Özlem bitti... Cevdet'e kavuştuk, binbir türlü
acıyla sınanmış Hilal'e kavuştuk. Her geçen gün daha da devleşen Hilal'e.
Herkesin hayran olduğu küçük hanıma. Ne demişlerdi baba-oğul, "Size hayran
olmamak elde değil." Gerçekten Hilal'e hayran olmamak elde değildi bu
bölümde.
Sadece bir dakika görmüş olsak da, o hüzünlü
romantikliği ile Leon'a da kavuştuk. "Bir roman olsa kal demen icab
ederdi" diyen ve kalamayıp gitmek zorunda olan, gözü yaşlı uğurladığımız
Leon'a. Açelya çiçekleri göndermiş sevdiğine ayrıyken, mektuplar yazmışlar
birbirlerine. Belki yazarken gözyaşı döktüler kağıda hasretle, kim bilir... Yaklaşık
altı ay kadar bir süre geçmiş üstünden ayrılıklarının, birbirlerini görmeden yarım
bir yıl atlatmışlar.
Sonra almış atmışlar Hilal'i hapse, belki de
annesinin ölümünden hemen sonra Yunan'ın karşısına bir kez daha dikildiği için.
Düşman gibi davranmışlar, yüzünün her zerresinde hissettik iki ay boyunca
çektiği acıyı. Sesinin her titreyişinde, gözünden dökülen her yaşta, ablasına
sıkıca sarıldığı kollarında ve ellerindeki morluklarda hissettik. Her türlü
fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalmış olan Hilal'in her saniyesinden
onlarca his aldık. Cevdet'le birlikte tuttu bölümün elinden zirveye çıkardı
duyguyu.
"Hürriyet en değerli şeydir kızım..." diyen ve hiç dinlemediği babası
ile birlikte. Yine hürriyetinden olmuş sonra ona yeniden kavuşmuş olarak. Ürkek
çıkışını gördük nezaretten, yeniden hasret kaldığı güneşe bakışını kıstığı gözleri
ile ve İzmir'i gördük onun gözünden. O küçük adımlar atarken, sokakta sefalet içindeki
insanları gördük. Derdest edilip nezarete, işkenceye götürülen insanları. Ülkenin
hali neyse İzmir'in de hali oydu. Pes etmiş dava arkadaşlarını gördük. Umut şehri
çoktan terk etmiş gibiydi, belki de Leon gibi umut da bir gemiye binip gitmişti.
Oysa Sevr dedikleri bir kağıttan ibaretti. Onca yaraya ve düşmanca muameleye
rağmen direnmekten, umut etmekten asla vazgeçmeyen, vatanı kurtarma azmi ile
ilk önce evine değil de matbaaya giden Halit İkbal'i de gördük. Bir milleti
uyandırmaya çalışan o güçlü kalem olarak. Yeniden yazacak, yeniden basacak ve
yeniden haykıracak olan, acıyla sınanmış ve vazgeçmeden dimdik ayakta kalmayı
başarmış olarak üstelik.
Kapıda ablasına sarılan Hilal ile birlikte
ağlamayan var mıdır aramızda, dik duramayıp bütün bedeni titrerken, hala yaşadığı
ve gördüğü dehşet o kızarmış, morarmış gözlerinden akarken, hepimiz Hilal
olduk. "Ah! Bu solgun yanakları sana duyurmadan öpebilsem!"**
Mektuplarına yeniden kavuşan, onları öpüp
koklayan aşık Hilal'i gördük sonra. İçerde olduğu süre boyunca Leon'un yazdığı,
ezberlediği satırlar ona umut olmuştu, nitekim "Hala bir umut var."
diyen Leon bedenen yoktu yanında ancak onun sevgisi, sözcükleri vardı hatrında.
Ona tutunmuştu Hilal, aşka tutunmuştu.
Leon, "...ben seni düşündükçe kayboluyorum." diyen Leon, bu kez;
“Ben kanlı bir savaşın orta yerinde savrulurken
sen bir açelya gibi dimdik durdun Hilal. Şeref, savaş, aşk... Bütün bu
kelimelere sen yeni bir anlam verdin. Bir gün belki gelir sana bir kucak dolusu
açelyayla teşekkür ederim.” diyordu yazdığı satırlarda, başka hiçbir söze
hacet bırakmadan o denli güzel anlatıyordu ki Hilal'i, onun gördüğü, sevdiği
Hilal'i. Diğerlerinin fark etmediği, kadın olarak dahi görmediği Hilal'i aynı o
açelya gibi fark etmiş ve sevmişti Leon. Şeref, savaş, aşk kelimelerine yeniden
anlamlar verdirendi Hilal, düşündükçe tüm milletlerin bayrağına ve renklerine
dönüşendi. Düşündükçe kaybolduğu Hilal, öyle derindi onun için. Metruk bir evin
bahçesinde açan açelyaydı o.
Denizdeki
coşkulu dalgalara benzeyen duyguların zincire vurulmuş, özlem içerisinde
kalmış, ulaşmanın kolay olduğu fakat bir o kadar da zorluğunu göstermenin en
güzel anlatım şeklini hitap eden çiçek türü Açelya'dır.
*** diyorlar. İçinde bir yerlerde belki bir umut
da saklıyordur açelya, onlar için aydınlık bir gelecek. Mücadelenin, vicdanın,
barışın ve aşkın yüzü olan bu iki sevgili için.

"Lakin şimdi seni gördüğüm her an tarifi imkansız duygular yaşıyorum..."
Ve o beklenmedik karşılaşma... Leon mektup
yazmadığı o iki ay boyunca ne yaptı, şu an için muallak. Ancak askerliğe o
sırada yeniden döndüğü de aşikar. Verdiği sözü çiğneyip, o üniformayı yeniden
giyişinin ardındaki nedenler yavaş yavaş çıkacaktır elbet ortaya, bu belki yeni
çatışmalar yaratacak belki de daha sıkı birbirlerine bağlayacaktır ikiliyi. Ancak
Leon'un yeniden üniforma ile arz-ı endam ettiği an, öyle bir nefeste çıktı adı Hilal'in
dudaklarından, sevdası gözlerinden taşarken ve bir adım atıp, sonra üniformayı
fark etti Hilal. Belki de bu, artık onun asker ya da Yunan kimliğinden öte, ilk
önce yalnızca Leon olacağının bir işaretidir, kim bilir. Karşısında soğuk,
yabancı ve üniformalı Leon'u, kendisine aşkla ve özlemle değil de küçümsercesine
bakan Leon'u gören Hilal'in gözlerindeki hayal kırıklığı, o satır satır
ezberlediği mektupları yırttıracak derecede delice bir üzüntüye, saman alevi
gibi parlayan bir öfkeye evrildi. Cebine limanda konulan açelyadan bihaber bütün
hıncını o mektuplardan aldı, ta ki o açelyayla karşılaşana dek. Hüzün ve
gözyaşı yeniden ve saniyeler içinde mutluluğa dönüştü ve umuda. Umut, Hilal ve
Leon'a en çok yakışan kelime olduğu için bu kadar çok var bu yazının içinde. Çünkü
"Ufacık bir umut bile aşkın doğması için yeterlidir." demiş Stendhal
ve biz Hilal ölümle burun burunayken o umudun bu efsanevi aşka dönüştüğüne
şahit olduk, sevdanın iki yürekte de başladığı, karaboranda bir gülün açtığı o
karanlık vakitlerde.
Doyamadık onca zamandan sonra bir dakikalık Hilal
ve Leon'a, ancak artık geldiler ya, bizim önümüz bahar...
Hoş geldin Vatanım Sensin, hoş geldin HiLeon...
* Edip
Cansever, Adını Funda Oteli Koy
** Stendhal, Kırmızı ve Siyah