Her şeyi kolay kolay beğenip sahiplenenlerden olamadım hiçbir zaman; ancak beğenip sahiplendikten sonra da kolay vazgeçenlerden olmadım. Vatanım Sensin’i de ilk başladığında hemen benimsemedim ama şimdi vazgeçilmezlerim arasında en ön sıralarda yer almakta. Bu nedenle uzun süredir takip ettiğim bu yapımla ilgili bugüne kadar gözlemlediğim şeyleri anlatmak istedim sizlere. Okumak ve benim için Vatanım Sensin nedir, ne değildir görmek isterseniz sizleri de bu küçük serüvene davet etmek isterim efendim. Buyurunuz.
Öncelikle biraz teknik sorunlardan ve senaryo akışından bahsetmek istiyorum. Sahne geçişlerine bir türlü yetişememekteyim. Bir bakıyorum sabah, bir bakıyorum akşam. Bir bakıyorum Cevdet sivil, bir bakıyorum üniformalı. Bu konuda ya montajda ya da senaryoda sıkıntı var gibi. Aynı şekilde fragmanda olan ya da sosyal medyada dizinin resmi sayfasından yayımlanan fotoğraflarla verilen bazı sahneleri dizinin içinde göremiyoruz. Bu da sahne geçişlerinde kopukluğa neden oluyor. Çekim açılarında da var bu sıkıntı. Oyuncuların sadece belden yukarısını görmek ya da sahnelerin çok karanlık çekilmesi duygu geçişlerini tam olarak verememekte. Böyle kaliteli ve yüksek bütçeli bir yapımda daha kaliteli efektlerin kullanılması gerektiğini düşünmekteyim. Oyuncular da giydikleri kıyafetleri haftalarca çıkarmıyorlar üstlerinden. Bu konularda daha dikkatli davranmaları gerektiğini düşünmekteyim.
Yine yan karakterlerin ‘iç dünyalarını’ görmek neredeyse imkânsız. Biz, bulmaca tamamlar gibi sağdan sola yukarıdan aşağıya boşlukları doldurmaya çalışıyoruz. Bu izleyici için bir süre sonra sıkıcı ve yorucu olmaya başlıyor. Örneğin son bölümde Ali Kemal, Leon’u dövüyor. Hilal ve Ali Kemal, Leon’u o şekilde bırakıp gidiyorlar. Daha sonra gelen sahnelerin hiçbirinde Hilal’i Leon’un ne halde olduğunu düşünürken göremiyoruz. Ya da niçin 20 dakika boyunca Tevfik’in ormanda yürüdüğünü izliyoruz?
Azize mesela kaç aylık hamile? Niçin karnı hala belirgin değil? Ya da Tefeci Yinon’a, Eleni ve ailesine ne oldu bilen var mı? Sahneleri bıçak gibi kesildi.
Şahsen tarih derslerine giren bir öğretmen olarak da Yunan işgalinin şiddetini izlemek istiyorum ama şunu da biliyorum ki izlediğimiz şey bir drama kurgusu. Bu şiddeti hem RTÜK hem de bu işin bir kurgu olmasından dolayı bu kadar yoğun göstermemelerini de anlayabiliyorum. Ancak saatler süren bir dizide sadece son 15-20 dakikası akan bir iş izlemek de beni ekrandan koparıyor.
Gelelim karakterlere.
Hilal… O’nu o kadar iyi anlıyorum ki gerçekten çok zor bir durumda. Bu aşk, onun en büyük sınavı. Bocalaması bundan ama, kocaman bir "ama" demek istiyorum çünkü son 3-4 bölümdür sanki playback yapıyor Hilal. Hep aynı cümleleri söylüyor. Leon’un repliklerine verilen özen onun repliklerine verilmiyor. Bu kız konuşturulmuyor artık. Üzücü! Oysa Hilal; sağduyulu, okuyan, yazan vatanında yaşayan insanlara hemşire olarak hizmet eden, Halit İkbal kimliğiyle uyuyan bir halkı uyandırmaya çalışan, onlara umut aşılayan bir karakter. Bu kadar pasif yazılmamalı. En azından Leon’a karşı. Ve tabii ki vatanla ilgili konularda geri plana atılmamalı. Hilal’e yapılan bazı haksız eleştirilere de çok üzülüyorum. "Vatanperver bir kız nasıl o teğmeni sever?" diyenler var. İnsanlar bu hayatta ‘tek bir kimlikle’ vücut bulmazlar ki! Kim demiş vatanperverler sevmez diye. Halide Edip sevmedi mi? Ya, Mustafa Kemal? İnsanları kalıplar içine sokmak doğru gelmiyor bana. Hayat bu!
Leon, bu dizideki "iyi ki"lerimden. Tıpkı Hilal gibi. İyi ki bu rolde Boran KUZUM’u izliyoruz. Öyle bir yetenek ki ‘oynamadan oynuyor’ tabiri ona çok uygun bence. Ses tonunu, jest-mimik ve de beden dilini o kadar muazzam kullanıyor ki sahneleri arşa çıkarıyor. Miray DANER ile uyumları şahane.
Hilal ve Leon, bence bu hikâyede umudun, barışın ve yaşamın rengini temsil ediyorlar. Bir renk olsalardı mavi olurlardı bence. Gökyüzü gibi, denizler gibi, Hilal’in o eşsiz gözleri gibi. Hikâyeleri çok güzel; ancak son haftalarda yazılan sahnelerdeki diyalogları ‘’alın size sahne yazdık’’ der gibi. Ya da ‘’hadi öpüştürelim’’ de izleyenler diyalogların vasatlığını görmesinler der gibi. Hayır, öpüştürün lafım yok, hatta öyle şiddetli öpüşsünler ki Richter ölçeği bile şiddetini ölçemesin amaaaa buram buram kalite kokan replikleri geri verin rica ediyorum sayın senaristler. Nerde Kafka, Sadi, Aristo…? Yapmayın, bu uyumu heba etmeyin. İzleyenlere ve oyunculara haksızlık oluyor bu yapılan.
Yine bu aşk ile ilgili bazı yorumlar çok üzücü. O yorumları okurken ülkem adına da tedirgin oluyorum gerçekten. Sevginin dili, dini, ırkı var mıdır? Ya da ten rengi? ‘’Siyahın beyaza, beyazın da siyaha üstünlüğü yoktur.’’ diyen bizim dinimiz değil mi? O zaman neden bu ayrıştırma isteği? Ayrıca bu dizide insanları dil, din, ırk ayrımı yapmadan psikolojik yönleriyle anlatmaya çalışıyorlar yani yıllardır bizlere dayatılan kalıplarla yapmıyorlar hikâye anlatımını. Bir de bu izlerken bu açıdan da değerlendirme yapılması gerekiyor bence.
Son haftalarda birçok olay gün yüzüne çıktı. İkinci sezonda senaristler nasıl yol alacak gerçekten merak ediyorum. Konuların açılması güzel ama 24 bölüm boyunca silah konusunu izledikten sonra birden böyle her şeyin açılması enteresan oldu gerçekten.
Benim Vatanım Sensin eşliğindeki seyirci yolculuğum kendi adıma böyleydi. Tüm ekibin ellerine sağlık. Okuyan gözlerinize teşekkür ederim.