Fırat Tanış'ın canlandırdığı Adem, ekranın en
derin anti-kahramanlarından biri. 24'üncü bölüme kadar, geçmişindeki travmaları
harika taşıdı. Anneci Norman Bates'ten
Habil ve Kabil'in hikayesine kadar giden yitik bir kardeşlik, yalnızlık öyküsü
ördü.
Ama zaten gelenekselciliğin sırtını sıvazlamaya
çok müsait senaryo 24'üncü bölümde Adem'in zaaflarını kendini tutamadığı bir
şiddet patlamasıyla anlatmaya karar verdi. Adem, Dilara'yı öldüresiye, yerlerde
tekmeleyerek dövdü. Klasik bir aynaya bakıp kendi canavarlığıyla karşılaşma
sahnesiyle de içindeki gerçeğin ortaya çıkmasına şahit olduk.
Bu olmayacak iş değil. Çocukluğunda zulüm gören,
suistimal edilen birinin ona şiddet gösterene dönüşmesi şaşırtıcı olmaz.
Problemli olan Dilara'nın avukatı aramaya varan
ayrılma girişiminin 10 dakika içinde romantik bir hikayeye dönüşmesi.
Adem'in
her dayakçının kullandığı 'Çok pişmanım, affet', 'Kendimi mi öldüreyim??! Vur
beni!', 'Canavar çıktı içimden' gibi laflarla af dilemesinin hemencecik işe
yaraması. 'Dün gece bankta yattım üşüttüm', 'Beni sevmesen polise giderdin'
gibi duygu sömürülerinin onun seyirci gözünde acınılacak bir varlığa
dönüşmesine hizmet etmesi.
Tüm bu ağlayan dayakçı sekansında kendini
Dilara'nın yerine koyan izleyiciden 'Affet yazık, o senin her şeyin' tepkisi
bekleniyor. Dilara da ikiletmeden, 'terapiye gideceksin ama' gibi tırt bir
şartla sarılıveriyor kendini öldürmek üzere olan adama.
'Karı koca arasında olur.' Olmasın!
Bu o kadar bilindik bir hikaye ki. Milyonlarca
kadının hayatında, özellikle etrafındakilerin, (İstanbullu Gelin'de anne
Reyhan'ın mesela) 'Karı koca arasında olur, yapmış bir hata' laflarıyla normalleşiyor
Adem gibilerin tekmeleri. Sonra bir gün yol kenarında bıçaklanınca 'kol kırılır
yen içinde kalır' çürüyor.
İstanbullu Gelin, son bölümünde Adem'e sempati
duymamızı istemekle kalmadı, Dilara'yla ilişkisini güçlendirerek, onları yeni
ve cici bir eve taşıyarak, öpücüklere boğarak durumu 'her evlilikte olur böyle
şeyler'e getirdi.
Biz de Dilara gibi 'bir seferlik affettik'. Ama
hepimiz biliyoruz ki bu işler asla 'bir seferlik' değildir.
Bugüne kadar Süreyya karakteriyle usanmadan
geleneğin, muhafazakar kalıpların, mahalle baskısının tam kalbine çomak sokan
İstanbullu Gelin, bu çatışmada hep Süreyya'nın tarafında durdu. Biz de esas
kızın özgür ruhunu koruyabilmesini umut ettik. Fakat ikinci sezonun başından
beri Süreyya'nın kaçıp gitmesini bir sorumsuzluğa dönüştürerek, onu yeniden
zincire vurmayı mutluluğuna şart koşarak, hikayesini biricik yapan özden
uzaklaştı.
Şimdi de yola küfrü kıyameti, dayağı, baskıyı
affederek devam ediyoruz.