“Kimse kalmadı! Kimse kalmadı.” hâlâ kulaklarımda çınlıyor
Aslı’nın feryadı. Dizlerinin üstüne çökmüş çaresiz küçücük bir kız çocuğu gibi,
hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Babasız kalan yaşamında, çok güzel kalpli bir ağabeye
sahip olmuş Aslı. Korunmuş kollanmış ve hep çok sevilmiş. Aslı üzgün, Aslı
perişan... Hayatından tek tek eksilen sevdiklerinin kalbine bıraktığı acılara
isyan ediyor. Aslı sadece bir ağabeyi kaybetmedi. En iyi dostunu, can
yoldaşını, en güvendiği insanı, sırtını dayadığı çınar’ını, hatıralarını
kaybetti.
Bu acı dinmez Aslı... Dindi sanarsın hiç ummadığın bir anda
içten içe kalbin yine sızlamaya başlar. Hatıralar anımsatır özlediklerini,
gidip de hiç geri dönemeyeceklerini. Bir
daha istesen de bir araya gelemeyeceğin düşer aklına. Söyleyemediklerin,
söylemek istediklerin eksik-yarım kalmıştır. Süzülür yaşların gözlerinden.
Gözyaşlarını tutmak istersin ama onlar durmak istemez. Acır, çok acır kalbin.
“Zamanla geçer derler!” aslında, geçmez Aslı. “Alışırsın derler.” ama
alışamazsın. Sadece alışır gibi yaparsın. Doğrudur, vardır bir 40 mum hikayesi.
Kalpte mumlar 40 gün boyunca yanar, yanar, yanarmış... Zamanla tek tek sönmeye
başlarlarmış. Son muma gelindiğinde sönmezmiş o mum, kaybedilenler hiç, hiç
unutulmasın diye...
Hayat işte, umulmadık anlarda yıkar insanı. Çaresiz kala
kalırsın. Ne olduğunu anlamadan, çözemeden. Yutkunmakta bile zorlanır insan.
Nefes alamaz. İşte böyle zamanlarda hayata inat, acılara inat, akan
gözyaşlarına inat birisi vardır. Elini elinize yuva yapan biri, yüreğini
acılarınıza siper eden biri, süzülen gözyaşlarınızı silen biri, kollarıyla sizi
sarmalayan biri, sırtınızı güvenerek dayayabileceğiniz biri “Ben varım!”
diyebilen biri. Ferhat gibi biri.
O da sırtını dayadığı dağını, babasını kaybetmiş! Babası ölmez
sanmış, yıkılmaz sanmış, bırakıp gitmez sanmış. Ferhat hâlâ içinde sönmeyen son
mumun ateşiyle kavruluyor. Onca geçen zamana rağmen sanki ilk günkü kadar acısı
taze. Üzülüyor içten içe, sevdiği kadının acısını kolay kolay dindiremeyeceğini
biliyor. Acılar Aslı’ya dokunmasın, yıpratmasın, yıkmasın diye canla başla
yanında yer alıyor. Kim derdi ki karanlıkların prensi Ferhat, sevdiğinin güneşi
olabilmek için böylesine özveriyle çırpınacak. Aslı çökerse, Ferhat çöker.
Ferhat buna dayanamaz. Sevdiklerinden uzak durmayı ilke edinmiş adam, artık
uzak durmuyor... Düştüklerinde tutmak için tam yanı başlarında. Uzaktan değil,
yakından koruyor onları, gözetiyor.
Acılar büyütür insanı. Büyümek zorunda kalır insan. Acılarla
öğrenir özlemin anlamını. Ölüm, önüne geçilemeyecek bir acı. Kimsenin yaşamak
istemediği bir ayrılık. Soğuk, acımasız, merhametsiz bir ayrılık. Hangi vakitte
gelirse gelsin, istenmeyen, sevilmeyen, beklenmeyen, korkutucu, ürkütücü bir
ayrılık. Düştüğü kalpleri yakan, yıkan bir karanlık...
Aslı da Ferhat da birbirlerine eskisinden daha yakınlar.
Acılarına ortak olmayı da, yükü birlikte taşımayı da öğrendiler. Sevmek her
koşulda sevdiğinin yanında durabilmek değil midir? Sadece hayatın güllük
gülistanlıkken mi seversin birini? Eğer öyleyse sevme. Sevmemelisin... Tarla
çorakken de sevilebilmeli toprak... Bahar gelmeden de sevilebilmeli çiçekler...
Kara bulutlar var diye, gökyüzü sevilmekten vazgeçilir mi? Sevgi; çorak
toprakları yeşertir, kışın ortasında açması beklenmeyen mis kokulu çiçekleri açtırır,
kara bulutları dağıtır. Yeter ki insanlar sevdiklerinin iyi gününde ve kötü
gününde yanlarında durmayı bilebilsinler. İşte o zaman dünya daha yaşanır bir
hal alır!
Bir genç kız, bataklığın içinden bir adam tarafından
kurtarılmış. Kahramanına da aşık olmuş. Sevmiş. Hamile kalmış. Sanmış ki hayatı
çok güzel olacak. Çünkü seviyor. Sevgi her şeyi çözer diye düşünmüş. Ama
bilememiş sevmenin tek taraflı olunca işe yaramadığını. Her kahramanın adam
gibi adam olamayacağını. Ama çok geçmeden onu da öğrenmiş. Karnında bebeğiyle,
eşini yeni kaybetmiş koca yürekli berber Necdet’in kapısının önüne bir mal gibi
konmuş o genç kız. Susmuş. Ama o genç kız o gün, orada, o kapının önünde ölmüş.
Hayalleri ölmüş. Sevgiye, aşka olan inancı ölmüş. Umutları ölmüş. İşte bir kadını-Yeter’i,
bir adam-Namık böylesine ucuz bir şekilde acımadan harcamış. Kadın ondan sonra
ki hayatına yaşar gibi devam etmiş, ama yaşamamış. Nefreti büyümüş, ama isyan
etmemiş. Ona anne demekten yoksunan evlatları için. Herkesin hikayesi,
çektikleri, kendinedir. Yaşamadan, görmeden, anlamadan bilemezsiniz. Bir kadın
evlatları için gururundan vazgeçmiş. Bir kadın haykıramadıklarını şimdi
haykırıyor. Yıkık, dökük geçen yıllarına isyan ediyor. Boğazında düğüm düğüm
olanları, yüreğini parçalayan yılların kinini kusuyor. Sadece artık sevilmek
istiyor.
Yiğit’in paramparça olarak, çaresizce, evladı için el öptüğü
o eli, otuz yıldır evlatları içini öpen Yeter’i yargılamak, ona kızmak mümkün
mü? Yeter de sırrını saklayamadı ve savcı oğluna tüm gerçekleri anlattı. Tüm
sırlar ortaya eninde sonunda çıkar. Bazı sırlar hayatları mahveder, bazılarıda
kaldığı yerden hayata devam etmeye yardım eder.
Herkes bu hayatta birilerini sever ve sevilmek ister. Sadece
sevmeyin, saygı da duyun, anlayın, anlaşın, koruyun. Aslı ve Ferhat hikayenin
en başından beri öylesine güzel, acele edilmeden evrim geçiriyorlar ki onları
ve büyüyen serpilen aşklarını sevmemek mümkün değil.
Sarılmayan adam sarılıyor, destek oluyor. Bağırmıyor, emirler vermiyor... Kadın
‘ellerimi bırakma’ diyecek kadar o adama artık çok güveniyor. Sürekli
hatıralarını anlatıyor. Ferhat da
Aslı’yı zevkle dinliyor. Kendi duygularını da , deneyimlerini de paylaşıyor.
Güzel ve çirkin aile oluyor, hem de güzel, çok güzel bir aile.
Sevmekle başlar, yaşamak. Sevmekle başlar, anlamak. Sevmek
sevdiğinle bir olmaktır, duyumsamaktır. İki kalp, iki gönül, iki bedenden
oluşmaz sevgi. Sevmek; tek kalp, tek gönül, tek beden olmaktır. Sevgi
paylaşmaktır. Hem iyi günü, hem kötü günü birlikte sırtlayabilmektir.
Sevdiğinle kalbini bölüşebilmektir. Sevmek aynı nefeste buluşabilmektir.
Uykunu, lokmanı, hayallerini, kahkahalarını, göz yaşlarını paylaşacak kişiyi
bulduğun andır!
Sevin, sevilin ve mutlulukla kalın!
Notlarım:
* İki haftadır iş yoğunluğumdan dolayı yazı
yazamadım. Tek tek mesajlarınıza geri dönemedim. Lütfen kusura bakmayın.
* Bu hafta yine sevgili senaristimiz Erkan Bey’den
güzel bir mesaj vardı. “Bir kadın genç yaşta dulsa, çocukluysa, parasız ve
eğitimsizse yaşayamaz, yaşatmazlar.”
* Ayhan avukatın isyanı ve anne özlemi, elbette ki
Yeter’i harcamaya yetti. Babasını cezalandırabilmenin en güzel yolu, babasının
aşık olduğu kadını içeri tıkmaktı.
* Suna “Anne!” dediğinde gözleri ışıldayan bir
Yeter görmekte varmış kısmette.
* Abidin ve Gülsüm sahneleri sanki biraz kısaldı.
Onları izlemekten büyük zevk alıyorum. Dizimize renk ve sevgi katıyorlar. Bu
bölüm Abidin’in Cüneyt’i sözlü olarak, cümleleriyle dokunmadan tokatlaması bir
harikaydı.
* Cem komisere keşke bu kadar çabuk veda
etmeseydik. Keşke kapısının önüne bir koruma konsaydı. İçeri elini, kolunu
sallayan giremeseydi. Cenazesi de bir başkomisere yakışır şekilde olsaydı. Uğur
Aslan yolun açık olsun, emeğine sağlık.
* Bu hafta Dilsiz ve Aslı sohbeti içimi titretti.
* Namık, İdil ve Handan; onları izlerken
yoruluyorum. Demek ki rollerini öyle iyi yapıyorlar ki bu yüzdendir
yorgunluğum.
* Vildan, sen ne güzel mesajlar verdin bu hafta.
Anneler Vidan’ı izlediniz ,dinlediniz mi? Bir kız çocuğunun anne desteğine,
sevgisine nasıl ihtiyacı olduğunu duydunuz mu? Vildan karakterinin geldiği
durum mutluk verici, eğitici ve öğretici.
* Gelelim Yeter ve Yiğit sahnesine. Arzu Gamze
Kılınç ve Deniz Celiloğlu. Muhteşemdiler. Her iki oyuncumuzuda tebrik edelim.
* Arzu Gamze Kılınç için ayrı bir not düşmek
istiyorum. Bu hafta rolüne öyle bir büründükü, bize Yeter’in acısını, isyanını,
üzüntüsünü gönülden yaşattı. Tüm alkışlarımız kendisine...
* Birce Akalay, kendisine hayran kalmamak elde mi?
Nasıl inleyerek ağlamaktı o. Nasıl bir rol yapmaktı. Tek kelimeyle şahaneydi. O
ağladı. Biz ağladık. Tüm alkışlarımız Birce için!