Dönem dizisi izlemeyi o döneme ışık tuttuğu ve bizi de tanık
ettiği için ayrıca severim, hele ki Kurtuluş Savaşı gibi önemli bir süreci
anlatıyorsa. Oğlumun oyuncu seçmeleri için auditiona gitmesiyle, daha bir erken
haberim oldu Vatanım Sensin
dizisinden. Bu kadar istememe rağmen perşembe geceleri eğitimim olduğu için bir
türlü izleme fırsatım olmadı, ta ki üçüncü bölümün fragmanını görene kadar.
Fragman tek anlamıyla beni fethetmişti. Oturdum ilk iki bölümü izledim hemen.
“Hey Mustafa hiç değişmemişsin. Yolun açık olsun paşam.” Bence bu sahne Halit Ergenç’in
muhteşem oyunculuğuyla beraber Türk televizyon tarihinin en anlamlı, en
dokunaklı sahneler arasına girecek türdendi. Bazen birkaç kelime yeter kocaman
bir şeyi anlatmak için ve de oranın önemini anlamak için. Tıpkı Albay Cevdet
gibi yüzümde tebessümle izledim sahneyi defalarca. Okuduklarım, izlediklerim ve
bildiklerim canlandı kafamda bir kere daha. Açık oldu efendim açık, Türk ordusunun
yolu binbir güçlüğe rağmen muzaffer oldu. Bu ülke tam bir destan yazdı. Selanikli
asker Mustafa, Bandırma Vapuru ile Samsun’a ulaştı ve de zorlu bir mücadele
sonucunda bu vatan kurtuldu.
İnsan seçimler yaparak yürür hayatta. Ya bu ya da bu olduğu
kadar hem bu hem de bu durumuyla karşı karşıya kalır kimi zaman. Bazen
isteyerek, bazen istemeyerek, bazen de mecbur kaldığı için yapar bu seçimleri.
Sonucu göze alır kimi zaman ya da süreci yaşamak zorunda kalır, sonucu hesaba
katmadan. Kendiyle beraber sevdikleri de bu tercihlerden payına düşeni yaşar.
İşte Albay Cevdet bir vatan sevdalısı olarak böyle büyük bir görevi üstlenir,
bilerek isteyerek. Vatan haini olarak hizmet eder vatanına tüm sevdiklerinin
kalbini sökerek. Hakikati tek kendisinin bilmesi ve bütün bu zorluğa göğüs
gererek hiç ödün vermeden durabilmesi çok büyük bir yürek ister gerçekten.
Düşman safında düşmana dost görünüp, vatan için sevdiklerinin incinmesine neden
olurken dimdik kalabilmek ne yüce gönüllüktür gerçekten. Ailesinin her birinde
ki hayal kırıklığı ile mücadele edebilmek ne büyük fedakârlıktır hakikaten.
Yüreğin bambaşka atarken, dilinin tam tersi konuşmak zorunda kalması ve
inandıklarının tam tersi tepkiler vermek durumunda olması ne acıdır hakikaten.

Eğildin eğileceğin kadar
O denli eğilmişken
Yerlerde sürünen o sancağı almadan kalkma…
Azize kocasının sağ salim geri geldiğine mi sevinsin yoksa
vatan haini olmasına mı kahrolsun? Anacığı oğlunun yaşıyor olmasına mı sevinsin
yoksa sahte mezarının başında ağlamaya devam mı etsin? Hilal, vatan için her
şeyi göze alan gözü kara Hilal, idolü olan şimdilerde ise düşmanın saflarında
görev alan babasını hiç geri gelmemiş mi kabul etsin? Hepsi için ne kadar zor
bir durum.
İki kız kardeş birbirinden ne kadar farklı karakterdeler. Ama
zaten gerçek hayatta da kardeşler böyle değil midir? Biri çok idealist olurken,
diğeri çok vurdumduymaz olabiliyor ya da biri çok düşünceli ve ince bir ruha
sahipken, diğeri daha kendine dönük ve bencil. İşte Hilal ile Yıldız da,
birbirinden bu kadar ayrı iki kişilik. Kendi yollarını çizecekler hayata bakış
açılarıyla. Biri vatanın derdiyle dertlenip gözünde yaşla kahrolurken, diğeri
yaşamın peşine düşecek gündemi umursamadan. Yürüdükleri yollar, çıkacakları
sokakları belirleyecek farkında olsalar da olmasalar da.
Ali Kemal ise nereye ait olduğunu bilmemenin acısıyla
durmadan savrulan bir genç adam. Sahip olduğu aile ona ne kadar kucak açmış
olursa olsun, gerçek ailesini bilmiyor olması onu hep mutsuz edecek besbelli. Hırçın
ve kabına sığamayan bir karakter. Serseri halleriyle bu hikâyenin hep kavgacı
ve arıza tarafı olacak sanki. Sadece Yıldız’a karşı hissettiği duygulara
senaryo da gerek var mıydı bilemedim? Bende hiç oturmayan bu durum hikâyeye
nasıl yansır zaman içinde göreceğiz.
Hasibe Ana olgunluğuyla güçlü, akıllı ve sağlam duruşuyla tam
bir Osmanlı kadını. Gelini ile olan ilişkisi gıpta edilecek cinsten. Cevdet’e
Azize’yi boşamamasını söylemeye geldiğinde, okuma yazma bilmemesine rağmen
mektubu ezber okuması çok güzeldi. Ana yüreğini ve evlat özlemini ne kadar iyi
bir sahneydi. Sembolik mezarın başında Cevdet’in sesine cevap vermemesi, oğlunun
onda öldüğünün altını çizmesi ise yürek parçalayıcıydı. Ah annem be! Gerçeği
bilmeden orda durabilmek tabii ki mümkün değil. Yaşadığından ümidi kestiğin ve
ansızın döndüğünü duyduğun, patlıcanlı börekler açarak karşıladığın oğlunu
düşman üniforması içinde bulmak ölümden beterdir elbette. Ama işte vatan için
akla hayale gelmeyen şeyler de var kaderde.
Yazı devam ediyor..