Canı acıya acıya, elleri
kanaya kanaya seviyordu Hilal’i. Ama şanslıydı çünkü sevdasını yüreğine
kabullendirmişti. Genç kız ise korkuyordu hala. Ona çekildikçe, bağlanmaktan,
bu fırtınada alabora olmaktan korkuyordu. Fırtına şiddetlendikçe onunda deniz
gözleri kabarıyordu öfkeyle. Karşısında tüm yenilgisi ile duran Leon’a ‘’Şayet o silah bende olsaydı bir an bile
tereddüt etmez vururdum seni.’’ derken ateş etmek istediği kendi
duygularıydı halbuki. Şeref sözü vermişti Leon ‘’Bir dahaki sefere ben de ateş edeceğim Hilal... Bu namlunun ucunda kim
olursa olsun demişti.’’. Sadece onun namlusunun karşısında olabilirdi
Hilal. Ona başkaları tarafından verilecek bütün zararlarda her zaman onu
koruyacaktı. Tüm asilliği ile gecesine ay gibi doğan bu güzelliği tekrardan kollarına
alması da bu yüzdendi. ’’Bir kez olsun bırak
kendini.’’ demişti. Ait oldukları yerde bir anlığına da olsa sadece Leon ve
Hilal olmuşlardı. Smyrna’nin yüreğindeki endişeleri bilmeden yine ona nasıl
aşık olduğunu hatırlamak istercesine ‘’Sizi
ipten aldığımı unutuyorsunuz Hilal.’’ demişti. Kollarında akıttığı her biri
bir inci parlaklığındaki gözyaşlarının, sol göğsünden kalbine nasıl aktığını
hatırlarken daha acımasız, daha öfkeli bir Hilal vardı karşısında. Çünkü canı
yanıyordu genç kızın. ’Keşke
almasaydınız Teğmen.‘’ demişti tüm kırgınlığı ile. Leon ne yapacağını
bilemez vaziyette savrulurken bu fırtınada yine Hilal pusula olmuştu ona. İsyancıları
ararlarken yine Halit İkbal’e çıkmıştı bütün yolları... Adımları onu hastaneye
götürdü. Oradaydı, içinde taşıdığı bütün ümitlere değecek genç kız karşısında
durmuş ona bakıyordu. ‘’Bu defa
ziyaretinizin sebebi nedir?‘’ diye soran Hilal karşısında duraksamıştı. O
gözlerin başka birine bakabilme ihtimalinin canını ne denli yaktığını
hissettirmek istemezcesine konuştu. ‘’Mehmet’i
arıyoruz.. Sizin arkadaşınız ya belki burada saklanıyordur.’’ demişti
öfkesini dizginlerken. Yine başını belaya sokup, yine yara almaması için
gözdağı vermişti. ’’Onu saklayanlar da en
az onun kadar ağır ceza alacak.’’ derken. Ama bunun genç kızı
durdurmayacağını da biliyordu. O yüzden gözlerinin içine baktı derin derin uyarırcasına... Bu defa o gözlerin sahibi de bakmıştı hem. ’’Hayır
Hilal bakmayacaksın. Yürü.’’ sözünü unutarak usulca dönüp bakmıştı.
Gecenin karanlığında
adı ile eş ışığını yansıtarak içeri girmişti Hilal. Kendini neyin beklediğini
bilmeden usulca ateşlemişti o kibriti. Alev alev yanacağından habersiz. Bu
sefer Leon da hazırlıksızdı, onu beklemiyordu orada. Ama bu fırtınanın içinde
yönünü bulmaya çalışırken hep ona çıkıyordu. ’’Hilal!‘’ dedi ‘’Ne işin
var senin burada?‘’ sesinde o tanıdıklık vardı. Hilal’in şaşkın ve korkulu
gözleri eşliğinde elleri Halit İkbal’in yazısına gitti. İki ayrı insanın bir
bedende yaşadığını bilmeden bir ona baktı bir elindeki kağıda. Smyrna ise ne
yapacağını bilemez halde ‘Bana ulaştırır
yazısını, ben basarım.’’ dedi. Leon ise öfkeliydi. Hilal’i tutup
uzaklaştırmak istedikçe bu kargaşadan genç kız onu itip daha da içine giriyordu
bu savaşın.
Zindandan, yani
yüreklerine sevda düştükten sonra belki de ilk gerçek karşılaşmalarıydı bu. İlk
defa bu kadar keskin dile getirilmişti aralarındaki uçurumlar. Fırtınanın
içinde ilerledikleri yollar ilk defa bu kadar sesli dile gelmişti. Davasında
nasıl haklı olduğunu gösterdi Hilal.‘’…Bir milleti kan dökmeden öldürmüş olacaksınız; bu yıkım, bu
zulüm, bu kıyım sayılmayacak öyle mi?'’ diyerek ona ne yaptıklarını
göstermeye çalışırken sustu Leon. Başı ile onay verdi sadece, çünkü uğrunda
Hilal gibi savunacağı bir mesele değildi
bu durum onun için. Onu bu denli öfkelendirecek tek bir şey vardı… Sevdası.
Hilal’in başına bir şey gelecek korkusu ile yüzleşince böyle cesur oluyordu
Leon sadece... Çünkü onun vatanı Hilal’di.

‘’Ben bir başıma onlardan uzağım,
Hep birlikte onlar benden uzak. ‘’****
Hilal’in isyanı, karşısında duran, bu işgale
sessiz kalan Yunan orduları Teğmeni Leonidas’a olduğu kadar bu duruma ses
çıkarmayan Leon’u da kapsıyordu. O yazıyı basıp gerekirse kendi elleri ile dağıtacağını
söylediğinde korku ile ona bakan Leon’a ’’Madem bu kadar korkuyorsunuz yaptığınız zulmü tüm dünyanın
duymasından, o vakit niye yapıyorsunuz? Neden?!’’ derken aslında tüm bu
savaşa böylesine uzakken neden o taraftasın? Neden işgalcilerin yanındasın diye
haklı isyanını dile getiriyordu. Leon üniformasının yakası gene onu boğarken ‘’Yapma Hilal! Yapma!’’ dedi. Aklına onu kaybetmeye yakın olduğu o an
geliyordu, bu korkusunu ona dile getirmekten de çekinmedi ‘’Ben... Bir daha seni kurtaramam o ipten. Anlamıyor musun?’’ dedi.
Hilal de onun kollarında yaşadığı ilk yenilgiyi hatırlayıp gözlerini kaçırdı. Söz
konusu vatanı bildiği Hilal olunca öfkeli ve korumacıydı demiştim Leon için. Tüm
bunları sorumlu tuttuğu o yazılar için
kızgındı ‘’Halit İkbal’e de söyle bir daha bulaştırmasın seni bu
işlere.‘’ dedi. Hilal belki de haftalardır görmek istemeyip sakındığı gerçeklerle
ilk defa yüzleştirdi kendini. Karşısında onu korumak için çaba gösteren Leon’a
baktı tebessümle. Onun sevgisine ilk defa öfke ile değil de kalbi ile baktı. Bu
yüzden herkesten sakladığı sırrını bir tek ona açıkladı. Gözlerinin içine
bakarak ‘’Boşuna aramayın Teğmen. Halit
İkbal burada, tam karşınızda duruyor.’’ dedi. Karşısında ona bakamaz bir
şekilde duran Teğmenin ‘’N-Nasıl ? ‘’ şaşkınlığını atamadan peşi sıra sıraladı
kelimelerini. ‘’Benim,
evet. Yazıyı imha edebilirsiniz. Lakin düşüncelerime gücünüz yetmez. Benim
silahım da bu yazılar. Siz ne yaparsanız yapın ben o yazıyı basacağım.’’ Karşısında bütün gücü ile duran, ona duyduğu
hayranlığın sebebi bu Amazon kadını tavrına karşılık, kendi silahını doğrulttu
ona. ‘’Şimdi beni tutuklamazsanız yazmaya
devam edeceğim Teğmen.’’ derken içinde hapsettiği bu sevda gibi tuttu
kollarını. Leon’un elleri kelepçe olmuş, Hilal’in silahı olan kalemini
hapsetmişti. ’’Düşündüklerinizi
söylediniz, şimdi beni dinleyeceksiniz!’’ dercesine. Tuttuğu bilekler ait
oldukları yere kavuşmuşçasına teslim oldu avuçlarına, bileklerinde dolaşan
parmakları içindeki yangını daha da korlaştırırcasına ısıttı her bir hücresini.
Varacağı yerin neresi olduğunu biliyordu artık Leon. Yolunu bulmasını
sağlayan, her baktığında onu hayal alemine sürükleyen gözler karşısında durmuş
açık denizlerine davet ediyordu onu. Bu hayal için her gün yeniden yaşayabilme
gücünü kendinde bulan Leon daha fazla direnemedi. Çünkü yorulmuştu. Hislerini
saklayıp, onların arkasına gizlenmekten yorulmuştu. “’Düşmanlarından ziyade
arzularını alt edeni daha cesur sayarım… Çünkü asıl zafer, kişinin kendine
olanıdır.’ demiş Aristo.” dedi. Bu fırtınanın içinde o gözlerin sahibiyle
aynı kıyıya varabilmeyi her şeyden çok isteyen Leon sesindeki çaresizlikle ‘’Ben ne yazık ki bu savaşta
mağlubum Hilal.’’ dedi ve hırçın dalgaların
arasına bıraktı kendi. Dudakları dudaklarına değdiğinde haftalardır bir çift el
gibi onu boğan üniformasının yakalarına rağmen alabildiği en derin nefesi
almıştı. Kokusunu içine çekerek, özlemle onun aşkına duyduğu açlık ile öptü. O
fırtınanın durulduğunu hissetti o anda, yeniden aşık olurcasına, o gözlere ilk
defa bakıyormuşçasına bir öpüştü bu. Hilal ise kendi isteği ile bırakmıştı bu
kez kendini. Leon’un namlunun ucunda kendisi olduğu halde tereddüt etmeden
ateşlediği silahın canını yakması gerekirken hissettiği bu huzur neydi? Sadece
dudakları buluşmadı bu öpücük ile ruhları bütünleşti. Biliyordu artık Leon onu
öptüğünde kollarının arasındaki Hilal’in nefretinin sevgiye, sevgisinin de gerçeğe
dönüştüğünü ve bir olduklarını biliyordu. Onun öpücüğüne bile isteye teslim olan
Hilal o tokadı kendine atmıştı. Kendi hislerine , kendi teslim oluşuna. Kendi yenilgisine. ’’Bir daha sakın bana dokunma… Sakın!‘’
derken uzaklaştı oradan... Kalbini arkasında bırakarak, küçük bir kız çocuğunun
aşka yenik düşüşüyle.
Gecenin karanlığı yerini güneşin ışıltılarına
bırakırken karşı karşıya geldiler. Ona söyleyemediği her söz sessiz çığlığı
olup gözlerine yansıdı Leon’un. Kaçırdı Hilal onun yoluna pusula olan
gözlerini... Kendini teslim edişi aklına geldi, başını öne eğdi birkaç
saniyeliğine.. Sonra tekrar buluşturdu gözlerini.. Özür dilercesine baktı Leon,
ne olur böyle yapma dercesine de hatta seni seviyorum hepsi bu gibi de baktı... Çok
şey anlattı ama hiçbiri duyulmadı…
Artık daha emin yürüyecekti o topraklar üzerinde Leon,
cebinde taşıdığı sevda tohumları her adımında taşıp düştükleri yeri
filizlendireceklerdi. Artık kendi sevdasından olduğu kadar Hilal’in de
sevdasından emin olan bir Leon vardı. Vatanın işgaline, mazlumun çığlığına
nasıl dayanıyorlarsa, sevdaya da öyle dayanacaklardı. Çünkü bu sevda böyle
başlamıştı... Namlunun ucunda durup bir Yunan askerine karşı gelen o Amazon
kadını bundan aylar sonra bir Yunan Teğmeni’nin silahından çıkan bir mermiyle
esir düşmüştü.. Dudaklarına konan öpücükle mühürlenmişti bu esarete... ’Şiddetle başlayan hazlar,
şiddetle son bulurlar. Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi . . .’’
*Şükrü Erbaş- Kocaman Bir Çocuğu Öpüyorsun
** Nazım Hikmet Ran- Bir Cezaevinde Tecritteki
Adamın Mektupları
***Özdemir Asaf- Kıvılcım
**** Nazım
Hikmet Ran- Bir Cezaevinde Tecritteki Adamın Mektupları
*Son cümle Romeo & Juliet
oyunundan alınmıştır.