Tiyatronun insan hayatına en çok yaklaştığı, en çok faydalı
olduğu, bir anlamda “özü” komedidir kişisel fikrimce. Zira, son dönemde Türk
tiyatrosunda trend olan “Karımı metresimle yatakta bastım, dayım elinde defne
yaprağıyla onları serinletirken icra memurları evi bastı ve çok komik şeyler
oldu.” formatlı, içinde bol ünlü ve az manken barındıran, Türk insanının canlı
ünlü görme hevesinden nakit üreten -I see dead ünlü!- oyunları bir tarafa bırakırsak,
komedi tiyatrosu önemlidir, zira çoğu kez, ancak gülersek katlanabileceğimiz
acılarımızı yüzümüze vurur.
Moda Sahnesi de bu
tarz oyunları oynamayı oldukça seviyor. Gülerek izlediğimiz, ama gülme bitince
“Olm adamlar haklı lan.” dediğimiz oyunları. Yeni oyunları Bir Başkadır A. da,
bu sefer acının merkezi ölümü koymuş merkezine. Lakin, yüzümüze vurduğu farklı
bir mesajla: Bu sefer, gülmeden kaldıramadığımız şey ölümün bizzat kendisi
değil, ölümün ne kadar da az umursandığı, ve hayatın ne kadar kolay devam
ettiği.
Oyun Moda
Sahnesi'nin klasiği olarak Kemal Aydoğan yönetiminde ve Bengi Günay'ın sahne
tasarımıyla sahnelenmiş. Moda Sahnesi, tasarım olarak oldukça minimal bir çizgi
kullanıyor. Açıkçası zaman zaman bunun zaten tiyatrolar finansal manada zor
zamanlar yaşarken maliyet odaklı bir yaklaşım olduğundan huylansam da, çok iyi
ve zekice çözümler buldukları ortada çoğu kez. -Muhakkak kendilerine sorarsanız
dekorun metnin üstüne çıkmaması gerektiği için böyle bir yol çizdiklerini
söyleyeceklerdir, ama ben Kemal Hoca’yla oyun sonu ufak sohbetimizde cesaret
edip soramadım. :) Fikirler yenilikçi peki çalışıyor mu? Oyundan oyuna
değişiyor kişisel fikrim, örneğin Hamlet'te sahnesi olmayan oyuncunun
kendi tabutunda beklemesi kendi adıma izlediğim Shakespeare eserlerinde
gördüğüm en iyi fikirlerden biriyken, Torun İstiyorum'da basit bir ev
dekoru kurmak yerine evi tebeşirle çizmek zaten yorucu bir metne pek de hizmet
etmemişti.
Nereye
bağlayacağım? Bir Başkadır A.'da, salona girdiğinizde girişte olay yeri
şeridi ile sınırlanmış bir bölümde oyuncular karşılıyor sizi, bu sayede bir
cenaze evine geldiğiniz farkediyorsunuz. Allah rahmet eylesin A! Ve çok iyi bir
giriş. Gerçi, bir kısım seyirci çözemedi mevzuyu “Ay ne tatlılar ya, oyuncuları
kapıda karşılayıp tokalaştılar.” durumu oldu. Ama tasarım ve fikir çok iyiydi.
Girişte bizi
karşılayanlar A'nın babası Pheres, kocası Gerd, en yakın arkadaşı Nina ve
kocasının arkadaşı Bongo. Sırasıyla usta oyuncu, Türk dizi sektörünün bir
numaralı babası, özellikle de “çakal baba” rolü varsa, aranan tek ismi Metin
Çoşkun, Emre Çaltılı, Deniz Elmas ve Bülent Aksu tarafından canlandırılıyorlar.
A rolünde ise Kübra Kip var. Bu arada belirtmeliyim ki Deniz Elmas Kübra Kip'in
neşeli kız kardeşi gibi görünüyor dış görünüş olarak. Cenaze evinde, kendini
yakarak öldüren A.'nın kayboluşuna , ölümüne ve en yakınlarının düşündüklerine
tanık oluyoruz. Hikayenin ilerleyen kısmında A.'nın da katılımıyla , aslında
hepsinin A'sının kendi süzgeçlerinden geçirdikleri bir A. olduğunu, ve gerçek
A.'nın da bu A'ların tamamından farklı olduğunu ve süzgeçlerin de aslında ne
kadar taraflı olduklarının hikayesini izliyoruz.

Andreas Sauter ve
Berhard Studlar tarafından yazılan metin aslında çok evrensel. Hatta o kadar
evrensel ki, her cenaze evinde karakterleri görebilirsiniz. Kafanızda hayal
edin: Yasta bir baba, acılı ama vakur durmaya çalışan, organizasyonu yapan
koca, günlük koşuşturması böyle bir şeyle bölündüğü için kızgın ama görevini
yapmak zorunda olduğunun farkında arkadaş ve ayıp olmasın diye gelmiş, bir
yandan pilava abanan, diğer yandan belediye cenaze hizmetlerinin getirdiği pide
ayranı överken abuk subuk espriler yapan neşeli dayı- enişte. Buradaki tek fark
neşeli eniştenin yerini kocanın arkadaşı almış. Hatta çok açıkça, oyunu
isimleri yerelleştirip, 5. sandalyede dua etmek dışında bir repliği olmayan
sabit bir imamla uyarlamak daha etkili olur muydu diye düşünmedim de
değil. Abuk bir ortam, hepsi bir
taraftan A'yı anarken aslında oyun geçtikçe farkediyoruz ki, dertleri A'yı
anmak değil, A ile olan ilişkilerinde kendilerini aklamak. Şunun gibi bu,
anlatması zor, acı çekmek istemiyorlar ama acı çekmiş olmayı istiyorlar. Yani,
acı çekmiş olmanın erdemine sahip olmak istiyor bütün karakterler. Görüntü
itibariyle, tek umursadıkları şey A.'yı biran önce gömüp hayatlarına devam
etmek. Ama bir taraftan da, A.'yla iyi olduklarına inanmak istiyorlar, bunun
yolu da A.'nın ölümünün arkasından acı çekmek.
Gerçek A. ise, anlatılandan çok farklı. Bu nedenle de, yavaş yavaş
çevrede yolunu kaybediyor, yanlış yollara gire gire, bir süre sonra aslında
yanlış yolda, doğru yolu bulamayacak, bulsa da geri dönemeyecek kadar ilerlemiş
olduğunu farkediyor. Bir olmamışlık var A'da, bir sığamamışlık var sosyal
hayatına. Gitmek istiyor, ama bir türlü gidemiyor da. En kötüsü yani, bir
sığamamışlık var , ve kimse farketmese de A. bu sığamamışlığın farkında. Diğer
bir Alman oyunu olan Torun İstiyorum'un aksine, oldukça dolaylı bir metin.
Zaman zaman çok net, değerli tespitler içeriyor, ama sanki totalde bir duruş
eksikliği var, oturaklı bir duruş yok, kıymetini ara ara verdiği parlak
sekanslar, doğru tespitlerle buluyor oyun. Düşünürseniz anlayacağınız iyi
noktalar var, ama o kadar da üstüne düşünülecek bir metin olup olmadığı
konusunda kararsızım, biraz da çabuk kotarılmış finali nedeniyle.
Ne güzel
komşumuzdun sen A. abla!
Oyunculuklar
konusunda, açıkçası son birkaç oyunda Moda Sahnesi'nin kadın castından çok
memnun değildim, ama oyunda kritik
karakter A., kişisel fikrimce ekibin en iyi kadın oyuncusu Kübra Kip'e teslim
edilmiş ve çok iyi bir tercih olmuş. Huzur veren bir sakinliği var Kip'in
oyunda, dans ederken, şarkı söylerken bile o sakinliği görüyorsunuz. Aslında, Hamlet’te
oynadığı Ophelia'ya benzer bir sığamamışlığı, bulunduğu yeri benimseyememişliği
yaşıyor A., ama burada Ophelia ne kadar ürkek, ne kadar edilgense, A. aksine o
kadar kendine güvenli, ne olduğunun farkında. Burada hakkını vermek lazım, aynı
duyguya sahip 2 karakteri birbirinden ayrıştırmak zordur, Kübra Kip başarıyla
altından kalkmış. Metin Coşkun yalsı baba rolünde inandırıcı, ama onun için
açıkçası çok da kendini zorlaması gereken bir rol değil. Emre Çaltılı ve Deniz
Elmas da iyiler.
Tek itiraz
edebileceğim performans Bülent Aksu'nun Bongo performansı oldu. Tamam metin
evrensel ama yine de karakteri çok fazla Türk işi buldum kılığından
performansına. Yani karakteri kesip, “Türk müziğinin güçlü sesi Hayati bu
perşembe ve her perşembe Kayseri Star Taverna’da” diye reklam yapsak, çok
farkedilmez, o derece. Metni okumadım, belki ben yanılıyorumdur, ama metnin bu
kadar geniş bir performans gerektirdiğinden çok emin olamadım. Gerçi, burada
bir noktada bir not iletmekte fayda var, başka bir oyunla alakalı konuşurken
yönetmen Kemal Hoca ısrarla “Metin bunu gerektiriyor muydu? diye soruyorsan
gömeceğin adam oyuncu değil bizzat benim.” diyordu, o nedenle çok da kesin
yargılara varmak istemiyorum. :)
Velhasıl efem, Bir
Başkadır A. iyi oynanmış ve iyi sahnelenmiş bir oyun. Evet çok güçlü bir
başyapıttan bahsetmiyoruz, ama 60 dakikada daha iyi vakit geçirecek bir şey
bulamayacağınızdan emin olacağım kadar iyi bir oyun. Gidin.