26 Şubat'ta düzenlenecek
Oscar ödül törenine günler kala, yönetmen, oyuncu ve
yapımcıların davet davet gezip, filmleriyle ilgili aynı sorulara
beş milyonuncu kez cevap verdikleri şu yoğun dönemde, canımız
ciğerimiz senaryo yazarlarının katılımıyla düzenlenen panel
yine ilaç gibi geldi. Bu söyleşiye her sene koşa koşa gidiyorum
çünkü hem her şeyin başı senaryo, hem de çoğunlukla kendi
bakış açılarını anlatma fırsatı yakalayamayan yazarların
hikayesini dinlemek çok ilginç. Bu sene de birbirinden nevrotik,
birbirinden ilginç, birbirinden komik on yazarın katılımıyla
gerçekleşen panel, yine ödül töreni sezonunun en eğlenceli
aktivitesi oldu, en azından benim için.
Bu seneki adaylar şöyle:
20th Century Women (En İyi Orijinal
Senaryo) Mike Mills, Arrival (En
İyi Uyarlama Senaryo) Eric Heisserer, Hell
or High Water (En
İyi Orijinal Senaryo)
Taylor
Sheridan, Hidden
Figures (En
İyi Uyarlama Senaryo) Allison Schroeder ve Theodore Melfi, LA
LA LAND (En
İyi Orijinal Senaryo) Damien Chazelle, Lion
(En
İyi Uyarlama Senaryo) Luke Davies, Manchester
by the Sea
(En iyi Orijinal Senaryo) Kenneth Lonergan, Moonlight
(En iyi Uyarlama Senaryo) Barry Jenkins ve Tarell Alvin McRaney. Bu
listede, En İyi Orijinal Senaryo dalında The
Lobster
ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında da Fences
filmlerinin yazarları eksik.
Daha
söyleşi başlamadan dakika bir gol bir, 1960'larda NASA'da çalışan
Afrikalı Amerikalı kadın matematikçilerin hikayesini anlatan
Hidden Figures
filminin yazarı (ve paneldeki tek kadın yazar) Allison Schroeder,
elinde kocaman bir yastıkla sahnede yerini alıyor ve meraklı
bakışları görmezden gelemeyerek, kendini açıklama ihtiyacı
hissediyor: “Diva filan olduğumdan değil, yeni doğum yaptım ve
kızım kuyruk sokumumu kırdı, o yüzden böyle oturmak
zorundayım.” Bu noktada, seyircinin bakış açısı, 'Deli mi
ne?' önyargısından 'Kadın olmak ne zor!' noktasına hızlı geçiş
yapıyor, yapmalı! Bu arada, neden o sahnede sadece bir tane kadın
var? Kadınları anlatan filme hoş bir dokunuş olsun diye mi işe
alınmış Allison Schroeder? Çok mümkün. Neyse, şimdi söyleşinin
başında tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey ama gönül, önümüzdeki
senelerde o sahnede en az dört kadın görmek ister.
Damien Chazelle ve emektar Kenneth Lonergan'ın ikinci, sahnedeki
herkesinse ilk Oscar adaylığıymış bu. Hayırlı uğurlu olsun,
maksat ayağınız alışsın. Zaten aday gösterilmek de bir şeref
ama kimse kimseyi kandırmasın, gerçek yarış her zaman olduğu
gibi iki film arasında.
Söyleşi, her sene olduğu gibi bu sene de aynı ibretlik soruyla
başlıyor: Kariyerinizde en dibe vurduğunuz nokta neydi?
Kendi
annesiyle olan ilişkisini anlattığı 20th
Century Women filmiyle
aday gösterilen Mike Mills, çok fazla seçenek olduğundan
hangisini seçeceğini bilemediğini söylüyor. En az Mike Mills
kadar nevrotik görünen Arrival
filminin
yazarı Eric Heisserer, iç çekerek, Los Angeles'a taşındığı
günlerde, iki projesinin birden haklarını satmak üzereyken, 45
gün sonra yapımcıların senaryoları almaktan vazgeçtiğini ve
dımdızlak ortada kaldığını anlatıyor. Bundan bir süre sonra
da yeni bir fikirle menajerini aradığında aldığı cevap şu
olmuş: “Artık orijinal fikirlerle kimse ilgilenmiyor. Ayrıca,
mesleği bırakıyorum.” Allison Schroeder, bir keresinde aynı projeyi 44 kez anlatmış ama
hiçbirinden olumlu yanıt gelmemiş. Pek utangaç ve moderatörün
ağzından kerpetenle laf alabildiği Damien Chazelle, en zor
günlerinin Los Angeles'da yazar olarak iş bulmaya çalıştığı
zamanlar olduğunu söylüyor.
“Bir
gün, korku filmi yazmam istendi ve ortaya bir başyapıt olan, 'Last
Exorcism Part II' çıktı. Bunun en güzel yanı da, bir
eleştirmenin filme yaptığı yorum oldu. Normalde eleştirilerde
asla yazarlardan bahsetmezler, o yüzden adımın bir yerde
geçmeyeceğinden emindim ama L.A. Times'da yazan bir eleştirmen,
Harvard eğitimime takmış olacak ki, şöyle yazmıştı: 'Damien
Chazelle, Harvard eğitimini tamamen boşa harcamış.' Bunu gazetede
okuduğumda, bu film yüzünden laf yediğime inanamadım ama bir
yandan da haklıydılar, film berbattı. Ondan sonra da bir daha
korku filmi yazmadım.”
Eskiden
aktörlük yapan ve Jeff Bridges'ın rol aldığı, aksiyon Hell
or High Water filminin
özgün senaryosuyla Oscar'a aday gösterilen Taylor Sheridan,
kariyerindeki en dip noktaları genellikle aktör olarak yaşadığını
ama yazar olarak, son zamanlarda başına gelen bir olayın, canını
çok sıktığını anlatıyor. "Yazıp yönettiğim 'Wind River' isimli uzun metraj, yakın
zamanda Sundance'te gösterildi ve film, 15 yaşındaki bir kızın
ağzından yazdığım bir şiirle açılıyordu. Bir eleştirmen,
gelip şiirime saldırdı. Senaryoma istediğini söyle, filmi yerden
yere vur ama 15 yaşındaki birinin ağzından yazdığım şiire
dokunma. O adamı bulup, derdi neymiş sormak istiyorum.”
Dev Patel ve Nicole Kidman'ın başrollerinde yer aldığı, gerçek
bir hikayeye dayanan ve hüngür hüngür ağlatma potansiyeline
sahip, Türk filmi tadındaki Lion'un yazarı, Avustralyalı
Luke Davies'in hikayesi de Los Angeles'da geçiyor. Bir şekilde
kendisine menajer bulan yazar, yapımcılarla buluşup fikirlerini
yeni yeni anlatmaya başladığında, 2007'de ünlü Yazarlar Grevi
başlamış. Menajeri hala kendisini toplantılara göndermeye
çalışırken, grev döneminde iş satmaya çalışmasının, yarın
öbür gün Yazarlar Sendikası üyesi olmasını etkileyip
etkilemeyeceğini sorduğunda, menajeri “Muhtemelen etkiler”
yanıtını vermiş. Yazar da grev bitene kadar, sekiz ay toplantı
yapmadan, işsiz bir şekilde sabırla beklemiş. Grev biter bitmez
kendisini arayan menajeri, meslekten ayrılacağını ve bölümündeki
diğer menajerlerin kendisini sevdiklerini ama temsil etmek
istemediklerini söylemiş. “Bu, en dip noktamın başlangıcıydı.
Bundan sonraki beş yıl kendime menajer bulamadım ve ne yaptığımı
bilmeden Los Angeles'ta takıldım. Sürekli vize yeniledim ve çoğu
zaman kiramı bile ödeyemedim. Sonra işler yavaş yavaş açıldı.”
Luke Davies'in hikayesi, Los Angeles'da film sektöründe tutunmaya
çalışan binlerce “yabancı” gence ilham vermesi açısından
önemli. Çoğu zaman mesleğinizden başka bir işte çalışmanıza
izin vermeyen sanatçı vizeleri, okuldan sonra en fazla bir sene
takılmanıza izin veren öğrenci vizeleri, kısa süreli tuhaf
çalışma vizeleri, işin bürokratik kısmı say say bitmez.
Kariyerinize mi, kirayı ödemeye mi yoksa vize yenilemeye mi
odaklanacağınızı şaşırdığınız yıllar sonunda, bir
bakmışsınız Survivor'da pirinç peşinde koşan gönüllülerden
farkınız kalmamış. Yine de, paneldeki tek Amerikalı olmayan
yazar Luke Davies gibi yeteneğiniz ama ondan da önemlisi dayanacak
gücünüz varsa, gelsin Oscar adaylıkları, gitsin şan şöhret.
Söyleşinin en ilgi çekici isimlerinden biri, Manchester by the
Sea filmiyle herkesi derinden etkileyen ve ciddi görüntüsünün
altında, çaktırmadan esprileri döşeyen Kenneth Lonergan'dı.
Emektar yönetmen, 90'larda bir arkadaşıyla komedi dizisi yazıp
yapımcıya verdiklerini ve adamın okuduktan sonra, “Pekala
çocuklar, iyi hoş da size bir sorum var, bunun eğlencesi nerede?”
dediğini anlatıyor. “Belli ki eğlencenin, komedinin ne
olduğundan bihaberdik. Zaten bu da pek iyi bir hikaye olmadı.”
“Kariyerinizin
en dip noktası neydi?” sorusunun son muhatapları, geçtiğimiz
senenin en çok ses getiren filmi Moonlight'ın
yazarları Barry Jenkins ile Tarell Alvin McRaney oluyor. Aynı
zamanda filmi yöneten Jenkins, yıllar önce, para mara almadan bir
filmi yazması için “işe alındığını' söylüyor. “Hiç para almadan bu senaryonun iki taslağını yazdım. O sırada
da bir reklam çekiyordum, çok vaktim yoktu ve senaryoda bazı yazım
hataları vardı. Yapımcı, bunları düzeltmek için benden
senaryonun final draft dosyasını istedi, ben de art niyet
aramadığımdan bunu onu yolladım.”
Bu noktada kendileri de yazı yazan, film çeken sektör
çalışanlarından oluşan seyirciler derin derin iç çekiyorlar
zira yazarların en büyük kabusu, senaryonun final draft dosyasını
sağa sola ama özellikle de yapımcıya göndermektir. Böyle bir
durumda, o fikri Yazarlar Sendikası'na kayıt ettirmiş dahi
olsanız, bir sene sonra ekranda başkasının adıyla izlemeniz çok
olası. Bu hikayenin de sonunu tahmin etmek zor değil.
“Dosyayı yolladıktan sonra bir iki ay hiç ses çıkmadı, sonra
yapımcı, senaryoyu kendisinin yazacağını söyleyerek beni
projeden attı. Ama bundan sonra çok iyi bir şey oldu; Tarell Alvin
McCraney'in yazdığı 'In Moonlight Black Boys Look Blue' oyununu
senaryolaştırmak istediğime karar verdim, akabinde de Tarell'le
çalışmaya başladık.”
Tarell Alvin McCraney, soruyu cevaplamadan önce, hayattaki en yüksek
noktasını anlatmak istiyor ki en dip noktasını duyduğumuzda
olayı iyice anlayalım: “Üniversitede oyunculuk okudum ve henüz mezun olmadan Peter
Brook'la çalışacağım bir iş teklifi aldım. O dönemde, Yale
Üniversitesi'nin Yazarlar master programına kabul edilmiştim ama
Peter Brook'la çalışacağım için okulu bir sene erteledim. Sonra
annem vefat etti ve aynı zamanlarda 'In Moonlight Black Boys Look
Blue' oyununu yazdım. Bir arkadaşım bunu filme uyarlamak
istediklerini söyledi ama onlara, bunu katiyyen Chicago'da
çekemeyeceğimizi söyledim. Film ekibinden aylarca ses çıkmadı.
Annemin cenazesinden döndükten sonra, Peter Brook'la olan oyun
iptal oldu, Yale'deki programdan atıldım çünkü programın
başındaki kişi değişmişti ve tekrar başvuru yapmam
gerekiyordu, üstüne yapımcılar, filmi Chicago'da çekmek
istemiyorsam, filmi yapmayacaklarını söyleyerek senaryoyu geri
verdiler. Sanırım hayatımdaki en dip nokta buydu.”
Bu kadar çile hikayesinden sonra, yazarların ilginç karakterlerini
ortaya serecek soru geliyor: Çalışmayı ertelemek için yaptığınız
aktiviteler neler ve senaryolarınız bu hale gelmeden önce kaç
taslak yazdınız?
Mike Mills (20th Century Women), 300 taslak yazdığı
halde buna 5. taslak demeyi sevdiğini söylerken, Eric Heisserer
(Arrival) de haddinden fazla taslak yazdığını ve çalışmayı
ertelemek için senaryoda onlarca farklı yöntem denediğini
anlatıyor. “Haydi şimdi de bütün filmi bu karakterin gözünden yazalım
çünkü kendimden bu kadar nefret ediyorum.”
Taylor Sheridan (Hell or High Water), ilk iki senaryosunu, eşi ve
çocuğuyla Ağustos sıcağında bir odalı evde yaşadığı
dönemde, salonu ofis haline getirerek, ışık hızıyla yazdığını
söylüyor. Ne var ki, ofis işini abartarak, üç dört hafta hiçbir
şey yazmadığı halde, eşini yanından kovmaya başladığı anda,
karısı gidip kendine yeni bir araba almış, anahtarları da
getirip Sheridan'ın masasının üzerine koymuş. Böylece, dış
etkenler sebebiyle bir anda motive olan yazar, senaryoyu anında
bitirmiş. “En büyük motivasyon kaynağım, eşim.”
Hidden Figures için kendisine üç hafta verildiğini söyleyen
Allison Schroeder, teslim tarihini kaçırmaktan korktuğu için her
şeyi vaktinde gönderdiğini ve bu taslağın üzerinden sadece iki,
üç defa geçtiğini söylerken, en sevdiği çalışma erteleme
yönteminin, gece yarısı NCIS, Mentalist gibi dizileri izlemek
olduğunu söylüyor.
Damien Chazelle (LA LA Land) de çalışma erteleme yönteminin
aslında en çok vaktini alan şey olduğunu anlatıyor. “Bütün günümü, yazarken dinleyeceğim müzik listeleri
hazırlamakla geçiriyorum. Sonra yorulup, ertesi gün başlamaya
karar veriyorum. 'Araştırma' ya da 'müzik listeleri hazırlama'
kisvesi altında günlerimi hiçbir şey yazmadan geçirebilirim.
Üstelik bu müzik listesi son derece gereksiz, oturup onu
dinlemiyorum bile.”
Luke Davies'in (Lion) yöntemi şahsen bana çok tanıdık geldi.
Yazar, çalışma gününün 27. dakikasında gerinip, sıkılmaya
başladığını, sonra gidip bir mutfağı karıştırmaya karar
verdiğini anlatıyor. Mutfaktan dönerken, salondaki koltuğu ve
televizyonu gözüne kestirdiğini ve kendisi de film sektöründe
olduğundan, araştırma babında Game of Thrones'un yeni bölümünü
izlemeye başladığını söylüyor. Altı ayda, Lion'un birkaç
versiyonunu yazdığını ve Weinstein film şirketi devreye
girdikten sonra da senaryonun üzerinde birkaç kez daha çalıştığını
anlatıyor.
Kenneth Lonergan (Manchester by the Sea), bütün hayatını bir
çalışma erteleme yöntemi olarak yaşadığını söylüyor. Bu
sayede, 100'lerce Star Trek bölümü izlediğini ve sesi kapalıyken
bile o bölümün hangi sezona ait olduğunu saniyeler içinde
söyleyebileceğini gururla anlatıyor. Ne var ki, en sevdiği
erteleme yöntemi, klavye temizlemekmiş! Alkol ve kulak temizleyici
kapıp, klavyeyi temizlemeye daldığını ve saatlerce tek tek her
yerini ovduğunu anlatırken, uzun uzun bunun tekniklerini,
kullandığı malzemeleri filan saymaya giriyor ki, o konuya hiç
bulaşmıyorum. “Temizlediğim klavyenin benim olması bile
gerekmiyor, kalkıp kızımınkini bile ağır ağır
temizleyebiliyorum.”
Barry Jenkins, erteleme kelimesinin anlamını bile bilmediğini,
yazmaya başladığında durmaksızın çalıştığını söylüyor. “Yazmak çok acı verici olduğu için, bunu bir anda bitirmek
istiyorum. 'Moonlight'ı yazmak için Brüksel'e gittim çünkü
evden uzak olmak istedim. İnternetini kapadığım ve bilinçli
olarak bozduğum bir Mac bilgisayarım var, dışarda hep onu
kullanarak çalıştım ki internet dikkatimi dağıtmasın.
Moonlight'ın toplamda dört taslağını yazdım.”
Tarell Alvin McRaney, oyunun üç taslağını da, Nina Simone'un
'Sinnerman' şarkısı eşliğinde yazdığını anlatıyor. En
sevdiği çalışma erteleme yöntemi olarak, tartışmayı seçtiğini
söylüyor. “Diyelim Barry'yle kavga ettik ki bu hiç olmaz, eve gidip 'Şunu
söylemeliydim, bunu demeliydim' diye saatlerce düşünüyorum.
Sonra yorulup bütün evi temizliyorum, günün sonunda yazmaya
kalktığımda da bilgisayar başında uyuya kalıyorum, sabah
kalktığımda ekranda bir sürü 'fffffffffff' görüyorum.”
Söyleşinin sonlarına yaklaştığımızda, yazarlara, aralarına
nifak tohumları ekebilecek soru soruluyor: Oscar'a aday gösterilen
bu senaryolardan hangisini değiştirmek isterdiniz ve neden? Şu noktada, yazarların dip dibe oturduğunu ve bundan sonra da
birbirlerinin yüzlerine bakmak zorunda kalacaklarını hatırlatalım.
Pas geçebilirler, kendi senaryolarını seçebilirler ya da sazı
ellerine alıp uzun uzun diğerlerinin senaryosunda neyi değiştirmek
istediklerini anlatabilirler.
Tarell Alvin McRaney, seçimini kendi filmi Moonlight'tan yana
yapıyor ve Barry'ye dönerek, yerinde olsa, filmin sonundaki araba
sahnesinde başka bir şarkı seçebileceğini söylüyor. Barry Jenkins (Moonlight), LA LA Land'deki karakterleri tersine
çevireceğini söylüyor. “Ryan Gosling'in karakterini aktör, Emma Stone'un karakteriniyse
caz piyanisti yapardım. Böyle de ilginç olabilirdi. Aslında
sadece, kadın karakterin, erkeğe cazın ne olduğunu anlatmasını
dinlemek isterdim.”
Kenneth Lonergan (Manchester by the Sea), soyut bir deney olarak,
Hidden Figures'daki üç zenci kadın karakteri, üç beyaz erkeğe
çevirmek istediğini söylediğinde, salon bittabi kahkahalara
boğuluyor. “Başka hiçbir şeyi değiştirmezdim; sadece aynı senaryoda üç
beyaz adamı hayal edin.”
Luke Davies (Lion), LA LA Land'de Emma Stone'un tek kişilik şovunda
hafiften rezil olduğu sahneyi bir daha yazmak isteyeceğini
söylerken, pek mahçup Damien Chazelle, soruyu ikinci kez pas
geçiyor zira 'Whiplash' filmiyle Oscar'a aday gösterildiğinde de
soruyu yanıtlamamıştı.
Allison Schroeder (Hidden Figures), Kenneth Lonergan'a dönerek,
karakterinin nasıl olup da iki liseli kızla yattığını soruyor.
Lonergan da sakin sakin savunmasını yapıyor. “Bir kız arkadaşı çok iyi değil, ondan çıkıp diğerine
gidiyor, bunda ne sorun var?”
Taylor Sheridan (Hell or High Water) soruyu pas geçerken, 'Arrival'
filminin yazarı Eric Heisserer, sahnedeki bütün yazarlara çok
saygı duyduğunu, hepsinin senaryosunun mükemmel olduğunu, asla
hiçbir şey değiştirmeyeceğini söylüyor.
Mike Mills de kendisinden beklendiği üzere, dünya barışı
dilercesine, sahnedeki herkesin kardeşi olduğunu ve onları her
zaman, kendileri olmaya teşvik edeceğini söyleyerek alkışları
kapıyor.
Acısıyla tatlısıyla yine bir Yazarlar Paneli'nin sonuna geldik.
Özgün ve Uyarlama senaryo dallarında toplam on filmin aday
gösterildiği bu kategoride şüphesiz birçok değerli senaryo ve
yazar var, fakat hangi filmlerin gerçekten yarıştığı gün gibi
ortada. Bir sürpriz olsa ve The Lobster ödül alsa mesela ne
güleriz, değil mi? Neyse, hayaller alternatif, gerçeklerse yaşını
başını almış beyaz amca! Herkese iyi Oscar hafta sonları,
yarışmacılara bol şans, kalın sağlıcakla.