Oscar Adayı Yazarlar Paneli 2017: 10 film aday, sahnede sadece bir kadın yazar var!

Oscar Adayı Yazarlar Paneli 2017: 10 film aday, sahnede sadece bir kadın yazar var!
26 Şubat'ta düzenlenecek Oscar ödül törenine günler kala, yönetmen, oyuncu ve yapımcıların davet davet gezip, filmleriyle ilgili aynı sorulara beş milyonuncu kez cevap verdikleri şu yoğun dönemde, canımız ciğerimiz senaryo yazarlarının katılımıyla düzenlenen panel yine ilaç gibi geldi. Bu söyleşiye her sene koşa koşa gidiyorum çünkü hem her şeyin başı senaryo, hem de çoğunlukla kendi bakış açılarını anlatma fırsatı yakalayamayan yazarların hikayesini dinlemek çok ilginç. Bu sene de birbirinden nevrotik, birbirinden ilginç, birbirinden komik on yazarın katılımıyla gerçekleşen panel, yine ödül töreni sezonunun en eğlenceli aktivitesi oldu, en azından benim için.

Bu seneki adaylar şöyle: 20th Century Women (En İyi Orijinal Senaryo) Mike Mills, Arrival (En İyi Uyarlama Senaryo) Eric Heisserer, Hell or High Water (En İyi Orijinal Senaryo) Taylor Sheridan, Hidden Figures (En İyi Uyarlama Senaryo) Allison Schroeder ve Theodore Melfi, LA LA LAND (En İyi Orijinal Senaryo) Damien Chazelle, Lion (En İyi Uyarlama Senaryo) Luke Davies, Manchester by the Sea (En iyi Orijinal Senaryo) Kenneth Lonergan, Moonlight (En iyi Uyarlama Senaryo) Barry Jenkins ve Tarell Alvin McRaney. Bu listede, En İyi Orijinal Senaryo dalında The Lobster ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında da Fences filmlerinin yazarları eksik.

Daha söyleşi başlamadan dakika bir gol bir, 1960'larda NASA'da çalışan Afrikalı Amerikalı kadın matematikçilerin hikayesini anlatan Hidden Figures filminin yazarı (ve paneldeki tek kadın yazar) Allison Schroeder, elinde kocaman bir yastıkla sahnede yerini alıyor ve meraklı bakışları görmezden gelemeyerek, kendini açıklama ihtiyacı hissediyor: “Diva filan olduğumdan değil, yeni doğum yaptım ve kızım kuyruk sokumumu kırdı, o yüzden böyle oturmak zorundayım.” Bu noktada, seyircinin bakış açısı, 'Deli mi ne?' önyargısından 'Kadın olmak ne zor!' noktasına hızlı geçiş yapıyor, yapmalı! Bu arada, neden o sahnede sadece bir tane kadın var? Kadınları anlatan filme hoş bir dokunuş olsun diye mi işe alınmış Allison Schroeder? Çok mümkün. Neyse, şimdi söyleşinin başında tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey ama gönül, önümüzdeki senelerde o sahnede en az dört kadın görmek ister.

Damien Chazelle ve emektar Kenneth Lonergan'ın ikinci, sahnedeki herkesinse ilk Oscar adaylığıymış bu. Hayırlı uğurlu olsun, maksat ayağınız alışsın. Zaten aday gösterilmek de bir şeref ama kimse kimseyi kandırmasın, gerçek yarış her zaman olduğu gibi iki film arasında.

Söyleşi, her sene olduğu gibi bu sene de aynı ibretlik soruyla başlıyor: Kariyerinizde en dibe vurduğunuz nokta neydi?

Kendi annesiyle olan ilişkisini anlattığı 20th Century Women filmiyle aday gösterilen Mike Mills, çok fazla seçenek olduğundan hangisini seçeceğini bilemediğini söylüyor. En az Mike Mills kadar nevrotik görünen Arrival filminin yazarı Eric Heisserer, iç çekerek, Los Angeles'a taşındığı günlerde, iki projesinin birden haklarını satmak üzereyken, 45 gün sonra yapımcıların senaryoları almaktan vazgeçtiğini ve dımdızlak ortada kaldığını anlatıyor. Bundan bir süre sonra da yeni bir fikirle menajerini aradığında aldığı cevap şu olmuş: “Artık orijinal fikirlerle kimse ilgilenmiyor. Ayrıca, mesleği bırakıyorum.” Allison Schroeder, bir keresinde aynı projeyi 44 kez anlatmış ama hiçbirinden olumlu yanıt gelmemiş. Pek utangaç ve moderatörün ağzından kerpetenle laf alabildiği Damien Chazelle, en zor günlerinin Los Angeles'da yazar olarak iş bulmaya çalıştığı zamanlar olduğunu söylüyor.

“Bir gün, korku filmi yazmam istendi ve ortaya bir başyapıt olan, 'Last Exorcism Part II' çıktı. Bunun en güzel yanı da, bir eleştirmenin filme yaptığı yorum oldu. Normalde eleştirilerde asla yazarlardan bahsetmezler, o yüzden adımın bir yerde geçmeyeceğinden emindim ama L.A. Times'da yazan bir eleştirmen, Harvard eğitimime takmış olacak ki, şöyle yazmıştı: 'Damien Chazelle, Harvard eğitimini tamamen boşa harcamış.' Bunu gazetede okuduğumda, bu film yüzünden laf yediğime inanamadım ama bir yandan da haklıydılar, film berbattı. Ondan sonra da bir daha korku filmi yazmadım.”

Eskiden aktörlük yapan ve Jeff Bridges'ın rol aldığı, aksiyon Hell or High Water filminin özgün senaryosuyla Oscar'a aday gösterilen Taylor Sheridan, kariyerindeki en dip noktaları genellikle aktör olarak yaşadığını ama yazar olarak, son zamanlarda başına gelen bir olayın, canını çok sıktığını anlatıyor. "Yazıp yönettiğim 'Wind River' isimli uzun metraj, yakın zamanda Sundance'te gösterildi ve film, 15 yaşındaki bir kızın ağzından yazdığım bir şiirle açılıyordu. Bir eleştirmen, gelip şiirime saldırdı. Senaryoma istediğini söyle, filmi yerden yere vur ama 15 yaşındaki birinin ağzından yazdığım şiire dokunma. O adamı bulup, derdi neymiş sormak istiyorum.”

Dev Patel ve Nicole Kidman'ın başrollerinde yer aldığı, gerçek bir hikayeye dayanan ve hüngür hüngür ağlatma potansiyeline sahip, Türk filmi tadındaki Lion'un yazarı, Avustralyalı Luke Davies'in hikayesi de Los Angeles'da geçiyor. Bir şekilde kendisine menajer bulan yazar, yapımcılarla buluşup fikirlerini yeni yeni anlatmaya başladığında, 2007'de ünlü Yazarlar Grevi başlamış. Menajeri hala kendisini toplantılara göndermeye çalışırken, grev döneminde iş satmaya çalışmasının, yarın öbür gün Yazarlar Sendikası üyesi olmasını etkileyip etkilemeyeceğini sorduğunda, menajeri “Muhtemelen etkiler” yanıtını vermiş. Yazar da grev bitene kadar, sekiz ay toplantı yapmadan, işsiz bir şekilde sabırla beklemiş. Grev biter bitmez kendisini arayan menajeri, meslekten ayrılacağını ve bölümündeki diğer menajerlerin kendisini sevdiklerini ama temsil etmek istemediklerini söylemiş. “Bu, en dip noktamın başlangıcıydı. Bundan sonraki beş yıl kendime menajer bulamadım ve ne yaptığımı bilmeden Los Angeles'ta takıldım. Sürekli vize yeniledim ve çoğu zaman kiramı bile ödeyemedim. Sonra işler yavaş yavaş açıldı.”

Luke Davies'in hikayesi, Los Angeles'da film sektöründe tutunmaya çalışan binlerce “yabancı” gence ilham vermesi açısından önemli. Çoğu zaman mesleğinizden başka bir işte çalışmanıza izin vermeyen sanatçı vizeleri, okuldan sonra en fazla bir sene takılmanıza izin veren öğrenci vizeleri, kısa süreli tuhaf çalışma vizeleri, işin bürokratik kısmı say say bitmez. Kariyerinize mi, kirayı ödemeye mi yoksa vize yenilemeye mi odaklanacağınızı şaşırdığınız yıllar sonunda, bir bakmışsınız Survivor'da pirinç peşinde koşan gönüllülerden farkınız kalmamış. Yine de, paneldeki tek Amerikalı olmayan yazar Luke Davies gibi yeteneğiniz ama ondan da önemlisi dayanacak gücünüz varsa, gelsin Oscar adaylıkları, gitsin şan şöhret.

Söyleşinin en ilgi çekici isimlerinden biri, Manchester by the Sea filmiyle herkesi derinden etkileyen ve ciddi görüntüsünün altında, çaktırmadan esprileri döşeyen Kenneth Lonergan'dı. Emektar yönetmen, 90'larda bir arkadaşıyla komedi dizisi yazıp yapımcıya verdiklerini ve adamın okuduktan sonra, “Pekala çocuklar, iyi hoş da size bir sorum var, bunun eğlencesi nerede?” dediğini anlatıyor. “Belli ki eğlencenin, komedinin ne olduğundan bihaberdik. Zaten bu da pek iyi bir hikaye olmadı.”

“Kariyerinizin en dip noktası neydi?” sorusunun son muhatapları, geçtiğimiz senenin en çok ses getiren filmi Moonlight'ın yazarları Barry Jenkins ile Tarell Alvin McRaney oluyor. Aynı zamanda filmi yöneten Jenkins, yıllar önce, para mara almadan bir filmi yazması için “işe alındığını' söylüyor. “Hiç para almadan bu senaryonun iki taslağını yazdım. O sırada da bir reklam çekiyordum, çok vaktim yoktu ve senaryoda bazı yazım hataları vardı. Yapımcı, bunları düzeltmek için benden senaryonun final draft dosyasını istedi, ben de art niyet aramadığımdan bunu onu yolladım.”

Bu noktada kendileri de yazı yazan, film çeken sektör çalışanlarından oluşan seyirciler derin derin iç çekiyorlar zira yazarların en büyük kabusu, senaryonun final draft dosyasını sağa sola ama özellikle de yapımcıya göndermektir. Böyle bir durumda, o fikri Yazarlar Sendikası'na kayıt ettirmiş dahi olsanız, bir sene sonra ekranda başkasının adıyla izlemeniz çok olası. Bu hikayenin de sonunu tahmin etmek zor değil.
“Dosyayı yolladıktan sonra bir iki ay hiç ses çıkmadı, sonra yapımcı, senaryoyu kendisinin yazacağını söyleyerek beni projeden attı. Ama bundan sonra çok iyi bir şey oldu; Tarell Alvin McCraney'in yazdığı 'In Moonlight Black Boys Look Blue' oyununu senaryolaştırmak istediğime karar verdim, akabinde de Tarell'le çalışmaya başladık.”

Tarell Alvin McCraney, soruyu cevaplamadan önce, hayattaki en yüksek noktasını anlatmak istiyor ki en dip noktasını duyduğumuzda olayı iyice anlayalım: “Üniversitede oyunculuk okudum ve henüz mezun olmadan Peter Brook'la çalışacağım bir iş teklifi aldım. O dönemde, Yale Üniversitesi'nin Yazarlar master programına kabul edilmiştim ama Peter Brook'la çalışacağım için okulu bir sene erteledim. Sonra annem vefat etti ve aynı zamanlarda 'In Moonlight Black Boys Look Blue' oyununu yazdım. Bir arkadaşım bunu filme uyarlamak istediklerini söyledi ama onlara, bunu katiyyen Chicago'da çekemeyeceğimizi söyledim. Film ekibinden aylarca ses çıkmadı. Annemin cenazesinden döndükten sonra, Peter Brook'la olan oyun iptal oldu, Yale'deki programdan atıldım çünkü programın başındaki kişi değişmişti ve tekrar başvuru yapmam gerekiyordu, üstüne yapımcılar, filmi Chicago'da çekmek istemiyorsam, filmi yapmayacaklarını söyleyerek senaryoyu geri verdiler. Sanırım hayatımdaki en dip nokta buydu.”

