TV ve sinema, bugün belki her dönemde olduğundan daha çetin bir yarışa tutuşmuş durumda. Deyimi yerinde ise her yeni güne, beyaz perdede görmeye alışık olduğumuz bir oyuncuyu daha beyaz ekrana geçiş yapmış olarak buluyoruz. Bugün televizyona baktığımızda, bizi sadece komediden dramaya onlarca farklı tür içinde ardı arkası kesilmez bir dizi akışı değil; sayısız Hollywood yıldızını peş peşe transfer eden bir ekran karşılıyor. “Televizyon altın çağını yaşıyor” önermesi, belki her zamankinden daha doğru bugünlerde!
The Guardian’dan Stuart Heritage, TV and Radio Blog’da bunun nedenini ve nasılını analiz etmiş. Yazının orjinali
burada, çevirisi ise aşağıda.
Keyifli okumalar...
*
Sinemanın beyaz perde üzerindeki hükümdarlığı geride kaldı! Bugünün televizyonun beyaz perdeye hikâye anlatımı, karakter yaratma, yeni yetenek yetiştirme gibi pek çok konuda öğreteceği onlarca şey var…
Haberleri duydunuz mu? Televizyonun altın çağı sona ermiş! En azından David Cox’un, sinemanın televizyondan pek çok farklı açıdan daha iyi olduğunu yazdığı yazısında bizzat söylediğine göre, öyle.
Şimdi, ben sinemayı severim. Bana göre –iyi ya da kötü– sinemanın her türü, belli bir seviyede içsel değere sahiptir. David Cox’u da severim. Kendisi ile tanıştım, çok düzgün birisi. Ama bu konuda dehşet derecede yanılıyor. Hem TV hem sinema yazan bir kişi olarak ben, taraf seçmem gerekse, her defasında düşünmeden televizyonu seçerim. Televizyon, özellikle de bugünün televizyonu, sinema ile kafa kafaya yarışır. Hatta, kıçına tekmeyi basar da. İşte sebepleri:
1. Televizyonun hikâye anlatım yeteneği
Breaking Bad. Fotoğraf: AMC
Doğru uygulandığında; televizyonun hikâyeyi işlemek konusunda sahip olduğu o geniş fırsat yelpazesi; derdini anlatmak için 3 parçalık, 90 dakikalık sınırlara bağlı kalmak durumunda olan sinemaya fark atmasının en önemli sebebi. Breaking Bad’de şahit olduğumuz iki seneye yayılan karakter transformasyonu, bir sinema filminde işlemenin imkânsız olduğu bir şeydi. The Killing, toplam 20 saatini tek bir cinayet davasına adadı. The Returned’e veya Buffy the Vampire Slayer’a bir bakın – ikisi de televizyonun onlara bahşettiği o geniş zaman ve mekân fırsatına ulaşmadan evvel beyaz perdenin başarısız misafirlerindendi.
2. Televizyon (şimdilik) daha az franchise-bağımlı
The Walking Dead. Fotoğraf: Gene Page/AMC
Pek çok yeniden çekim, devam, spin-off projesi için kolaylıkla “bitir” tuşuna basan Hollywood; marka algısına giderek daha endeksli hale gelmiş durumda. Bunun sebebi stüdyoların orijinal bir fikrin pazarlamasını daha kolay bulmaları. Elbette ufukta umut da yok değil; Avengers televizyona uyarlandı; Modern Family, The Walking Dead, Breaking Bad ve muhtemelen Dexter için de spin-off’lardan söz ediliyor. Ama şimdilik, hala televizyonun eli daha güçlü.
3. Televizyon hâlâ daha sürprizli
Televizyonda formda serbestlik söz konusu. Bir TV dizisi, en iyi haliyle, tür olarak komediden korkuya uzanan geniş bir yelpaze içinde hareket edebilir. Buna karşılık pazarlama anlamında büyük özen ve yatırım isteyen sinema filmlerini “satabilmek” için mümkün mertebe “basitleştirmek” gerekiyor. Breaking Bad gibi bir dizinin buna ihtiyacı yoktu örneğin. Bir bölümü sizi güldürürken, ertesi bölümü korkudan tir tir titretebiliyordu. Dizinin her bir bölümü bir çılgın bir rollercoaster gibiydi; ki bunu da mecrasının televizyon olmasına borçluydu.
4. Kulaktan kulağa etkisi
Yeniden Breaking Bad’e bakalım. Aslında ufak ufak başlayan dizi, yeni nesil dağıtım kanalları ve dizinin delilik sınırlarında gezen hayran kitlesinden yayılan kulaktan kulağa şöhreti sayesinde kısa sürede bir çılgınlığa dönüştü. Bunu en son hangi film için söyleyebilirsiniz? Paranormal Activity? Bu iki yıl önce ve stüdyonun bitmez tükenmez sayıda devam filmi çekerek iliğini kemiğini kurutması sayesindeydi ki, bu başlı başına kötü bir fikirdi zaten.
5. Oyuncular en iyi işlerini televizyonda çıkarıyorlar
The Wire. Fotoğraf: BBC/HBO
Yazarlar için giderek daha önemli bir mecra haline gelen televizyonun, zaman içinde en iyi oyuncuları da kendine çeker hale gelmiş olması sürpriz değil. Bir on sene önce televizyondan koşarak uzaklaşan oyuncular artık onu kucaklıyor; tam da bu yüksek kalite algısı yüzünden. Bu noktada hayal kırıklığı, televizyondan filme geri dönüşte yaşanabiliyor hatta. Michael Chiklis kariyerine, The Shield dizisindeki vurucu performansının ardından dışkı şekilli bir süper kahramanı canlandırarak devam etti mesela. Idris Elba, The Wire’dan sonra kendini Beyonce ile vıcık vıcık bir gerilim filmi çekerken buldu. Aaron Paul, kendi içindeki müthiş geri dönüşünü temsil eden Jesse Pinkman’dan sonra sahneye, arabalar üstüne bir bilgisayar oyunu filmiyle geri dönebildi. Al Pacino’dan Kevin Spacey’e kadar neredeyse herkesin küçük ekrana dönmesine şaşmamak gerek.
6. İngilizler televizyonda çok iyi
Downton Abbey: global bir fenomen. Fotoğraf: Nick Briggs
İngiliz televizyonu, İngiliz sinemasının fersah fersah önünde. Hantal Richard Curtis romantik komedileri gibi birkaç istisna dışında İngiliz sineması; o basmakalıp mutfak lavabosu/konsolosluk muhiti draması kalıbından sıyrılabilmiş değil. Buna karşılık İngiliz televizyonu; Downton Abbey, Top Gear ve Doctor Who gibi kısa zamanda global fenomenler haline gelen örnekler barındırıyor. İngiltere’nin dünyaya sattığı pek çok TV formatı da var. Slovakya’da “Come Dine With Me / Bana Yemeğe Gel”, “Without a Napkin / Peçetesiz” ismiyle yayınlanıyor mesela.
7. İngilizler senelerdir Amerikan televizyonuna hükmediyorlar
Damian Lewis, Homeland. Fotoğraf: Kent Smith/Showtime
David’in yazısında dile getirdiği noktalardan birisi, Kate Winslet’tan sıklıkla bir Amerikalıyı canlandırmasının istenmesiydi. Bu aslında hiçbir şey – bugünlerde sesli harflerini uzatmaya çalışarak konuşan bir İngiliz’in içinde olmadığı bir Amerikan dizisi izleyemiyorsunuz neredeyse. Breaking Bad’de Laura Fraser vardı. Homeland’in Damian Lewis’i (ve David Harewood’u). The Wire’da İdris Elba ve Dominic West. House’da bir fenomen olan Hugh Laure, bir İngiliz. Sons of Anarchy’da Charlie Hunnam. The Walking Dead’de Andrew Lincoln ve David Morissey. Bu, her birinin harika oyuncular olmasından dolayı olabilir. Veya bir Amerikalıyı oynatmanın daha pahalı olmasından. Neticede, her iki kapı da İngilizlere çıkıyor.
8. Karakterler ile kurulan bağ
EastEnders. Fotoğraf: BBC/Adam Pensotti
Televizyonun samimiyeti, oyuncuların rolleri içinde geçirdikleri süre de hesaba katıldığında, seyircinin bir TV karakterine bir sinema filmi karakterinden çok daha fazla bağlanması anlamına geliyor. Bu özellikle, karakterlerin sizin uzatmalı aile üyeleriniz haline geldiği uzun soluklu dizilerde yaşanan şey; ağır drama sekanslarının sonunda yardım hattı numarası anons eden karakterler buna örnek…
9. Geleceğin film yıldızları şu an TV ekranında
Bruce Willis ve Cybill Shepherd, Moonlighting. Fotoğraf: Everett Collection/Rex Features
Bruce Willis televizyonda başladı. Alec Baldwin televizyonda başladı. Will Smith televizyonda başladı. Robin Williams, George Clooney, Eddie Murphy ve Tom Hanks en büyük çıkışlarını televizyonda yakaladı. Ve bu her zaman böyle olacak – sunduğu daha düşük bütçelerle daha hızlı geri dönüş alma fırsatı sayesinde, televizyon her zaman geleceğin yıldızlarını yetiştirmek konusunda en parlak mecra. TV izlemek; taze, ışıl ışıl yeteneklerin dünya tarafından keşfedilmesini izlemek gibi bir şey. Oyuncular filmlerini pastanın üzerindeki süs olarak görürler; ama televizyondaki çıkışları daima kariyerlerinin en heyecan verici noktası olarak kalır.
10. Netflix’in başarısını televizyon getirdi
Orange is the New Black. Fotoğraf: Netflix
Seyircinin içerik tüketimini bugün temelinden sarsan bir gerçek var, ismi Netflix. Ama hiçbir izleyici oraya, Jerry Maguire veya The Craft’in bir milyonuncu tekrarını izlemek için üye olmuyor. Aksine, insanlar Netflix gibi platformlar üzerinden TV içeriklerini öyle bir hızla sömürür hale geldiler ki, durum kendi ekonomisini yaratmaya döndü. Ve bu ekonominin ürünleri de son derece parlak. (Belki Hemlock Grove hariç). Netflix televizyon için o kadar önemli ki, Breaking Bad’in yaratıcıları dizinin başarısı için ona kredi veriyor. Dürüst olmam gerekirse, “Netflix’in televizyon ve sinemadan daha iyi olduğunu gösteren 10 gerçek” yazısını kaleme alan kişi bir gün David’i de beni de haksız çıkaracak.
Çeviri: Virgo