İnsanların hayata bakış açılarıyla ilgili bir araştırma yapmışlar. Başına kötü felaketler gelen insanların buna tepkilerini ve ne kadar sürede normal hayatlarına döndüklerine bakmışlar. Felç geçiren adamın da piyangodan büyük ödülü kazananın da yaklaşık üç ay sonra eskiden nasıllarsa o “ruh haline” döndüklerini fark etmişler. Kötümser bir insansan, mutsuzsan; zevk almıyorsan hayattan, piyango da çıksa değişmezsin. İyimsersen, hayatla baş etme gücün varsa felç de kalsan eski sen olabilirsin. Hayatına eskisi gibi devam edebilirsin. Çünkü insanın adapte olma yetisi var. Başına ne gelirse gelsin, kendisi olmaya devam ediyor. Piyango da çıksa, felç de kalsa, lohusa depresyonuna da saplansa… Bir insan, ortalama 775 bin karar alıp yaklaşık 145 bin tanesinden pişman oluyormuş bu hayatta. Yani büyük resimde ne yaparsan yap değiştiremeyeceğin şeyler var.
Bugüne kadar İpek karakterinin üstüne çok eğilmedim, düşünmemi gerektirecek bir performans da görmedim. Ama bu bölümde bir annenin kendisi nasıl “anne gibi hissedemeyeceğini” anlamaya çalıştım. Bir insan neden çocuğunu sevmez, neden onu istemez; bunu düşünmek istedim. Lohusa depresyonu bir sonuçtur nihayetinde, onu buraya getirecek bir şeyler olmuş olması lazım.
Hayatta sürekli her şeyin en iyisini, en güzelini istersen ve bu alışkanlığını törpüleyemezsen hiçbir zaman mutlu olamazsın. Sürekli önde, sürekli gözler önünde olmaya çalışmak mutlaka kaybettirecektir; çünkü kimse bunu başaramaz. İşte bunu sürekli isteme hali hastalıklı bir haldir. Peki insan bunu neden ister? Neden “sürekli” en iyi, en güzel olmaya ya da en iyisine en güzeline sahip olmaya ihtiyaç duyar? Hele tek çocuksan “anneli” ve babalı geçtiyse çocukluğun? Nasıl olur da bebeğini bile baby shower’ı, odası, kıyafetleri üzerinden düşünebilirsin? Hayır bu lohusa depresyonu yüzünden olamaz. Aklının altında bir yerde zaten hep bunlar var. Bu yüzden hayattan tat alamıyor, bu yüzden mutlu olamıyor, bu yüzden Faruk’un odasının, Esma’nın alakasının peşinden koşuyor; bu yüzden Faruk’u aklından atamıyor. Çocuğu hasta doğduğunda “Aşık olduğu neyi elde etti ki zaten” üzerinden geçmişe dönüp bebeği üzerinden Faruk’a dair kırık kalbini yamamaya çalışıyor.
Çünkü eğer sürekli olmayacak şeylerin peşinde koşar ve bunların olmamasına alışamazsan bir gün bir yerde bambaşka acıların içinden eskileri de çıkıp gelir. Hala hazmedemediğin şeylerin seni ne hale getirdiğini anlamazsın; ama kendini sebebini bulamadığın ya da yanlış yerde aradığın bir depresyonda bulursun.
Peki anne-babalı evde büyüyen bir tek çocuk neden bu kadar doyumsuz olur? Çok şımartıldığından mı? Neden bebeğini bile bir “gösteriş” aracı olarak kullanır? Gösterme merakından mı? Bir insan kendini neden bu kadar göstermek ister? Görülmediğinden mi?
Bu kadar mükemmellik ihtiyacı, sürekli sende olmayanın; daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak başka bir şeyleri açıklıyor olabilir. Bir insan neden sürekli en iyi olmaya ve herhangi bir şeyin, her şeyin sürekli en güzeline sahip olmaya ihtiyaç duyar? Sevilmek için mi?
İpek’in babası Şahap Bey, annesiz büyüyen çocuğun “insan” olamayacağını söylerken hiç kendi kızının neden böyle biri olduğunu sordu mu acaba kendine? Kızını tanıyor olması lazım. Çocukluğundan beri onun davranışlarını, isteklerini, şımarıklarını görmüş olmalı. Kızı neden böyle, hiç sordu ama acaba kendine. Sevgisizlikten mi? Sen mi gösteremedin o mu kıymetini bilmedi? Her halükarda bu senin suçun değil mi?
İpek sürekli ön planda olmak istiyor. Sürekli rekabet edecek birilerine, yarışmaya ve daha fenası sürekli kazanmaya ihtiyacı var. Kendi de Fikret de sürekli Faruk’la Süreyya’yı suçluyor son üç ay için. Peki İpek’te bu kafa olduktan sonra her şey sakin süt liman gitse İpek bunu bozacak bir şeyler bulup çıkarmaz mıydı kendine? İşte bu yüzden piyango da çıksa felç de olsa hayata nerden bakıp onu nasıl görüyorsa hayatını öyle yaşamaya devam ediyor insan. Çünkü bu çocukluktan süregelen bir alışkanlık. Hayatı nasıl yaşamaya alıştıysan öyle devam ediyorsun. En zor değişen, alışkanlıklardır. Gerçekten istemen, çok istemen lazım onları değiştirmek için. Yoksa başladığın yere geri dönersin. İpek’in kızını “gerçekten” sevme, iyi bir çocuk yetiştirme ihtimali var mı? Sorgulamak kimseye düşmez ama madem konuyu kendi babası açtı; İpek iyi bir “insan” yetiştirebilir mi?
Bebeği gerçekten istiyor mu; ona odalar hazırlamak, onu bağrına basmayı “gerçekten” istiyor mu zaman geçtikten sonra belli olacak. Çünkü o bebeği anne olmak için mi yoksa konakta yarıştırmak için mi istediğini bir tek o biliyor henüz. Ve zaman geçtikçe buna göre davranacak; çünkü her şey geçecek, gerçek hislerine göre yaşamaya devam edecek.
Bakalım kızını sevecek mi? Onu severken belki kendini sevmeyi de öğrenir. Ya da annesiz büyümüş başka bir çocuk daha yetiştirir.