Post Kiralık Aşk Sendromu ve Teşekkür

Post Kiralık Aşk Sendromu ve Teşekkür
YAZIYA BİR FOTOĞRAF BIRAKIYORUM VE DÜNYA BİR DAKİKALIĞINA GÜZELLEŞİYOR.
 ‘Özlem radar dalgası gibi; bir mesafeye gönderiyorsun sinyal dönmeyince bekliyor, sineye çekip unutuyorsun. Bir zaman sonra ekosu geri geldiğinde çok şaşırıyosun.’* İnsan bir diziyi özler mi ya, kafayı yemiş bu(-nlar) dediğinizi duyar gibiyim. Ama ‘bu insan’ vakti zamanında bir diziye sarılmak isteyen bir insandı diye belirtmeyi de bir borç bilirim.
 
20 Ocak’tan beri hiçbir şey izleyemiyorum, televizyon izlemeyi bırak televizyonun olduğu salona girmek bile gelmiyor içimden. Sadece okuyorum, roman okuyorum, karikatür okuyorum, öykü okuyorum, şiir okuyorum sadece okuyorum. Okurken, öyküde bahsedilen Ömer’lerin altını çiziyorum, cuma akşamı dizi izlemek yazıyor onun altını çiziyorum, öyküde Ömer işte… Yazmış yazar yanına kalp çizip ‘Defne işte…’ yazıyorum, Kiralık Aşk’la alakası olan olmayan, bana bir şekilde Kiralık Aşk’ı hatırlatan her şeyde bir tuhaf oluyorum. Aklıma sahne/lergeliyor, iç geçiriyorum. Kendim için endişelenmeye başlıyorum sonra Kiralık Aşk yolculuğumun bana kattığı ve adeta hediye olarak gördüğüm arkadaşlarımla, sohbet edince yalnız olmadığımı fark ediyorum, yalnız olmadığım için seviniyorum ama bir yandan da hepimiz için endişeleniyorum. :) Daha önce en az otuz beş defa izlediğimiz sahneleri birbirimizle paylaşıp dakikalarca o sahneleri hala daha yorumluyoruz, devamı gelmeyeceğini bile bile. Ve bu sahneleri izlememiz de öyle çok kolay olmuyor resmen kendimizle savaşıyoruz. Ben mesela bir bölümü baştan sona izleyebilecek ruh halimi kendimde bulamıyorum. Her defasında bittiğini tekrar tekrar idrak ediyoruz ve her defasında bildiğin içimiz eziliyor. Yalnız değilim biliyorum. Bu ruh halimize de, altı yıllık eğitimimin verdiği yetkiyle ‘Post Kiralık Aşk Sendromu’ teşhisini koyuyorum; ama reçetesi teşhisini koyması kadar kolay değil maalesef. Ben hala bulamadım, zaman herhalde…
 
En son bir garda toplanıp, yolcu etmiştik Ömer Bey ve Ailesi’ni. Ama edememişim. Yazıya başlarken bahsettiğim özlemin ekosu bugün geri dönüp sarstı da beni biraz. Defne’yle Ömer’in hikayesindeki post-itleri (Ki bu post-itler Defne istifa ettiğinde, Defne’yi bir daha hiç görmeyeceğini düşünen ve ona öfkeli olan Ömer’in dolabının üzerinden alınıp -bu arada post-itlerdeki Ömer Bey’in Ö’sünün noktaları kalp şeklinde, bunu belirtmesem olmazdı- hışımla çöpe atılıp sonra kıyılamayıp dolapta saklanan evet evet o post-itler işte) DefÖm’ün  ‘yuvasında’ altı yıl içinde çoğalmış bir şekilde gördüğümde, geldi vurdu o özlemin ekosu beni, şöyle ki film izlemek için açtığım bilgisayar başında (Evet iyileşmeye çalışıyorum.) bu yazıyı yazarken buldum kendimi.
 
KİRALIK AŞK: BİR POST-İT MESELESİ.
 
Dizi diye bahsedemiyorum; çünkü Kiralık Aşk benim için gerçekten de bir diziden fazlası. Her cuma akşamı hayatımın üç saatlik pause tuşu, canım sıkıldığımda beni keyiflendiren, istediğim her zaman yanımda olan, son bir buçuk yılımın yareni. Hayatımdaki en ilginç ve kendimi kaptırmamak için uğraş verdiğim ama çabalarımın sonuçsuz kaldığı, şekil 1A delicesine kendimi kaptırdığım serüven. Ve kendimce bir teşekkür etmem gerektiğini düşündüm, bu büyülü yolculuktaki yol arkadaşlarıma, bu büyülü yolculuğun sahiplerine...
 
Benim bu serüvene başlamamı sağlayan, beni televizyonun başına oturtanla başlayayım, baştan bir sıfır geride başladığı aşk hikayesinde (Çünkü yalan söyleyen taraf, kusurlu hareket*) ki dizileri genelde kadınlar izlediği için  ‘esas oğlanın’ aşkının daha etkileyici bulunduğunu düşünürken, esas oğlanların aşkı kadar esas kızların da aşkından etkilenilirmiş dedirten, yıllarca yerli yabancı dizilerde/ filmlerde saflıkla salaklık dengesini kurmaya çalışan ama kuramayan onlarca karakterden sonra bu dengeyi kurup hiç ama hiç ‘oooeef bu da abarttı’ dedirtmeden altmış dokuz hafta boyunca su gibi olan Defne’yi yaşayan/yaşatan, her zaman Defne’yle empati yapmamı sağlayan, Defne’yi çok güzel giyen, ve sahiplenen Elçin Sangu’ya…  (İyi ki!)
 
Venüs (Tabii ki Afrodit değil, Venüs diyecektim. Çünkü Roma mitolojisi çünkü Roma… Roma… Kiralıkçılar iyi bilir.)’ten başlamışken The Zeus’tan devam edeyim. Gözlerinizi kapatın, Ömer İplikçi başka kim olabilirdi diye düşünün, hiç kimse. Barış Arduç’tan başka kimse aklınıza gelmeyecek. Bana altmış dokuz hafta boyunca ‘Yaaae benim olsun’ nidalarıyla izlettiği Ömer İplikçi’yi kimse böylesine sevdiremezdi, benimsetemezdi bana.  O soğuk karlar prensi Ömer’in söz konusu Defne olduğunda adeta marshmallow gibi yumuşacık olmasını, Ömer di Defne’yi, her Türk kızının imrenerek izlediği böylesi ütopik bir karakteri böyle gerçek kılan Barış Arduç’a… (İyi ki!)
 
Sinan’ı başka biri oynasaydı kesinlikle bu kadar çok, çok çok  sevmezdim, sevemezdim. Bundan çok eminim. Bazen iç sesim olan, bu serüvenin neşesi Sinan’ı; oyunuyla, profesyonelliğiyle gözlerimizi dolduran (Gerçek ve mecazi anlamda, final zamanı attığı selfielerle de doldurmuşluğu var.) Salih Bademci’ye… (İyi ki!) *İtiraf, mutlu uyandığım sabahlar, BuenooossDiaaaaass diye bağırarak başlıyorum güne. Bu da Sinan’dan bana kalan bir alışkanlık olsundu artık.
 
Hayatımda da tıpkısının aynısı olsun istediğim, ilk bölümden son bölüme kadar hiç ama hiç (Nöro’yla olan ‘bağzı’ sahneleri hariç ) sıkılmadan izlediğim, kahkahalar attığım Korişim, NumberOneımı canlandıran, bir fenomen haline getiren,  adeta yaşatan Onur Büyüktopçu’ya… (İyi ki!)
 
Onur Büyüktopçu’ya ekstradan bir teşekkür daha etmem gerekiyor, cast seçimi için. Elçin Sangu & BarışArduç ikilisi benim izlediğim, izleyebileceğim en en güzel partnerlik. (Yazar burada bizim Hollywood’dan bir eksiğimiz yok, neden bir Jennifer Lawrence & Bradley Cooper ve veya EmmaStone & RyanGosling ikilisi gibi bir ikili olmayalım ki diyor, birilerinin kulağına su kaçırmak istiyor, bence çok mantıklı! ) Bu seçim için de en kocamanından…
 
Neriman’ın ‘bağzı’ uzun sahnelerinde sıkıldığım için kendimden utanma nedenim olan, zaman zaman oynaması ve izlemese zor olan Neriman’ı ki bence Neriman gibi bir karakter, bir seyirci tarafından istenmezdi ama seyirci hiçbir zaman Neriman’ı bu hikayeden soyutlayamadı, gitsin istemedi bunun tek nedeni de Nergis Kumbasar bence.  Oyun gücüyle, güzelliğiyle, asaletiyle  (Ki bence Nergis Kumbasar asaleti ayrı bir parantezi hak ediyor^^ her zaman Kiralık Aşk’ın başına gelmiş en güzel şeylerden biri diye düşünürüm) Neromuz olan ve onsuz hikayeye devam etmenin aklımıza bile gelmediği (Neriman’a en kızdığımız hatta nefret ettiğimiz zamanlarda bile hiç aklımıza gelmedi.)  Nergis Kumbasar’a… (İyi ki)
 
Yaşadığı mutasyon beni bir hayli şaşırtsa da, bu oyunda en az Neriman kadar onu suçlasam da hiçbir zaman tepki koyamadığım Necmi’yi canlandıran, finalde de aramızda olsaydı dedirten, son çekim günü ekiple gelen fotoğrafında orada olduğu için mutlu olduğum Levent Ülgen’e …(İyi ki!)
 
Serüvenimizin Eros’u dediğim, oklarıyla değil de zamanında yaptığı konuşmalarla biz Kiralıkçılara derin derin nefes aldıran, iki ellimizi çenemizin altında birleştirmiş bir şekilde heyecanla oturduğumuz yerde adeta zıplayarak, yaptığı konuşmadan sonra gelecek Defne & Ömer sahnelerini dört gözle bekleten, bir buçuk yıl boyunca nikah şahidi olmalı diye ısrar ettiğim Şükrü Abimiz, canımız Şükrü Abimiz İsmail Karagöz’e…(İyi ki!)
 
Kendilerinden çekirdek team diye bahseden,  ilk bölümlerdeki favorileriyle beni benden alan :),  Defociğimin akıl hocası, Ömerciğimin ‘dostu’, bütün bu serüvenim boyunca mutlu olmasını istediğim has Beşiktaşlı (Çünkü tam futbol hayatına profesyonel olarak başlayacakken sakatlanıp, başlayamamasının en büyük açıklaması bu bence!) İsocuğum Kerem Fırtına’ya…Tatlı mı tatlı, beni çoğu zaman güldüren, orijinal fikirlerinin yanında zevzekliği ve bazı zamanlarda beni hayli şaşırtan tepkileriyle zeki mi değil mi bir türlü karar veremediğim Nihancığım Sanem Yeles’e… Bir abi olarak değil, bir insan olarak açtığı bir derde nasıl bu kadar vurdumduymaz olabilir bir insan dedim bir buçuk sene boyunca, ama Defne’ye karşı hiçbir zaman arabeskleşmeyen, Serdar’ı  totale baktığımda iyi bir abi olarak hatırlamamı sağlayan Osman Akça’ya… (İyi ki x 3)
 
Çocukluğumda çok severek, kahkaha atarak izlediğim ve hatırladığım Baskül Ailesi’ndeki Gürbüz’ü Kiralık Aşk’ta görünce çok sevinmiştim. Bir de Sadri Usta’nın hepimizi etkileyen sözleri, tatlım çocuklarımın arasındaki rüzgarı ilk onun fark etmesiyle, Ömer’in ilk onunla paylaşmasıyla serüvenimizin kilit taşı olan, her daim gülümseterek ve acaba bu sefer ne diyecek diye izleten Sadri Usta’mız, Ayberk Atilla’ya…  (İyi ki!)
 
Mekanı cennet olsun. Başımız sağ olsun. Üzerine nurlar yağsın.
 
Tecrübeleriyle ve varlıklarıyla bize güç veren, güzelliğimize güzellik katan biricik anneannemiz Hikmet Körmükçü’ye ve Neriman’ın her daim korktuğu ama bize hep minnoş gelen, zamanında yaptığı hataların farkında olan, af dilemeyi bilen insanları hep sevmişimdir, Hulusi İplikçi Ferdi Merter’e…(İyi ki!)
 
Ömer’le birkaç sahne daha olmasını istediğim beklediğim, ekmekarası Melisa Giz Cengiz’e, ikinci sezonun en güzel rengi olan, her sahnesinde beni benden alan, yanaklarını ısıra ısıra sevmek istediğim (Maşallah.) minik İso’muz Ege Gezi Kaynar’a…(İyi ki!)
 
Her daim beni gülümseten, oyununa hayran kaldığım, Kiralık Aşk’taki en güzel renklerden  Derya’ya hayat veren Selin Uzal’a… (İyi ki!)
 
Ve işin mutfağı kamera arkasına, görmediğimiz esas kahramanlara…
 
Bize harika bir dünya kuran, hatta kiralıkçılar arasında hep konuşulur ‘ilk 20 bölüm’ lügatını sağlayan, Metin Balekoğlu’na ve ekibine… Bir zamanlar Vodafone Arena inşaatını takip etmemi bile sağlayan, işindeki yeteneği ve özverisiyle beni kendine hayran bırakan Bekir Toplar’a… Ekibinin huzurla ve mutlu bir şekilde çalışmasını sağlayan, bu huzurun ekrana yansıdığına inanıyorum,  bize şahane sahneler bırakan ve Kiralık Aşk’la ilgili en büyük isteği hep çok güzel hatırlamak olan bana, bu dileğimin gerçek olmasında emeği büyük olan Şenol Sönmez’e ve ekibine…  (İyi ki!)
 
Tüm emekçilerimize (Ne diyorduk, EMEKÇİLER OLEEEY EMEKÇİLER OLEEEY) bizimle devam eden, bir süre sonra yollarımızın ayrıldığı, serüvenimize sonradandahil olan herkese, kısacası hayatının bir dönemine Kiralık Aşk’ın dokunduğu herkese, emek veren herkese kocaman teşekkürler. Herkesin emeğine sağlık, gönlüne bereket. İyi ki!
 
Bu arada bir teşekkür de çok güzel bir buçuk yıl geçirdiğimiz, ortak sevinçler, kızgınlıklar, öfkeler paylaştığımız Kiralıkçılara. Çok güzel sevdik. Çok sevdik. Bu serüvenimi sizle paylaştığım için de çok mutluyum. :)
 
*Seyit Ali Aral.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER