Başta Nayino olmak üzere Karadeniz’in
en yürek ağrıtan türkülerinden bir playlist yaptım, oturdum bilgisayarın
başına. Şimdi size “Geç oldu ama güzel oldu, iyi ki bulmuşum.” dediğim bir
hikayenin nasıl elimden alındığını anlatacağım.

Ne demişti Baltacı? “Can olayim canuna, sar bana kollaruni…”
Diğer Yarım'la tanışmam tam
olarak 12. bölümde Koliva'nın konuk gelmesine tekabül ediyor. Fonda Yüksek Dağlara Doğru çalarken Poyraz'la
Zeynep'in sarıldığı ana vurulmuştum. Sonra Zeynep'i tanıdım, Sabri Hoca'yı,
Devran'ı, Afet'i... En çok da Poyraz'ı. Durun ama ona daha var, biraz reyting
işini konuşacağız.
Reyting dediğimiz; aslında kimsenin aklının tam olarak aldığına
inanmadığım, ama özetle iki bin deneğin sizin televizyonda ne izleyeceğinize
karar verdiği bir sistem. Bazen bu sisteme kafa tutup ayakta kalan işler
çıkıyor önümüze fakat genelde istisnalar kaideyi bozmuyor, bir gün bir
bakıyorsunuz sevdiğiniz dizi pat diye kalkmış yayından. Pat diye kalkmasa bile Diğer Yarım da bu kaideye yenilen
dizilerden biri. Vakitsiz gelen finali reytinge bağlıyorum çünkü gerçekten
artık sevdiğim dizinin vedasının altında art niyet aramaktan, sebepleri
didiklemekten yoruldum.
Dün akşam ekran yolculuğunu tamamlayan Diğer
Yarım, görüp görebileceğiniz en ferah işlerden biriydi aslında.
Anne-babaları ayrıldığı için 20 yıl birbirlerinden habersiz yaşayan ikiz kız
kardeşler üzerinden, İstanbul'un iki yakasının kavuşma hikayesini anlatmak için
yola çıkmıştı. Senarist Eda Tezcan; farklı olanı sevmenin mümkün olduğu,
herkesin herkesi olduğu gibi sevdiği bir dünya kurmuştu. Diğer Yarım, birbirinden tatlı ve eğlenceli karakterleriyle ve
tertemiz gidişatıyla seyirciye ilaç gibi gelmişti. Yaz sezonunda reyting
listelerinde kendine rahat rahat yer bulunca, hikaye yeni sezona taşındı. Geçen
sezonun sağlam işleri bir bir geri dönerken Diğer
Yarım'ın ekrana tutunması kolay olmadı. Ama senaryo biraz şekil değiştirdi,
yeni hikayelerle dizinin ömrü uzatıldı ve Diğer
Yarım yıkılmadan yoluna devam etti. Daha doğrusu devam ediyordu, ta ki Atv
büyük vaatlerle tanıtımını yaptığı Beyaz
Karanfil için diziyi Cuma akşamı pt2'ye itene kadar. İşte çarşı tam olarak
burada karıştı. Zaten Beyaz Karanfil'in
ilk bölümü yayınlanacağı için bir hafta ara veren dizi bir anda Pazar akşamına
taşındı. Hal böyle olunca, sosyal medyadan yayın gününü takip edemeyen seyirci
diziden koptu. Bir hafta pt1, bir hafta pt2 derken olan oldu, bu hikayeye
kapının önü göründü. Benim aklım kanalların yayın politikalarına da, reyting
sistemine de ermez. Atv bu anlattığım sebeplerden ötürü mü diziyi yayından
kaldırdı, yoksa zaten kaldıracağı için mi bu sebepleri yarattı, onu da bilmem.
Bildiğim tek şey, Diğer Yarım gibi
bir projenin bu muameleyi hak etmediği. Ama zamanında ne vedalar gördüm, zaten
yoktular. O yüzden diziye bir finali çok görmediği, bize iyi kötü bir veda
fırsatı verdiği için nankörlük etmeyip Atv’ye teşekkürlerimi sunuyorum ve
geçiyorum hikayenin kahramanlarına. Çok mutluluk, çok hüzün, çok teşekkür
biriktirdim dün gece.

Niye bilmiyorum, hep çok babacan bir adam olduğunu düşünmüşümdür. Tam bir
hoca gibi Cem Tabak.
İlk teşekkürüm Cem Tabak’a... Son zamanlarda hep onun kaptanlık yaptığı
işleri izliyorum. Beni Böyle Sev’i
önce ben izlemeyi bıraktım, sonra o yönetmeyi; Diğer Yarım’da da önce o koltuğu Veli Çelik’ten devraldı, sonra ben
geldim. Resmen ayrılamıyoruz. Ama böyle iyi. Yüreğine sağlık Cem Hocam,
bakarsın bir sonraki projeyi yine oturup senin gözünden izlerim :)

Dizi hakkında en çok sorulan sorudur herhalde: “Aa aynı kız mı bunlar??”
23 bölüm boyunca iki kızı da O’nun oynadığını bildiğim için karakterlere
odaklanmakta değil, aksine, Esma’yla Zeynep’i bu kadar net ayırdığı için ikisinin
de O olduğuna inanmakta güçlük çektim. Hala da ayrı insanlarmış gibi geliyor.
Zeynep’in hırçınlığı da Esma’nın sakinliği de üstüne çok yakıştı. Bir teşekkür
de Gonca Sarıyıldız’a gidiyor, yolu açık olsun. :)

Severek ayrılmak ne demek, hepimiz çok iyi biliyoruz artık.
Ruhi Sarı’yı çok özlemişim. Devran, severek izlediğim karakterlerin başında
geliyordu. Ruhi Sarı’nın on numara şivesi, dünya tatlısı gülüşü ve içtenliği
Devran’ın güzelliğine güzellik kattı. İzlemeye doyamadım, o yüzden çabuk
dönmesini umuyorum. Eda Çatalçam için de geçerli bunlar. Afet’in saf
sevinçlerini, masumiyetini özletecek bir performansı vardı. Finaldeki dans
sahnesinde ciddi ciddi ağladığını, Ruhi Sarı’nın da hakikaten ağlamamak için
kendini zor tuttuğunu düşünüyorum. O gerçekliğin başka bir açıklaması yok.
Bunların dışında Sait Genay’a haftalarca güldürüp en son böğrüme
gözyaşlarını sapladığı için; Gülen Karaman’a gözümdeki “Kavak Yelleri’ndeki Deniz’in annesi” imajını silip Uy Asiye’yle
evimi şenlendirdiği için; Cihat Süvarioğlu’na İsmet’in güzel dostluğunu,
tertemiz kalbini ve finduğuna olan sevdasını böyle güzel yansıttığı için; Yamaç
Telli’ye günden güne Tarık’ı daha çok sevdirdiği için; Nevra Serezli’ye de “cahil”
tonlamasında İlber Ortaylı’ya tur bindirdiği için teşekkür ediyorum. İpek
Tuzcuoğlu mu? Sanırım ona hiç eskimediği için teşekkür edeceğim. Onu ilk kez Asmalı Konak’ta izledim, 12 yıl geçti
üstünden. İnsan hiç mi yaşlanmaz yahu? :)

Bence “İki Güzel Adam” adında bir spin-off çekelim şunlara. Bomba olur.
Ve geliyorum bu hikayedeki en büyük iki kazancıma: Murat Garipağaoğlu ve
Alican Albayrak. Kimin fikriydi, nasıl akıllarına geldi bilmiyorum ama bu
ikilinin Sabri ve Poyraz’ı oynamasında emeği geçen kim varsa hepsine
minnettarım. Böyle bir baba-oğul izlemeyeli çok olmuştu. Bazen anlaşamadılar,
çok didiştiler ama her zaman yüreğimizi titretmenin bir yolunu buldular. Şimdi
en çok onlar özlenecek. Ne zaman önüme makarna konsa o makarnalar bık bık
edecek ve saçma sapan güleceğim. Sonra bir anda hüzün vuracak, tıpkı Sabri’yle
Poyraz’a yemek masasında vurduğu gibi. Keşke onlar konuşsa, dertleşse de biraz
ağlaşsak diyeceğim. Yokluklarına alışmak biraz zaman alacak sanıyorum. Murat
Garipağaoğlu gördüğüm en pamuk kalpli, en imam gibi imama can verdi. Dünyanın
en güzel babası oldu. Gözlerinden hiç kaybolmayan buruklukla, utangaç
gülüşleriyle, çocuk gibi kızgınlıklarıyla gönlümün sağlam bir köşesinde yer
tuttu. Poyraz’a gelirsek; bende ne kadar önemli olduğunu sayfalarca yazsam
anlatamayacağım galiba. Biri yazdı biri oynadı, iki İzmirli en has Karadeniz
uşaklarından birini yarattı. Alican Albayrak yıllardır gözümün önünde olmasına
rağmen kimdir nedir diye hiç bakmadığım için beni bin pişman etti. Geç bulmuş
olabilirim ama bırakırsam kalbim kurusun. Neşesini, coşkusunu bizden hiç esirgemesin.
Bombalara kafa atmaktan hiç vazgeçmesin. Çabuk dönsün, özletmesin.

Ay resmen oğlumu evlendirmiş gibiyim. Oralarda bir yerlerde bir Devlet Ana olacak, o benim işte!
Dün gece, hiç bitmesin istediğim güzel bir masalın son sayfasını okudum. Diğer Yarım, benim için sürpriz yumurta
gibiydi. Hiç beklemediğim bir zamanda, hiç beklemediğim bir sıcaklıkla çıktı
karşıma. Ötekileştirmenin her türlüsüne karşı olan bana, öteki kavramının var
olmadığı bir hikaye sundu. Ben bu hikayeden her hafta yeni dersler çıkardım,
yaratılanı yaratandan ötürü seven bu karakterleri hep gülümseyerek izledim.
Sabri Hoca’nın kalbi kırıldıysa onunla beraber üzüldüm, Poyraz neşelendiyse ben
de onunla coştum, Zeynep ağladıysa bir damla yaş da benim gözümden aktı. Bu
kadar içselleştirmem ne kadar sağlıklı bilmiyorum tabi, ama ben onları kendi
mahallemin bir parçasıymış gibi sevdim. Behçet Bey Dede bizim mahallenin huysuz
ihtiyarıydı mesela. Poyraz o çok sevdiğimiz, bizi koruyup kollayan abimizdi.
Esma’yla Emine kapının önünde çekirdek çitleyip dedikodu yaptığımız
arkadaşlarımız, Zeynep Hanım’sa üst sokaktaki köşkte kedileriyle yaşayan huysuz
ve tatlı kadın… Hepsi bizim kadar gerçekti. Diğer
Yarım, bu yüzden bu kadar güzeldi.
Eda Tezcan ve yol arkadaşı Gülbike Sonay Üte’ye yüreklerinden dökülen bu
güzellikleri bizimle paylaştıkları için; beni daha güzel bir dünyanın mümkün
olduğuna inandırdıkları için; arada üzseler de kızdırsalar da sonunda muhakkak
gönlümü aldıkları için; gurur yapıp görmezden gelmektense, eleştiriyi de övgüyü
de dikkate alıp hareket etmeyi bildikleri için; Nayino’ya bir türküden, bir
kelimeden çok daha fazla anlam yüklememi sağladıkları için; Kız Kulesi’yle
Galata’nın mutlu sonuna imza attıkları için; Karadeniz’i en az biz
Karadenizliler kadar iyi anladıkları için minnettarım. Tahmin ettiğinizden daha
çok şey kattınız hayatıma. İyi ki varsınız.
Gelelim finale… Poyraz, Dursun Dede ve Zeynep yürürken set ekibinin kadraja
girmesiyle mutluluk gözyaşlarım yerini hüzne bıraktı son sahnede. Ekip bize el
sallarken onların yürümeye devam etmesi, oyundan çıkmamaları çok ince, çok
güzel bir detaydı. Bize hikayenin görünen kısmının son bulduğunu, ama onların
yollarına devam ettiğini gösterdi. Geçenlerde Alican Albayrak, dizi bitince
sadece yayının bittiğini, Zeynep’le Poyraz’ın hep mutlu kalacaklarını
söylemişti. İşte o an, resmen bu sözlerin kanıtıydı. Çok özeldi.
Şimdi gerçekten veda vakti... Diğer
Yarım maceram burada son buluyor. Bana bunca güzelliği yaşatan, bu dizide
emeği geçen, bir şekilde bu işin ucundan tutan herkese sonsuz teşekkürler. Yeni
masallarda, yine tertemiz sevdalarda buluşmak dileğiyle… Kendinize çook iyi davranın!
:*
Not: “Ee bundan sonra ne yapacaksın?” derseniz, bir süre Paşabahçe’de
Nayino’ya doğru oturarak denizi seyredeceğim. Belki gelmeyecek gemilere de el
sallarım oradan… Tamam tamam, biliyorum. “O gemi, kesin gelecek bir gün!”