Pınar Deniz: Oyuncu hayal edemediğini oynadığı zaman yaratmış oluyor

Pınar Deniz: Oyuncu hayal edemediğini oynadığı zaman yaratmış oluyor
“Çocukluğumdan beri oyuncu olmak istiyordum zaten”, “Lise yıllarında farklı bir şeyler denemek adına tiyatro kulübüne yazıldım, sonrasında da yapmak istediğim mesleğin oyunculuk olduğunu keşfettim”, “X filminden sonra ben de kendimi bu dünyanın içinde gördüm ve de oyuncu oldum.” Belki de en klişe sorulardan olan “Neden oyunculuk?” sorusuna alabileceğiniz cevapların genel çerçevesi bu şekildedir. Ancak Vatanım Sensin’deki Yıldız performansıyla naçizane radarıma giriş yapan Pınar Deniz, bu yönden ezber bozanlardan. Zira kendisi Leonardo Di Caprio’nun Kanlı Elmas filmini izledikten sonra oyuncu olmaya karar veriyor. Bu noktada filmdeki performansların onu derinden etkilediğini sanmayın, çünkü aynı zamanda uzun zamandır TEGV gönüllüsü olan Pınar, filmde Afrikalı çocukların yaşadıklarını ve kapitalizmin pençelerinin ne kadar yaralayıcı olduğunu görünce bir şey yapması gerektiğini hissederek iki çözümle filmden çıkıyor. 

Ya tanınması gerekiyor ya da çok para kazanması. Çünkü bu ikisi sayesinde insanların hayatlarına iyilik yaparak dokunabileceğini ve en önemlisi göz önünde olacağı için yaptığı iyiliğin yayılarak büyüyeceğini düşünüyor. Bu sosyal misyonla çıktığı yolculuk, bir süre sonra onun merak duygusunu da besleyerek tutkuya dönüşüyor. Vatanım Sensin başlamadan önce Yağmur ve Durul Taylan’a, “Yıldız için Osmanlıca da öğreneyim mi?” sorusunu sorduracak kadar baskın olan bu tutku, bizi de röportaj için bir araya getirdi. Normalde ben beklenmedik sorular sorarken bir anda tüm içtenliğiyle bana sorduğu, “Sen de gerçekten Yıldız’dan nefret ediyor musun?” sorusu keyifli bir Vatanım Sensin sohbetinin pimini çekti; 24 Kasım’da vizyona girecek, Karadeniz damarına sahip Didem karakterini canlandırdığı Kardeşim Benim 2’ye de söz geldi tabii. Böylece ben de gözlerindeki parıltı ile ruhundaki merak duygusunu kılavuzu yapmış Pınar Deniz’i yakından tanımış oldum. O zaman benden sonra, sıra sizde; buyurunuz…

  
Pınar Deniz, karakteri çok sahiplendiği için Yıldız’ın kötü yanını görmemeye çalışıyor.

● 1920 yılı Sevr Antlaşması’nın şafağında açıldı Vatanım Sensin. Yıldız, Ali Kemalsiz kaldı ve tüm aileyi de dağılmış bir şekilde gördük. Karakterinde ve hikâyede nasıl bir evrilmeye tanık olacağız?
Gerçekten şaşırtıcı şekilde evrileceğini söyleyebilirim. En azından benim için beklenmedik olduğu kesin (gülüyor.) Sezon finaline yaklaşırken ister istemez karakterlerin nasıl evrileceği ile ilgili yönetmenlerimizle konuşmuştuk. Ve bana örnek vermem gerekirse Yıldız’ı “siyah” görmem gerektiğini söylediler. Ben de yaz boyunca o siyahı bulabileceğim bir sürü film izledim, kitaplar okudum. Kendimi eve kapattım hatta bir süre sırf onu yakalayabilmek için. İkinci sezonun ilk bölüm hikâyesi geldiğinde o siyahın yerine beni beyaz bekliyordu. Tabii bu, şaşırtıcı olduğu kadar güzel de benim için. Bir şeyin doğrusunu oynayabilmek veya anlayabilmek için yanlışını bilmen gerekiyor. O açıdan yaz dönemindeki hazırlığım bana çok iyi geldi. Vatanım Sensin başlasın istedim tatil boyunca. Fakat ikinci sezon çekimleri başladığında çok rahat olurum diye düşünüyordum. En nihayetinde bildiğim bir karakter olduğu için hemen adapte olurum zannediyorsun. Halbuki öyle olmuyormuş.
 
● Karakteri unutmanla birlikte onunla yeniden empati kurma ve haklı taraflarını görüp kabullenme dönemi de geçiriyorsundur o zaman. Ki söz konusu Yıldız olunca bu pek de kolay olmuyordur.
Evet, öyle diyebiliriz. Bu arada sen de bana sinir oluyor musun Cansu? Daha doğrusu Yıldız’a? Bence haklı kız, çok üstüne geliniyor. “Seni çok seviyorum ama sana çok sinir oluyorum aynı zamanda” diyenlerle sıklıkla karşılaşıyorum. Öyle olunca hemen savunmaya geçiyorum. Genç kız o en nihayetinde. Karakteri çok sahiplendiğim için kötü yanını görmemeye çalışıyorum galiba. Bu nedenle de Yıldız’ı unutsam da onunla yeniden empati kurma ve haklı taraflarını kabullenme durumu benim için çok kolay. Dizi ilk başladığında da Yıldız’ı hiçbir zaman kötü bir kız olarak görmedim.
 
● Bir Vatanım Sensin izleyicisi olarak Veronika ve Vasili’nin Leon ve Yıldız için organize ettiği sürpriz nişan davetinde Yıldız’ın yaşadıklarını görünce ona hak vermiştim ilk defa. Oradaki isyanı haklıydı kanımca.
Evet, ne kadar üzücü değil mi bir genç kız için? Ki orada da Leon’un değil, Veronika ve Vasili’nin kurbanı oldu. Leon bence de ona hiçbir zaman ümit vermedi. Yıldız, istediği şeyi almak üzerine programlandığı için hep hüsrana uğruyor. Bence ikinci sezonda da istediği şeyi almaya çalışacak yine. O, Allah’ın, daha doğrusu senaristlerimizin emri, yapacak bir şey yok (gülüyor.)
 
● İlk sezonun sonlarına doğru Yıldız’ın dengesiz hali de çok baskındı. Ali Kemal’e âşık dediğimiz anın sonraki saniyesinde “Aaaa yok, bu çocuğu çıkarı için kullanıyor” dedirtti hep. O anlarda Yıldız’ın tek kişilik tenis maçını izler gibiydim. Ortada Ali Kemal, iki tarafta Yıldız’ın farklı kişilikleri.
İlk başlarda ben de senin gibi düşünüyordum ama sonra hayatta hepimizin dengesiz olduğumuzu düşününce Yıldız’ın o yönünü de haklı görmeye başladım. Aslında bu, Yıldız’ın dengesizliği de değildi. O, bu özelliğini bir maske, paravan olarak kullanıyordu ki böylece Ali Kemal’e olan duygularını bastırsın. Senaryoyu okurken ben de defalarca Yıldız’a söylenmişimdir. Beni de çok şaşırtmıştır bu dengesizlikleriyle. Ama işte, izleyiciyi şaşırtan şey bana zevk veriyor.
 
● Yaz boyunca “siyah”a dair pek çok film izleyip kitap okuduğunu söyledin. Bu dönemde neler senin için yol gösterici bir kaynak oldu?
Hangi birini söylesem ki… Öncelikle Netflix’e dadanmak diye bir eylem, kavram gerçekten var. Her biri benim için yol gösterici kaynak oldu ama bu süreçte sadece oyunculuk izlemediğimi söyleyebilirim. Kadın karakterlerin duygu hallerine odaklandım. Ölüm haberi aldığında bir İngiliz kadınının tepkisi ile bir Fransız kadınının tepkisi arasındaki farklara dikkat ettim. Belli başlı genel geçer olaylara genellikle çoğunluğun verdiği tepkiyi vermiyorum. Mesela cenazede herkes ağlarken bana gülme gelir. O noktada kalıplara göre şekil almayan ve soğukkanlı biriyim. Bu nedenle de sırf duyguları keşfedilmek için çok fazla şey izleyip gözlemlemeye çalışıyorum. Şu an senin nasıl oturduğunu inceliyorum misal. Ruh hastası gibiyim o noktada. Sokaktan geçen bir adam veya kadını inceleyerek onun kaç yaşında olduğu, ne iş yaptığı veya üzgün olup olmadığı hakkında tahmin yürütüp onunla ilgili bir hikâye kurmaya bayılırım. Onun dünyasında da yaşamaya başlarım o an.
 
● Yıldız’la taban tabana zıt olduğundan bahsettin. Onu ilk defa ne zaman gerçekten anladın ya da onunla empati kurmak senin için nasıl kolaylaştı?
İlk başlarda aşırı zordu bu. Çünkü Yıldız’a her büründüğümde, “İnsanda biraz vatan sevgisi olur. Neden böyle ki?” diye sorguluyordum. Pınar olarak Yıldız’ı oynamadan o dönemde yaşasaydım Yıldız benim için kötü bir kız olurdu ve gerçekten ona hak vermezdim. Ancak geçtiğimiz sezonun sonu itibariyle şu an o dönemde yaşasam Yıldız’ın haklı yönlerini rahatlıkla görür ve onu savunurdum da. Vatanını seviyordur ama bunun için bir şey yapmak zorunda değil ki, o da acı şeyler yaşıyor diye düşünüyorum artık. Mustafa Sami’nin ölümü de onu gerçekten anladığım ilk andır. Annesi başta olmak üzere çevresindeki herkese yakarıyor; “Mustafa Sami’yi ben öldürmedim” diye. Ancak kimse inanmıyor ona. Yıldız’ın tek isteği o adamla evlenmemekti, ancak bu uğurda yaptığı yanlış, safça bir hareket Mustafa Sami’nin ölümüne neden oldu. Sonu böyle olsa da Yıldız’ı ilk defa haklı buldum o sahnede. 
 
● Vatanım Sensin, ana castta yer aldığın ilk önemli proje. Malum “Set, benim için okul gibi” şeklinde sağlam bir klişe söz konusu. Sen o sulara girmeden ben sorayım; ne için “Vatanım Sensin’e kadar bilmiyordum ve ilk defa bu sette görüp öğrendim” dersin?
İlk başladığımda çok içgüdüsel oynuyordum. Kamerayı tabii biliyorsun ama mesela ağlamam gerekiyorsa bir sahnede kamera ne açıdan çekerse çeksin her seferinde ağlıyordum. Sonra yakınıma geldiğinde akıtacak gözyaşı kalmıyordu (gülüyor.) Çok genelde oyununu o kadar harcamana gerek yok. Provada da mesela ağlardım. Yönetmenlerim hep uyarırdı. Vatanım Sensin ile bunu kırdım. Bergüzar’dan (Korel) set adabını öğrendim. Çok düz olduğum için her şeyi pat diye söylüyorum. Bergüzar hep uyarır; “Pınar, bu söylenmez. Ya da bunu yumuşatarak söyle” der. Halit Abi’den (Ergenç) sadece bakarak, hiçbir şey yapmadan ne kadar çok şey anlatabileceğini öğrendim. Ancak kadroda öyle biri var ki işte, en büyük hocam ve de en çok etkilendiğim kişi odur; Celile Toyon. Hayatımda iyi ki tanımışım dediğim insanların başında gelir. İnsan bir kere de olsa “Ben yoruldum” veya “Ben üşüdüm” demez mi? Sözde biz genciz ama ruhu genç olan ve bunu eylemlerine de döken kişi o aslında. Hâlâ ilk günkü heyecanıyla oynuyor. İkinci sezonun ilk bölüm çekimleri öncesinde “Ben hiçbir şey hissedemiyorum” dediğimde o, “Ben de hissetmiyorum çünkü çok heyecanlıyım” demişti. Galiba bir sonraki setimde onun yaptığı şeyleri taklit ediyor olacağım. Gerçekten en büyük hocam. Vatanım Sensin’le birlikte kendini kurulan dünyaya çok kaptırmadan karaktere bürünmeyi de öğrendim. Dizi başlamadan önce Yağmur ve Durul Hoca’ya (Taylan) “Osmanlıca öğreneyim mi?” diye sormuştum manyak gibi. Tabii haklı olarak şu tepkiyle karşılaştım: “Sen Osmanlıca öğrendin iyi güzel de kim anlayacak konuştuklarını?” Dönem işi çekince oyuncu panik oluyor. O dönemin ruhunu hissetmek gerekiyor. Çok büyük oynayamazsın, daha minimal olmalısın. Bu nedenle de panik oluyorsun aslında. Neyse ki şu an rahatladım bu noktada.

Normalde kendi sahnelerini izlemese de Mustafa Sami’nin ölüm sahnesi onun için istisnalardan.

● Osmanlıca öğreneyim mi diye sorduğundan bahsettin. Kendini bu açıdan çok zorlayan biri misin?
Çok meraklıyımdır. Geçen yıl Flamenko dersi aldım. Kültürünü de çok seviyorum. Bu yıl modern dans kursuna gideceğim. Bateri çalmak istiyorum. Çok karmakarışığım. Galiba içimde bir sürü insan var ve hepsini beslemek istiyorum. Aslında kendimi zorlama konusunda tek bir şeyde pek çok kişiden farklıyımdır. O da mesela Flamenko öğrenirken, kültürünü de detaylı bir şekilde öğrenme isteğine sahip olmam. Sadece oyunculukta değil, gerçek hayatta o dünyanın içine tam anlamıyla gireyim istiyorum.
 
● Performansını mutlaka izler misin?
Aslında çoğu zaman izlemiyorum. Çünkü hissettiğim şeyi ekranda görmüyorum genelde. Kendimi izlemenin zamanı var. Ne zaman ki gerçekten daha iyi hissedip izleyebileceğim, o zaman kendimle barışacağım. Bu arada Vatanım Sensin’de Mustafa Sami’nin ölüm sahnesi istisna yapıp baktığım sayılı sahnelerdendir. O kadar büyük bir duygu beni sarmalamıştı ki izlediğimden hiç memnun kalmamıştım. O sahne bittiğinde gün boyu çok kötüydüm. Kendimi çok eleştiriyorum. Hiçbir zaman kendimi çok beğenmeyeceğim, istemiyorum da zaten bunu.
 
● “Kestik” denildiği an rolün etkisinden saniyesinde çıkanlardan mısın, yoksa kalanlardan mı?
Aslında sağlıklı olan ilki. Fakat benim için ikincisi geçerli şu an sanırım. Hilal’in idam sahnesinde de içim çıkmıştı ağlamaktan. Halbuki görünmüyordum bile o anda. Fakat ruh gibiydim. Bu, sağlıksız bir durum. Oyunculuk için kilometre işi derler ya, bence çok doğru. Bende de yavaş yavaş oturuyor.
 
● Gelelim 24 Kasım’da herkesle paylaşacağın heyecanına: Kardeşim Benim 2. İlkini izlemiş miydin? Filmde canlandırdığın karakterden de biraz bahsetsen…
Yönetmen görüşmesinden önce izlemiştim ilkini. Açıkçası Aslı Enver’in rolünün devamı olursa oynamayı düşünmüyordum. Çünkü çok yavan kalacaktı. Bambaşka bir hikâye oldu. Film boyunca Burak ve Murat’ın (Boz) düğüne yetişme telaşını izleyeceğiz. Ben Burak Özçivit’in partneri Didem’i oynuyorum. Kaba tabirle Didem, babası ve sevdiği adam arasında kalmış, duygularını kontrol altında tutmaya çalışan bir karakter. Kızımızın Karadeniz damarı olduğundan pek başarılı olamayacak tabii. Hal böyle olunca ortaya tatlı ruh halleri çıktı. Daha önce Karadeniz’e gitme fırsatım olmamıştı. Orada tanıştığım insanlar o kadar misafirperverdi ki biz burada ne yaşıyoruz dedim kendime. Gerçekten müthiş bir deneyimdi. 24 Kasım’da vizyonda olacak bakalım, ben de heycanla bekliyorum.
 
● Bu noktaya kadar oyunculuk dünyasının içindeki Pınar’dan bahsettik. Bu çemberin dışına çıksak…
Mardinliyim ve de Arap kökenliyim. 10 Kasım’da 24 yaşıma girdim. 5 kardeşiz; bir ablam, bir ağabeyim ve kız ile erkek kardeşim var. İstanbul Üniversitesi’nde reklamcılık okuyorum. Aslında bitti gibi (gülüyor.) Mezun oldum ama olamadım. “Çocukluğumdan bu yana hep oyunculuk yapmak istiyordum” diyen gruptan değilim. Küçükken şarkı söylüyor ve dans ediyordum. Müzik hocam beni zorla konservatuara göndermek istemişti. Sırf güzeller oyuncu olur önyargısına sahip olduğumdan psikolog veya avukat olmak istiyordum. Psikolog olmaya karar verdim bu ikisinden. Bu sırada tabii beni bir ajansa yazdırdılar. Bir yandan da oyunculuk eğitimi almaya başladım. Gani Müjde fotoğraflarımı görünce benden audition istedi. İlk audition’ımdır o. Ne yapılacağı konusunda en ufak bir fikrim yoktu ve ben audition’ı okudum çünkü okunur sanıyorum. Meğer oynanıyormuş (gülüyor.) Tüm bu acemiliklerime rağmen Gani Müjde bana güvendi, o rolü verdi ve devamında merak duygumu besleyen başka karakterler geldi.
 
● Şu an sana nasıl bir rol gelse merak duyguna en çok hizmet eder?
Cariye kavramının distopik halini anlatan The Handmaid’s Tale adlı bir dizi var. Muhteşem bir kurguya sahip. Ben, tıpkı o dizide olduğu veya Batman’in Joker’i gibi var olmayan, kendimin yaratabileceği bir rol istiyorum. Somut örneğini göremeyeceğimiz karakterler beni çok cezbediyor. Baktığında dünyadaki televizyon ve sinema sektöründe de hep o tarafa gidiliyor. Burada bir parantez açayım ve ben fandom olayım bir kereliğine; Kubrick’in bir filminde olsam kesin kafayı yerim, olumlu anlamda tabii. Oyuncu hayal edemediğini oynadığı zaman yaratmış oluyor.
 
Pınar’ın hayatını bir yönetmen yönetecek olsa bu isimler Tim Burton ve Michael Haneke olurdu.

KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film:
Grave of the Fireflies.
 
Tüm zamanların en iyi filmi:
Çok var ki, seçemem ama ilk aklıma gelenler; Fight Club, The Shawshank Redemption, Clocwork Orange.
 
İzlemekten keyif aldığın ve defalarca izlediğin film:
Eski Türk filmlerini defalarca izleyebilirim; bir de Life is Beautiful ve Amélie.
 
Çok abartıldığını düşündüğün film:
Midnight Express.
 
Takip ettiğin diziler:
The Young Pope, Six Feet Under, Ozark, Rebellion, Peaky Blinders ve Stranger Things’e başladım. Bu aralar biraz karışığım (gülüyor.)
 
Bugüne kadarki yaşamını bir yönetmen çekmiş olsaydı, hangisinin dili seni yansıtırdı?
Tim Burton ve Michael Haneke beraber çekse karışık ruh halimi ancak yansıtabilirler diye düşünüyorum (gülüyor.)
 
Herkese önerdiğin kitap:
John Berger’in Görme Biçimleri ve Knut Hamsun’un Açlık’ı.
 
Şu an veya son okuduğun kitap:
J. D. Sallinger – Çavdar Tarlasındaki Çocuklar, son okuduğum roman. Şu an ise George Ritzer’den Büyüsü Bozulmuş Dünyayı Büyülemek’i okuyorum.
 
Son zamanlarda en çok dinlediğin müzisyen / şarkı:
Karmaşık bir zevk olduğundan her şeyi dinleyebilirim. Bu ara John Lennon, Edith Piaf ve Goran Bregovic’e taktım.
 
Pınar Deniz bir ortama girdiğinde neşesi yerindeyse iç dünyasının fonunda hangi şarkı çalar? Sinirli veya üzgünse ne çalar?
Neşem yerindeyse Buena Vista Social Club’ın tüm şarkıları veya Balkan ezgileri olabilir. Onun dışındaki tüm ruh hallerimde klasik müzik ve soundtrack’le bıraktım baş başa.
 
Seyahat etmeyi en çok istediğin şehir / ülke:
Afrika.
 
Hayal şehrim:
Brugge.
 
En sık kullandığın kelime / söz kalıbı:
Enerji.
 
Bir buluşa imza atmış olsaydın hangisini seçerdin?
Yazı yazmak.
 
Hayatta olan veya hayatını kaybetmiş ünlü bir kişilikle (yazar, oyuncu, bilim adamı, yönetmen, futbolcu vs.) karşılıklı oturup bir konu üzerine konuşacaksın. Kimi ve hangi konuyu seçerdin? 
Tüm diktatörlerle konuşmak isterdim. Öldürme eylemini ilk hissettikleri anı sorup bastırdıkları duygular üzerine konuşurdum herhalde. Özellikle biri olacaksa Hitler olurdu.
 
Bugünkü Pınar Deniz’i betimleyen söz (Edebi alıntı, şarkı sözü, minibüs arkası sözü, replik vb.) 
“Bir gün önce, bir dakika önce ya da bir yıl önce meydana gelen bir şeyi peşinden sürükleyerek dünyaya dokunamazsın.”// Stefana D’Anna - Tanrılar Okulu

*
*

Fotoğraflar Emre Yunusoğlu
Styling Oğuzhan Erdoğan
Fotoğraf Asistanları Alper Kemal Özkorkmaz & Deniz Doldur
Styling Asistanı Ezgi Aydemir

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER