Klişeleri seviyorum. Evet evet kesinlikle seviyorum.
Zengin kız fakir oğlan ya da tam tersi, sonra neydi o he şey esas oğlana yanık
mümkünse sarışın bir
fettan. Sonra tabii esas kıza yanık bir ikinci oğlan. Tabii sürekli bir engel e aileleri de katmazsak olmaz bak az
kalsın unutuyordum bi de gazoz var ilaçlı mümkünse^^ Tamam tamam abarttım
gazozu çıkartalım. Bir şakalar bir espriler hahaha mı dediniz? Ne yapayım size
bir alıntı ile cevap olayım “Hayat öyle oyunlar oynuyor ki nereye tutunsam düşüyorum,
tam da palyaçonun dediği gibi ağlayamadığımdan gülüyorum.” bu da benim nevi şahsıma münhasır stilim.
Yok efenim serseri stil insanı filan değilim. Ne diyorduk klişeler, gerçekten
klişeleri severim çünkü ben daha Kiralık Aşk’ın tanıtımını gördüğümde az
çok konunun ne olacağını anlamıştım yani birçok insan gibi ve izlemeye hazırdım.
Hazır olmadığım kısmı sanırım Defne ve Ömer idi. Ben nereden bilecektim ki biz
samimiyette senli benli seviyesini bile atlayıp DefÖm olacaktık. Ah nereden
bilecektim ki “Zaman yarat Defne.” diyecektim bende bir gün. Zaman yarat ki bu
burnumun direğinin sızım sızım sızlama hali atmosfere karışsın ve hayır sakın günü
yirmi altı saat filan yapma Defne çünkü özlemek bu ne yazmakla ne de izlediğim
bölümleri seksen altı defa izlemek ile geçmiyor. Daha önce çok sevgili dizidaşlarımın^^
yazılarında belirtikleri gibi ben de en az onlar kadar İplikçi ailesini çok
özledim. Haklıymışsınız Sinan Ve Ömer “Güzel dertmiş acısı şimdi geldi.”
Kiralık Aşk... Kiralık Aşk... Kiralık Aşk... Hayır yanlışlıkla yazmadım bilerek art arda yazdım.
Yazdıkça eskisin istiyorum
“Çok uzadı sıkıldım” desem ya ben de Behlül gibi olmaz mı hazır saçlarımı da
kestirmişim. Ya da yok kıyamadım eskimesin. Tam bunları düşünürken İso geliyor aklıma (24. bölüm sahilde İso ve
Defne konuşması) her şeyi unutturacak yeni bir teknoloji çıksa bile insan
unutmayı istemiyor. Ah “İnsan nasıl da bağlanıyor bir diziye öyle körü körüne.” Ömer ne haklıymışsın, biliyorum sen dizi
demedin ama Kiralık Aşk da benim içim be Ömer. Kiralık Aşk di
Merve dedim bir kere. Tatlı Defne hanımlar ve Buzlar Kralı Ömer beyler bir cuma
akşamı hayatıma girip yine bir cuma akşamı hayatımdan çıktılar. Sözüm ona çıktılar
ama ben onları özlemeden duramıyorum. Kafamı nereye çevirsem onları görmek
istiyorum. Bazen saçmaladıklarını, bazen güldüklerini, çoğu kez
mıngırdadıklarını (Sinaaaan kalp kalp kalp) bazen de tatlı tatlı baktıklarını.
Onlar bana tatlı tatlı bakıyordu ya böyle bir rüzgar çıkıyordu ve beni hiç
bilmediğim, tanımadığım bir diyara götürüyordu. Sonra ne mi oldu? Ben
sormuyorum çünkü biliyorum orada mutlular çünkü onlar birlikteyken şahaneler. Üstelik
Yalnız da değiller “Belki de üçümüz.” dedikleri her ana inat artık dört kişiler. Böyle
bir paralelde
kalakaldım yani durum vahim. Gerçek ile kurgu arası bir yerdeyim ve itiraf
edeyim kurgu çok daha güzel. Ah benim bu halim ah hepsi Elçin Sangu ve Barış
Arduç yüzünden. Evet suçlular. Böyle şahane bir cast olmaz efenim, olmamalı.
Partnerlik birlikte dans etmek gibi bir şeydir benim gözümde insan atmış dokuz
hafta bu kadar şahane dans edemez. Ettiler efenim ettiler. Üstelik kanımca
buzda dans partnerliğiydi bu şahane uyum. Neden mi buzda dans? Bir dakikalığına
müsadenizi isteyebilir miyim pembe gözlüklerimi çıkartacağım da. Altmış dokuz
hafta şahane bölümler izlediğimi iddia filan etmeyeceğim. İlk yirmi diyorum ben
ama hadi sizin güzel hatırınıza büyülü bir ilk yirmi sekiz buçuktan yirmi dokuz
hafta izlemiş olayım, yani izledim. Kesinlikle sadece oyunculuk bazında değil
senaryo olarak da oldukça iyiydi. Sonra oyun ortaya çıkmasın diye kısır döngü
de bulduk kendimizi daha önce “Fikret’siz olmayı hak ediyoruz.” yazımı okuyanlar bilir. Gallo karakteri
benim için çok büyük ama hakkaten çok büyük- Ah Ömüş beni andı- bir hayal
kırıklığıdır. Es geçeceğim. Oyun ortaya çıktı çıkacak sonra her şey yine eski büyüsüne
bürünecek dedim hep. Fakat öyle olmadı yani otuz dokuz gibi bir harika bölüm
geliyor aklıma kimsenin hakkını yiyemem ama o büyünün tadına varanlar bilir o
bambaşka bir şey e hal böyle olunca ben direndim. Kendimi zümrüdü anka kuşunun
hüküm sürdüğü, İyilerin kazandığı kötülerin her zaman kaybettiği ve gökten üç
elmanın düştüğü bir ikinci sezona hazırladım.
Düşündükçe içim içime sığmıyordu
o diziyi bırakan arkadaşlarım varya onlar görecekti. Soracaklardı “Merve o
fragman ne öyle?” , “Merve kaçıncı bölümde biz de başlayacağız tekrar?” , “Merve...Merve...Merve...”
Zirvedeyiz Hayatım sizi duramıyorum^^ diyecektim -ay bu kamyon arkası
yazısından hallice cümleyi bir yerde kullanmazsam dilim şişer de^^ - Öyle bi
sahiplenmek benimkisi, kötü yorumlara içerlemelerime bir şahit olsanız ah bi
olsanız. Amma velakin bir gökdelen tepesine çıktım ben. Benim için Empire State
Binası diyebilirdik buraya. Gökyüzü
muhteşemdi, aşağıda uçsuz bucaksız bir renk cümbüşü, hava ılık ılık esiyordu,
kulağımda rüzgar çanlarının sesi çalınıyordu, göz alabildiğince maviydi... Evet
mavi çünkü bence Kiralık Aşk bir renk olsa o kesinlikle mavi olurdu.
Fakat o iş de öyle olmadı. Beklenti yüksek, çift şahane. Yani anlayacağınız un
var, yağ var şeker var nereden çıktı bu menemen. Bunları sitem olsun ya da
eleştiri olsun diye de yazmıyorum. Eğer final günü yazdığım yazıyı gönderseydim
ohoooo yani. Ama dur dedim kendime dur bi sakinleş bak gidiyor gönlünün İplikçileri.
He diyeceksiniz e sen ne ayak. Sevgim acıyor, bu elle tutulamayan sonsuz özlemi
sırtlamış gibiyim. Kafka’lar... Sabahattin Ali’ler... Albertine’ler... Jane
Austen’ler hepsi bir anda üşüştü başıma. Kitaplığıma bakıp bakıp iç geçiriyorum.
İnsan gerçekten de hep iyi olan şeyleri anımsıyor ya da Ömer’in dediği gibi gerçekte
iyi olan şeyler daha fazlaydı demek isterken buluyorum kendimi. Saçma geliyor
dimi çok saçma “Alt tarafı bir dizi!” diyenler var. Hayır canım üst tarafı da
bir dizi, ama değil mi ki o eskilerin tabiriyle kara bir kutunun içini deldi
geçti bu kalbe değdi işte orda ne olduğunun bir önemi yok ki artık. İnsanlar
bir çikolata ile mutlu olabiliyorken İnanın Kiralık Aşk benim için başlı başına bir serotonin kaynağı. Özel
bir iş... Kesinlikle özel bir iş.
Dümenin çok başka ellerde olmasını isterdim.
Görünenin ardını sorgulamak veyahut “Anlatın bakalım biz şimdi neden bittik?”
demek bir seyirci olarak benim işim değil. İnanın kim haklı kim haksız hiç
ilgilenmiyorum artık çünkü ben suçsuzum. Ben istedim ki bitmesin ve yazmayı
bırakmadığım dönemlerde de seyirci gözü ile tek tek değindim. Haklı eleştiri
kendine kalem bulmuşsa bence kendine uygulama
bulmalıydı fakat ne yapalım kısmet değilmiş tadının damağımızda bayağı bayağı kalası varmış. Fakat dedim ya özlüyorum. Pazı
sarması yiyemiyorum mesela, sonra annem sabahları “Elma ye kızım uykun açılır.” diyor onu da yemiyorum ben baya baya
zayıflayacağım he bu nedir zaten Defne’den halliceyim (Kuru kızımız Defociğimiz^^) o yüzden çok uzaklaşmadıysanız geri dönün canım
çiftim^^ İtalya yada gidemediler Ben Orhan Veli’ye benzemem ağlasam sesimi
duyarsınız kulaklarınızda ve inanın göz yaşlarımın seline kapılırsanız kürek
bile çekemezsiniz Sinyor&Sinyorina İplikçi. Yazı yazarken aramızda bir
kontak kurdum sanki ıssız bir aradadayken artık bir yardım fişeğim var ve o da
ne bir gemi^^ Ben böyle sonsuza kadar yazsam ya olmaz mı? Efendim Ömer “şahane
olur.” mu dedin. A
bir dakika bir dakika Defne bir şey diyor he bana değilmiş Ömer’i çağırmış,
seni tatlı Defne seni^^ Ee boşuna mı dedi “Bu adamın on tane çocuğu olsa dünya
kurtulur.” diye ^^ paralelde kaldım diyorum yahu çıkamadım çok türbülans var da. :)
Yazı devam ediyor..