Şiir Gibi Bir Efsane: Hilal ve Leon

Şiir Gibi Bir Efsane: Hilal ve Leon
İşgal altındaki bir şehirde, işgale gelip kalbi fethedilen bir asker ile vatanını kaybederken vatanını bulan bir hemşire... Kulağa efsane aşk hikâyelerinden bir giriş gibi geliyor sanki. Ama bu efsane başlamadan bitiyor... Her bölümde; ufak ufak fırça darbeleri atılıp değiştirilmeye çalışılan bir tablo gibi, eski halinden yavaş yavaş uzaklaşıyor.

Hâlbuki Hilal ve Leon'un birbirlerine gönüllerini kaptırmalarını isteyenler, daha onlar bu aşktan habersizken onlara gönüllerini kaptırmıştı... Nereden mi biliyorum? Çünkü ben de bu insanlardan biriyim.



En başından bakalım;

Bir vatansevere sıkılan kurşun, birbirinden tamamen habersiz iki yüreği bağlamıştı. İkisinin yüreğini de aynı acıyla sarsmıştı aslında o kurşun. Leon'un bir can almaktan duyduğu pişmanlık, Hilal'in aynı canın kaybıyla duyduğu üzüntü kadar büyüktü.



İlk karşılaşma... Bakışlarından bile belliydi hâlbuki. Zıt kutupların birbirini çekmesi durumu hep efsanevi aşkların başlangıcı değil midir? Bir gece önce "Yarın bambaşka bir Smyrna'ya uyanacağız!" derken çok haklıydı Leon, uyandı da.



Deyim yerindeyse ava giderken avlanmıştı Leon. Hilal'in ağzından laf almaya çalışırken kendi ağzından bir efsane dökülmüştü: Smyrna!

Biz o efsanede kaybolduk, Leon ise yarasını sararken gönlünü kaptırdığı tutkulu mavi gözlerde. Ne de güzel gülümsemişti Leon "Kralları These de, Amazonların önderi Smyrna ile evlenip kente onu adını verir." derken...



Aşk mı? Aşk...

Birbirlerine öğretecekleri çok şey vardı. Hilal'in, bir insanı sevmeyenin memleketi sevemeyeceğini öğrenmesi gerekecekti. Leon'un, naif yüreğindeki maskeyi nasıl kaldıracağını öğrenmesi gerekecekti.

Sabırlıydık. Bir çocuğun büyüyüşünü izleyen bir anne, bir baba gibi izledik onları. Her sahneleriyle gurur duyduk. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER