"Ben
vedaları sevmem albayım. Hiç gitmesin insanlar. Hele gelmemek üzere giderlerse,
çok üzülürüm albayım, dayanamam. Gelmemek üzere gidenler çok sevdiklerim olur
genelde. Bir de bir hikâye bırakır ki geride, noksanlığın daniskası içinde.
Ölse, öldü dersin, ama ölmez onlar. Ölmesinler de. Ölürlerse bir kere daha
üzülürüm. Çünkü koklayamazlar bir daha çiçek. Yazık olur.’’
Bu
yazıyı daha geç
yazmak isterdim. En azından zamanı gelince…
Evet,
her veda zordur ama bu sefer biraz farklı. İlk defa bu kadar zor yazıyorum
duygularımı, üstelik
bu kadar yoğun yaşarken… İşte şu an tam da şu dakika, artık bu cümleyi daha iyi
anlıyorum. ’’Kelimeler
albayım, bazı anlamlara gelmiyor.’’
Yahu
alt tarafı bir dizi değil mi ne kadar dramatize ettin diyeceksiniz belki ama
siz bilmezsiniz, siz hiç Poyraz Karayel’le tanışmadınız ki…
Benim
için bu bir veda değil, zamansız bir gidiş sadece. Evet, artık her hafta
misafirliğe gelmeyecekler belki ama bir yerlerde hep bizimle olacaklar. Belki
bir şiirde karşılaşacağız, yolda yürürken ya da yine evimizin salonunda otururken
gelecekler, ansızın…
Zaman
geçiyor olabilir ama iz bırakanlar unutulmuyor.
Poyraz Karayel kalbimizin
en özel köşesinde bir dünya kurdu, güzel bir dünya…
İçinde
şiir olan, Oğuz Atay olan, sevgi olan, gerçek sevgi… Bugünlerde unutmaya başladığımız
her şeyi ince ince hatırlatan bir dünya. Ne desem az, ne yazsam eksik kalacakmış
gibi geliyor.
Poyrazcım Karayel… Keşke böyle
ani gitmeseydin. Şu sıralar bir albaya bizim de en az senin kadar ihtiyacımız
var. Herkesin bir albayı olmalı şu hayatta. Biz Cevher albayı çok sevdik.
Gelecek ay Poyraz’ın evini ziyaret
etmeye gelmeyi planlıyordum. Sanırım ev boş olacak, ama anılar illa çıkar
gelir, herkes gittiğinde de onlar kalmıyor mu zaten? Biraz boş duvara bakarım,
bir zamanlar kimsenin dile dökemediği şeyleri nasıl bağıra bağıra söylediğini
hatırlarım.
Keşke Bahri Baba bir çözüm
bulsa ya da Poyraz veya Zülfikar yine o mükemmel tiratlarından birini
canlandırsa ve bir mucize olsa.
Yazı devam ediyor..