlarını tutamayıp kendisi de ağlayan Ferhat! Ben artık seni anlatamıyorum Aslı gibi aşık aşık izliyorum. Sen nasıl güzel bir adamsın! Karını her gördüğünde sarılman, ellerini hiç bırakmaman, gözlerine bakıp Aslı’nın ta yüreğini görmen... Aslı’yı yalnız bırakırken kapıyı üstüme kitle demen. Yıllardır çektiği unutamadığı acıyı, en sevdiğinin gözlerinde gördü Ferhat. Karısının bir an olsun yüreğini karanlığa teslim etmesine izin vermedi. Sessizce dinledi yetmedi babası öldüğünde yaşadıklarını anlattı. İşte beni vuran bu oldu. Gerçek acı söylenmesi en zor şeydir. Anlatırken kelimeler kursağınızı dele dele çıkar. Acı yüreğe kan kustura kustura anlatılır ve bu yüzden zordur. Ferhat bir zoru daha başardı, artık sadece kalbini değil kelimelerini de teslim etti karısına.

Kursağımızda kalan diğer kısım Yeter ve Yiğit’ti. Anne diyemeyen bir evlat ve hayatı boyunca oradan oraya sürüklenmiş bir kadın. Yeter’e kızanlardanım ama senarist Erkan Birgören, Yeter için öyle gri bir karakter yarattı ki istemsiz şekilde kendimi onu savunurken buluyorum. Anne diyemiyordu Yiğit ama elleriyle çorba getiriyordu. Kelimeler her şeyi anlatmaya yetmezdi. Yiğit o çorbaya ekmekleri doğramasıyla çoktan anne demişti. Çok geçmeden o lokmalar hepimizin boğazına dizildi. Yeter’in yıllarca sakladığı karanlık Yiğit’in aydınlık suratına gölge düşürdü. "Ben mertim, adaletliyim" diye gezen Yiğit’in omuzlarına taşıyamayacağı bir yük bindi. İnsan illa birini öldürdü diye siyaha bulaşmaz. Yalanı saklamak gerçeğin yani beyazın üstünü kapatmaktır. Savcım artık siz de bembeyaz değilsiniz bu yalanı sakladığınız sürece- ki bence saklayacaksınız-. Deniz Celiloğlu ve Arzu Gamze Kılınç hepimizi sarsan bu sahne için canı gönülden kutluyorum sizi. Emeğinize sağlık.

Sona sakladığım yazmaya kıyamadığım ve yüzlerce kez izlediğim o kısma değinmek istiyorum. Gerçek acı, zor söylenir demiştim. Aslı’nın acısı çenesine vurmuştu. Kafasını dinlememek için kendini konuşturuyordu. Konudan konuya atlıyor, yüreğindeki çalkantıya ayak uydurmaya çalışıyordu. Kaçmak nafileydi. Kendinden biliyordu Ferhat. Kaçınca daha çok acıyordu. Canı gibi sevdiği Aslısının kaçmasına müsaade etmedi. Kenarında dolandığı yüreğinin uçurumuna düşmesini istemedi ‘Yeter Aslı!’ dedi. Kendisini bırakmasını söyledi ama yüreğinin uçurumuna değil; o uçurumdan kendini çekip alacak kollara yani Ferhat’a. Kimsem kalmadı diye ağlarken ‘Ben varım’ repliğiyle artık Ferhat Aslı’nın kimsesi değil her şeyi oldu…

Burada Birce Akalay ve İbrahim Çelikkol’a bir parantez açmak istiyorum. İmkânım olsa sayfalarca yazarım. Birce Akalay! Abartmadan, gerçekçi, yalın ve bir o kadar da yürek acıtıcı nasıl oynanır cevabı. O haykırışın hala kulaklarımda. Bir makarna için ağlayacağımı düşünmezdim ama sen ağlattın! İbrahim Çelikkol! Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama muazzam iş çıkartıyorsun. Partnerlik iki kişinin de aynı anda yoğun bir oyunculuk yapması değildir. Biri yükseldiğinde diğer partnerin es verip yükselişe katkı sağlamasıdır ve bunu en iyi yapanlardan birisiniz. Ne kadar övsem az sizi. O kadar belli ki iyi anlaştığınız, oyunculuk stiliniz ve o aranızdaki sinerji ile mest ediyorsunuz bizi. Her hafta minnet ediyorum sizi bir araya getirmeyi akıl edenlere. Başarınız, uyumunuz daim olsun. Ekrana fazla yakışıyorsunuz, çok fazla!

Erkan Birgören! Hocam siz hiçbir betimlemeye sığmazsınız! Kaleminiz hiç susmasın. Yüreğinize sağlık! İyi ki siz!

Yazımın başında sorduğum soruya cevap vereyim. Geçer mi? Bu acı geçmez. Bu acı öyle bir acıdır ki moralin bozuksa daha çok üzer seni; mutluysan da o acı aklına gelir mutluluğun eksik kalır. Ferhat’ın dediği gibi geçmez ama alışırsın işte…  Sevdiklerimizle sınanmamak duasıyla…



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER