Yaklaşık iki sene önce Fİ Çİ Pİ serisini duymuştum.
Üç kitabı arka arkaya okumak gerek diye sürekli erteledim almayı. Başka
romanlara yöneldim. Şimdi doğru mu yaptım? Bilemiyorum. Fi’yi izlerken bir
sonraki bölüm için heyecanlanıyorum ki iyi ki okumamışım da bir fikrim yok
diyorum. Bir yandan da okusaydım daha güzel anlardım, içine girerdim olayın
diye düşünmeden edemiyorum. Anlayacağınız tam Duru oldum. Duru gibi ortada bir
yerlerdeyim.
Gelecek kaygısı hangi gencin sorunu değil ki? Hele ki ben,
Duru, Ayşe, Ali gibi son sınıf öğrenciler için yüzümüze esen şiddetli rüzgâr
gibi gelecek kaygısı. Bir de Duru gibi Türkiye’de güzel sanatlar okuyorsan iş
daha da zorlaşıyor. Son üç bölümdür gördüğümüz gibi gereken önemi göremiyor ve
mesleki kariyer olarak fazlasıyla endişeye sokuyor sanatçı gençleri. Duru için bir de son zamanlarda fırtınalı
geçen çokça sevdiği aşkıyla evlenme ihtimali belirdi. Deniz’in sanata olan düşkünlüğü
ortak noktaları da olsa gelecek planlamaları ve sanat için farklı yollarda çaba
gösterme istekleri onları ters yöne düşürüyor.
Rüzgâr arkadan sert esiyor. Hatta rüzgârın adı Can Manay. Duru’yu tam
olduğu yerden kendine çekmek, Deniz’den uzaklaştırmak için her yolu deniyor.
Akıllara sığmayacak planları ile her bölüm şaşırtıyor bizleri. Ne deha, nasıl
bir psikopatlık? Bu soruları geçirirken aklınızda bir psikopata hayran
oluveriyorsunuz. Teşekkürler Ozan Güven oyunculuğu. Teşekkürler Can Manay.
Kadına şiddette psikolojik, fiziksel, ekonomik her türlüsüne
tepki koyduğumu belirterek Sıla’ya yaptıklarını hiç ama hiç desteklemiyorum.
Sıla’yı tabiri caizse kullanıp attı. Sıla da beklenilenden üstün dedektif
performansı ile göz doldurdu ancak sonu hüzünlü bitti. Hele Can’ın gerçek
yüzünü anladıktan sonra hiçbir şey yapamama acizliği ve o sinir harbi beni
derinden etkiledi. Seviyorum seni Özge Özpirinçci.
Freud’a selam çakan psikoloji temelli muhteşem dizimizde Can
Manay’ın da içindeki hayvanı görmüş olduk. Ben demiyorum. Özge’nin dediği kadın
düşmanı olan hayvandan da bahsetmiyorum. Freud’un zihin oluşum evrelerindeki
İd’den bahsediyorum. İçimizdeki doyumsuz hayvan. Eleştiri kabul edemeyen,
güdüsel, durdurulmayan yanımız. Cinsellik, saldırganlık, açlık ve kin gibi. Ne
garip bir adamsın ki Can terapi için hem terapiste hem de gazinoya giden
birisin. Çıldırdığında şiddetlice adam döven, şahısları karıştırırcasına hınç
alıp sakince bir bardak soğuk su içebilecek kadar değişkensin. Eti; yani seni
en baştan yetiştiren kişi olmasa, elinden kurtulamayacağına eminim. O küçük
yaşta niye akıl hastanesindeydin? Yanındaki diğer çocuk kimdi? Eti’nin çıkarı
neydi? Çok merak ediyorum.
Bilge’nin hassas davranışlarını ve çalışkanlığına bir kere
daha hayran olup, az bütçesine alışmış maaşına sevinçten çıldıran hallerin ve
en güzel gelecekleri hak eden güzel kalbinden öpüyorum.
Özge’nin yarı çatlak ve gözü kara halleri, ufak patronculuk
tavırları çok gerçekçi ilerliyor. SMK ile boy ölçüşmemesi gerek yakın zamanda
onu öğrendik. Ama Can’ın korkulu rüyası olacağı kesin.
Aşk yarı delilik halidir. Jiletle ilk aşkını unutmaya
çalışan mı ararsın? Can gibi başkalarının hayatını yönetmeye çalışan mı
ararsın? Bir insan için hayatını, psikolojini, kendini, kariyerini tehlikeye
atmak. Su, hava gibi istemek onu. Korkuyorum yazarken bile. Belki de en
korkuncu onsuz olmaktır. Can için Duru’suz kalmaktır. O zaman kasırga olur
belki? Kasırgayı önlemek içindir hayatlarını etkileyen o ufak dokunuşlu
rüzgârlar?
Olamaz mı?