Jeff Nichols: Loving'de gerçek bir hikaye anlatıyoruz!

Jeff Nichols: Loving'de gerçek bir hikaye anlatıyoruz!
Bizden değerli olmasınlar, pek değerli Amerikalılar'ın kendilerine başkan olarak layık gördüğü Trump'ın ırkçı söylemlerine tam gaz devam ettiği bir ortamda, tarihin farklı dilimlerinden, gerçek ırkçılık hikayelerinin konu edinildiği filmler birbiri ardına gösterime girmeye devam ediyor. Amerika'da geçtiğimiz günlerde seyirciyle buluşan, Jeff Nichols'un yönettiği Loving de bunlardan biri. 1958 yılında Virginia'da başlayan hikaye, beyaz Richard Loving'in, Afro Amerikalı Mildred ile evlenmesiyle, çiftin başına gelenleri ve Amerikan'ın ırkçılık karşıtı savaşına yaptıkları katkıyı anlatıyor.

1950'lerde Virginia'da beyazlarla siyahların evlenmesi yasaktır ve bu yasağın bilincinde olan Richard- Mildred Loving çifti, Washington'da evlendikten sonra, hayatlarına devam etmek üzere Virginia'ya dönerler. Ne var ki, evlilikleri nedeniyle önce hapse atılır, sonra da mahkemeye çıkarılarak 30 seneliğine Washington'a sürülürler. Orada üç çocuk sahibi olan çift, bir süre sonra evlerine geri dönmek ister ve Virginia'da kuş uçmaz kervan geçmez bir arazi üzerindeki evlerinde, ailelerinden başka kimseyle görüşmeden, üç çocuklarıyla gizli saklıyaşamaya başlar. Irkçıllık karşıtı hareketle ilgilenen genç ve bir o kadar tecrübesiz bir avukatın kendileriyle temasa geçmesi sayesinde, Virgina eyaletine dava açarlar ve bu dava, Loving v. Virginia adıyla Yüksek Mahkeme'ye kadar taşınır. 1967 yılında sonuçlanan ve Amerikan halkının hala hatırladığı bu dava sonucunda da, ırklar arası evliliği yasaklayan kanun, anayasaya aykırı bulunur ve bundan sonra, ırklar arası evlilik yapan herkes için hayat bir nebze olsun kolaylaşır.

Gösterim sonrası, filmin yönetmeni Jeff Nichols ve başrol oyuncuları “Animal Kingdom”dan hatırlayacağınız Joel Edgerton ile tiyatro oyuncusu Ruth Negga, tamamen gerçek hikayeye bağlı kalınarak çekilen filmle ilgili soruları cevaplamak üzere bize katıldılar. Söyleşiye geçmeden önce tuhaf bir durumdan bahsetmek istiyorum: Yönetmeninin deyişiyle, “sapına kadar Amerikalı” hikayenin iki başrol oyuncusundan birinin Avustralyalı, diğerinin de İrlandalı olması ve her Amerikalı olmayan oyuncu gibi baştan sona son derece inandırıcı aksanlarını korumaları, hem ironik, hem de rolün gerçekten hak eden kişiye verilmesiyle ilgili güzel bir durum.



Jeff Nichols, herkesten önce Ruth Negga'nın işe alındığını söylüyor.

“Ruth da benim gibi Mildred'in belgeseldeki (The Loving Story) duruşunu, konuşmasını hatmetmişti ve seçmelere geldiğinde tamamen onun gibi hareket ediyordu. Benzerliğe inanamamıştım. Replikleri bitirdiğinde, tebrik etmek için yanına gittim ve bir anda İrlanda aksanıyla konuşmaya başladı. Ondan o kadar etkilenmiştim ki, kararımı değiştirmek için çok geçti. Joel'le daha önce başka bir filmde daha çalışmıştık ve orada da bir Teksaslı'yı canlandırmıştı. Richard Loving rolünde de, sadece aksanı değil, onun spesifik konuşmasını hakkıyla yapabileceğine emindim.”

Joel Edgerton, çekimlerden bir sene önce Ruth'la tanıştıklarını ve ilk andan itibaren kimyalarının uyuştuğunu söylüyor. İki oyuncunun da Loving çiftiyle ilgili belgeseli defalarca izleyip, canlandıracakları karakterleri derinlemesine incelemelerinin buna büyük katkısı olmuş. Jeff Nichols, senaryonun ve hikayenin doğası gereği, iki oyuncu arasındaki kimyanın, filmin başarısında büyük rol oynadığını belirtiyor.

Ruth Negga, senaryoyu okuduğu anda, böylesine büyük öneme sahip bir hikayenin parçası olmaya karar vermiş. Mildred Loving'in konuşmasının, duruşunun ve hiç de aklından geçirmediği halde, kendini ırkçılık hareketi karşıtı savaşın bir parçası olarak bulmasının çok etkileyici olduğunu belirtiyor.

Cannes Film Festivali'nde gösterildiğinde büyük yankı uyandıran filmin, dağıtımcı bulma konusunda pek zorlanmadığını söyleyebiliriz. Yönetmen Jeff Nichols, filmin montajını yaparken, olayların hiçbir zaman kırılma noktasına ulaşmadığını farketmiş.

“Bir anda farkettim ki, bu, öyle bir film değil. Gerçek bir hikaye anlatıyoruz ve gerçek hayatta dramatik kırılma noktaları olmayabilir. Ben de filmi böyle kabullenip, montajında önemli değişiklikler yapmadım.”



Salondaki seyircilerin büyük bölümünü hüngür hüngür ağlatan filme, ki onlardan biri olduğumu söyleyemeyeceğim, 70 yaşını aşmış izleyicilerin tepkisi çok daha farklı oldu zira birçoğu bu ünlü davayı hatırlıyordu. Filmin başka bir açıdan, ağır bir mahkeme draması olabileceğini belirten seyircilerden biri, Jeff Nichols'a neden bu hikayeyi bir aşk hikayesi olarak yansıtmayı seçtiğini soruyor.

“Belgeselde bu konuların çoğu zaten işlenmişti. Bir de Loving çifti, davalara bile girmemişti. Bunu da göz önüne alarak, ana karakterlerin hikayesine ara vererek, bir anda egzantrik avukatların hikayesine odaklanmayı doğru bulmadım. Bu konuda okuyabileceğim her şeyi okudum ama yine de mahkeme kısmını, filmin merkezine koymak istemedim. Herhangi bir dava söz konusu olduğunda, bazen konuya o kadar kendimizi kaptırıyoruz ki, olayların ortasında bulunanların insan olduğunu unutuyoruz. Loving çiftinde de durum böyleydi; topluma mesaj vermeye ya da aşklarını kanıtlamaya çalışmıyorlardı. Gerçi olayın sonucuna bakıldığında, davanın daha büyük bir amaca hizmet ettiğini görüyoruz.”

Çiftin çocuklarının akıbeti sorulduğunda, bugün üç kardeşten sadece kızlarının hayatta olduğunu öğreniyoruz. İki erkek çocuk da erken yaşta kanserden hayatını kaybetmiş. Jeff Nichols, dava sonuçlandığında 5 yaşında olan kızlarının davaya dair çok bir şey hatırlamadığını ama çekimler sırasında, anne babasıyla ilgili konularda her zaman onay mercii olduğunu belirtiyor.

Loving'in yönetmeni ve başrol oyuncularına bu bilgilendirici sohbet için teşekkür ediyor, bu önemli çiftin hikayesinin dünya çapında izlenmesini diliyoruz.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER