Savaşın ortasında kalmış küçük bir kız çocuğu. Adı Ayla. Ya da biz Türkler öyle hitap ediyoruz ona. Film, konusunu gerçek bir hayat hikâyesinden alıyor. Baş karakter Süleyman Amca, Kore Savaşı’nda görevli şerefli Türk askerlerinden yalnızca biri. Onu özel kılan ise savaşın ortasında evlat edindiği, bakıp büyüttüğü Ayla.
Savaştan habersiz, anne babasını kaybetmenin yaşattığı acı ve korku ile ortada dolaşan küçücük bir kız çocuğuydu Ayla. Savaşın anlamını anlayamayacak kadar küçük ve saftı. Karanlığın ve kinin içinde kalmış umutlarıyla ezilmek üzereyken onu kahraman bir asker kucaklayıp hayatına almıştı. Askeri birliğin içinde askerler ile beraber yemek yer, şarkı söyler hatta içtimalara bile katılır olmuştu. Süleyman Askeri baba bilip askeriyeyi ev kabul etmiş, travmalarını orda yenmeyi başarmıştı. Ve Ayla bu durumdaki tek çocuk değildi. Kore’deki Ankara Okulu; Ayla gibi birçok zor durumdaki çocuğa Türk Askerinin kol kanat gerip, baktığının, gitmeden öncede onları düşünüp okul yapmasının örneğidir.
Bu paragrafı filmi izlemediyseniz okumayın derim. Can evimden vuran birkaç sahneyi paylaşmak isterim. Ayla’nın Süleyman Asker’i baba saydığının kanıtı olan kitaba bakarken ‘’anne yok kardeş yok baba var’’ diyerek Süleyman’a sarılışı o kadar içten ve gerçekti ki gözyaşlarımı tutamadım. İçtima sırasında ilk konuşması ve askerlerin Ayla’ya duyduğu sevgilerinin örneği küçük gözyaşları ve sonrasındaki tebessümleri ufak ama iç yakan detaylardı. Ali Asker’in Marilyn Monroe sevdasındayken talihsiz bir şekilde ölümü hepimizi yaraladı. Süleyman ile Ali’nin dostluğu ve Ali’nin gidişinin arkasından Süleyman’ın ‘’Buraya gelirken her şeyi geride bırakın dediler bıraktık, dönerken de bırakın diyorlar. Ben Ali’yi bıraktım’’ sözlerinden hissedildiği gibi. Memleketinde görev yaparken dünyanın bir ucuna vazifeye gitmek ayrı zorken bir de sevdiklerini geride bırakıyor insan. Aynı Süleyman’ın bu sözlerde bahsettiği sevdiği kız ve dönerken bırakmak istemediği küçük kızı Ayla gibi. Ama her sevda mutlu bitmiyor, herkes sadakat dolu sevemiyor. İstemeye istemeye geri dönen Süleyman’ın sevdiği kızı nişanlı bulması gibi. Süleyman da ne yapsın? Ailesinin uygun gördüğü bir kız ile evlendi dönemin şartlarınca. Başta zor bir evlilik olsa da zamanla yapılan fedakarlıklar, saygı ve sevgi evliliklerini güçlendirdi. Süleyman’ın Ayla’ya olan babalık duygusuna saygı duymayı ve tanımadığı bir minik kızı sevebilecek kadar koca kalpli bir insanın mutsuz olması da olamazdı zaten…
Filme gitmediyseniz eğer koşa koşa gidin. Mendilinizi almayı unutmayın. Gözyaşlarınız istemsizce akacak çünkü. Filmin yapımında emeği geçen yapımcı Mustafa USLU, yönetmen Can ULKAY, muhteşem oyuncu kadrosu ve tüm set çalışanlarının emeğine sağlık. En çok da filmin en duygusal, en mutlu sahnelerine hayat veren senaristi Yiğit GÜRALP’in emeğine sağlık demek istiyorum. İç ilişkilerinden dolayı kendisinin adını jenerikte göremediğimizi ayrıca belirtmek isterim. Ne olursa olsun bir filmin afişinde, jeneriğinde en çok emeği geçen insanlardan, yaratıcılardan birine yer vermemek ‘’Ayla’’ gibi uluslararası Oscar’a aday bir filme pek uygun olmayan bir davranış oldu. Filme Oscar yolunda başarılar diliyorum. Size de iyi seyirler diliyorum.