Bu kadar çile hikayesinden sonra, yazarların ilginç karakterlerini ortaya serecek soru geliyor: Çalışmayı ertelemek için yaptığınız aktiviteler neler ve senaryolarınız bu hale gelmeden önce kaç taslak yazdınız?
Mike Mills (20th Century Women), 300 taslak yazdığı halde buna 5. taslak demeyi sevdiğini söylerken, Eric Heisserer (Arrival) de haddinden fazla taslak yazdığını ve çalışmayı ertelemek için senaryoda onlarca farklı yöntem denediğini anlatıyor. “Haydi şimdi de bütün filmi bu karakterin gözünden yazalım çünkü kendimden bu kadar nefret ediyorum.”

Taylor Sheridan (Hell or High Water), ilk iki senaryosunu, eşi ve çocuğuyla Ağustos sıcağında bir odalı evde yaşadığı dönemde, salonu ofis haline getirerek, ışık hızıyla yazdığını söylüyor. Ne var ki, ofis işini abartarak, üç dört hafta hiçbir şey yazmadığı halde, eşini yanından kovmaya başladığı anda, karısı gidip kendine yeni bir araba almış, anahtarları da getirip Sheridan'ın masasının üzerine koymuş. Böylece, dış etkenler sebebiyle bir anda motive olan yazar, senaryoyu anında bitirmiş. “En büyük motivasyon kaynağım, eşim.”

Hidden Figures için kendisine üç hafta verildiğini söyleyen Allison Schroeder, teslim tarihini kaçırmaktan korktuğu için her şeyi vaktinde gönderdiğini ve bu taslağın üzerinden sadece iki, üç defa geçtiğini söylerken, en sevdiği çalışma erteleme yönteminin, gece yarısı NCIS, Mentalist gibi dizileri izlemek olduğunu söylüyor.
Damien Chazelle (LA LA Land) de çalışma erteleme yönteminin aslında en çok vaktini alan şey olduğunu anlatıyor. “Bütün günümü, yazarken dinleyeceğim müzik listeleri hazırlamakla geçiriyorum. Sonra yorulup, ertesi gün başlamaya karar veriyorum. 'Araştırma' ya da 'müzik listeleri hazırlama' kisvesi altında günlerimi hiçbir şey yazmadan geçirebilirim. Üstelik bu müzik listesi son derece gereksiz, oturup onu dinlemiyorum bile.”

Luke Davies'in (Lion) yöntemi şahsen bana çok tanıdık geldi. Yazar, çalışma gününün 27. dakikasında gerinip, sıkılmaya başladığını, sonra gidip bir mutfağı karıştırmaya karar verdiğini anlatıyor. Mutfaktan dönerken, salondaki koltuğu ve televizyonu gözüne kestirdiğini ve kendisi de film sektöründe olduğundan, araştırma babında Game of Thrones'un yeni bölümünü izlemeye başladığını söylüyor. Altı ayda, Lion'un birkaç versiyonunu yazdığını ve Weinstein film şirketi devreye girdikten sonra da senaryonun üzerinde birkaç kez daha çalıştığını anlatıyor.

Kenneth Lonergan (Manchester by the Sea), bütün hayatını bir çalışma erteleme yöntemi olarak yaşadığını söylüyor. Bu sayede, 100'lerce Star Trek bölümü izlediğini ve sesi kapalıyken bile o bölümün hangi sezona ait olduğunu saniyeler içinde söyleyebileceğini gururla anlatıyor. Ne var ki, en sevdiği erteleme yöntemi, klavye temizlemekmiş! Alkol ve kulak temizleyici kapıp, klavyeyi temizlemeye daldığını ve saatlerce tek tek her yerini ovduğunu anlatırken, uzun uzun bunun tekniklerini, kullandığı malzemeleri filan saymaya giriyor ki, o konuya hiç bulaşmıyorum. “Temizlediğim klavyenin benim olması bile gerekmiyor, kalkıp kızımınkini bile ağır ağır temizleyebiliyorum.”

Barry Jenkins, erteleme kelimesinin anlamını bile bilmediğini, yazmaya başladığında durmaksızın çalıştığını söylüyor. “Yazmak çok acı verici olduğu için, bunu bir anda bitirmek istiyorum. 'Moonlight'ı yazmak için Brüksel'e gittim çünkü evden uzak olmak istedim. İnternetini kapadığım ve bilinçli olarak bozduğum bir Mac bilgisayarım var, dışarda hep onu kullanarak çalıştım ki internet dikkatimi dağıtmasın. Moonlight'ın toplamda dört taslağını yazdım.”

Tarell Alvin McRaney, oyunun üç taslağını da, Nina Simone'un 'Sinnerman' şarkısı eşliğinde yazdığını anlatıyor. En sevdiği çalışma erteleme yöntemi olarak, tartışmayı seçtiğini söylüyor. “Diyelim Barry'yle kavga ettik ki bu hiç olmaz, eve gidip 'Şunu söylemeliydim, bunu demeliydim' diye saatlerce düşünüyorum. Sonra yorulup bütün evi temizliyorum, günün sonunda yazmaya kalktığımda da bilgisayar başında uyuya kalıyorum, sabah kalktığımda ekranda bir sürü 'fffffffffff' görüyorum.”

Söyleşinin sonlarına yaklaştığımızda, yazarlara, aralarına nifak tohumları ekebilecek soru soruluyor: Oscar'a aday gösterilen bu senaryolardan hangisini değiştirmek isterdiniz ve neden? Şu noktada, yazarların dip dibe oturduğunu ve bundan sonra da birbirlerinin yüzlerine bakmak zorunda kalacaklarını hatırlatalım. Pas geçebilirler, kendi senaryolarını seçebilirler ya da sazı ellerine alıp uzun uzun diğerlerinin senaryosunda neyi değiştirmek istediklerini anlatabilirler.

Tarell Alvin McRaney, seçimini kendi filmi Moonlight'tan yana yapıyor ve Barry'ye dönerek, yerinde olsa, filmin sonundaki araba sahnesinde başka bir şarkı seçebileceğini söylüyor. Barry Jenkins (Moonlight), LA LA Land'deki karakterleri tersine çevireceğini söylüyor. “Ryan Gosling'in karakterini aktör, Emma Stone'un karakteriniyse caz piyanisti yapardım. Böyle de ilginç olabilirdi. Aslında sadece, kadın karakterin, erkeğe cazın ne olduğunu anlatmasını dinlemek isterdim.”

Kenneth Lonergan (Manchester by the Sea), soyut bir deney olarak, Hidden Figures'daki üç zenci kadın karakteri, üç beyaz erkeğe çevirmek istediğini söylediğinde, salon bittabi kahkahalara boğuluyor. “Başka hiçbir şeyi değiştirmezdim; sadece aynı senaryoda üç beyaz adamı hayal edin.”

Luke Davies (Lion), LA LA Land'de Emma Stone'un tek kişilik şovunda hafiften rezil olduğu sahneyi bir daha yazmak isteyeceğini söylerken, pek mahçup Damien Chazelle, soruyu ikinci kez pas geçiyor zira 'Whiplash' filmiyle Oscar'a aday gösterildiğinde de soruyu yanıtlamamıştı.

Allison Schroeder (Hidden Figures), Kenneth Lonergan'a dönerek, karakterinin nasıl olup da iki liseli kızla yattığını soruyor. Lonergan da sakin sakin savunmasını yapıyor. “Bir kız arkadaşı çok iyi değil, ondan çıkıp diğerine gidiyor, bunda ne sorun var?”

Taylor Sheridan (Hell or High Water) soruyu pas geçerken, 'Arrival' filminin yazarı Eric Heisserer, sahnedeki bütün yazarlara çok saygı duyduğunu, hepsinin senaryosunun mükemmel olduğunu, asla hiçbir şey değiştirmeyeceğini söylüyor.

Mike Mills de kendisinden beklendiği üzere, dünya barışı dilercesine, sahnedeki herkesin kardeşi olduğunu ve onları her zaman, kendileri olmaya teşvik edeceğini söyleyerek alkışları kapıyor.

Acısıyla tatlısıyla yine bir Yazarlar Paneli'nin sonuna geldik. Özgün ve Uyarlama senaryo dallarında toplam on filmin aday gösterildiği bu kategoride şüphesiz birçok değerli senaryo ve yazar var, fakat hangi filmlerin gerçekten yarıştığı gün gibi ortada. Bir sürpriz olsa ve The Lobster ödül alsa mesela ne güleriz, değil mi? Neyse, hayaller alternatif, gerçeklerse yaşını başını almış beyaz amca! Herkese iyi Oscar hafta sonları, yarışmacılara bol şans, kalın sağlıcakla.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER