"-Sen şimdi Defne misin?
-Evet, Defne bir ağaç ismiymiş.
-Evet ama ne ağaç. Bak bir söylenti var; şimdi Apollo onlarca kızın arasında Daphne diye bir kıza aşık olmuş. Çok sevmiş onu ama Daphne ortadan kaybolmuş. Apollo aramış aramış bir türlü bulamamış en sonunda bakmış ki Daphne Defne ağacı olmuş o da aşkından, sevgisinden bahçesine onlarca Defne ağacı dikmiş.
-Ben Apollo'nun Defne'si mi oluyorum şimdi?
-Yok hayır, Ömer'in Defne'si oluyorsun. Sen ona söyle lütfen bir yerlerden rüzgar esmeye başlamış ben onu hissediyorum."
Evet daha ilk bölümde, garson kız Defne ile karşılaştığımız o ilk anda hissettiğimiz Ömer'in Defne'si olma durumu üçüncü bölümden ayan beyan repliklerle bize işte bu dedirtmişti. Birine aidiyet vurgusu ya da birisi için "O benim." klişesi birçoğumuz için irrite edici bir durum olsa da, ya da kadınsal bir dürtü ile "Ne münasebet efenim 21. yüzyıldayız ne alaka yani!" diyerekten ani çıkışlarda bulunma ihtiyacı hissettirse de, ilk bölümden masalsı büyüsüne kapıldığımız Kiralık Aşk serüveninde hiç de yadırgamadığımız hatta alıp bağrımıza bastığımız bir replik oldu. Hepimiz hazırdık Defne'nin Ömer'in Defne'si oluşuna. Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim ki; Ömer'in garson kız "Defne Topal"ın yaka kartını okuyarak kurtarıcı sevgilisi ilan edip, hunharca öpeceği için sürüdüğünün farkında olmadan bileğinden tutup kapıya doğru sürüklemek kaydı ile çekiştirdiği o andan beri hazırım. Ancak bu aşkın iki yönü var ve bir diğer yön de Defne'nin Ömer'i. Başta da belirttiğim gibi hepimiz Defne'nin hikayesine hazırdık, bu onun hikayesiydi. Peki ya Ömer? Defne'nin Ömer'i... İşkolik, Soğuk, mesafeli ve uzak adam Ömer İplikçi. Buzdan şatosunda bile kilitli kapıları olan, Annesinin ve ardından babasını kaybetmesinin acısını dedesine olan öfkesi ile perdeleyen Ömer'in birine güvenme ihtiyacı elbette aheste aheste nakşedilecekti bize. Her ne kadar sükseli bir öpüşme ile bu aşkın kapısı paldır küldür kırılmışsa da bir Ömer İplikçi'nin o kapıyı alıp tamir etmesi hatta üzerine zincirler vurması pek de yabancı olmadığımız bir durum olsa gerek. Ömer'in ilmik ilmik ördüğü duvarlarının Defne tarafından yerle yeksan edilmesi işten bile değildi, belki Neriman tarafından bu kadar yanlış bir noktadan aşka itilmemiş olsaydı. Hepimizin malumu olan iki yüz bin olayını kastediyorum elbette. Hoş, olmasaydı olmazdık. Yani konu dönüp dolaşıp yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar döngüsüne maruz kalıyor. Ancak ben masallara inanmayı tercih eden bir uslanmaz olduğumdan olsam gerek kendimce bu kısır döngüde cebelleştiğimde ayna karşısında, öptüğü ve sonrasında okkalı bir tokat yediği garson kızı anımsayan Ömer'i getiririm gözümün önüne. O Ömer o Manu’ya tekrar gitti arkadaşlar sonrası sizin hayal dünyanıza kalmış. Zira benim paralel evrenimde evli, mutlu, çocuklular.^^ Benim paralel evrenden çıkıp Meriç Acemi'nin günümüz senaryosuna dönersek şimdilerde Ömer'e benzerliği ile "Kalp sevdiğine çeker." mottosunu ziyadesiyle bize ispat eden Defne'nin bir de zamanla kendisine benzettiği Ömer'i var elbette. Masalsı ilk yirmi bölümde en sevdiğim Necmi ve Ömer konuşması (Hatta belki tek sevdiğim.) bize o gelgitlerle dolu süreci şahane bir şekilde özetledi aslında;
"-Defne ile durumlar nasıl?
- Defne biraz.
- Biraz deli, biraz aykırı, biraz nev-i şahsına münhasır he?
- Yani.
- Yani aynı senin gibi ee bir ipte iki cambaz bu yüzden zorlanıyorsunuz biraz.
- Ondan mı diyorsun?
- Ondan diyorum, ayrıca ne düşünüyorum biliyor musun? Yaşadığınız her neyse artık aşk mı, tutku mu, tutulma mı işte bu yüzden çok güçlü.
- Ah Defne ah nerden tutuldum böyle bilmiyorum ki.
- Hazırlıksız yakalandın da ondan."
Ah aşk ah... Hazırlıklı olup olmama işi değildi "Kapıyı kapattığında da gerçek olabilen bir şey." arayan Ömer'in o kapıyı birine değil, gerçek birine açma ihtiyacıydı. Buzdan şatosuna aldanıp sabah kahvaltısının yanına konulan çiçeğe bakıp "Ne bu?" dediğine bakmayın, hele "Sulayacak vaktim yok." dediğine hiç bakmayın. Onun bu çiçeklerle haşır neşir olacak oluşu Defne'nin dediği gibi evinin çok güzel güneş alıyor oluşundan değildi elbette. Defne'nin Ömer'i olacaktı o da. Birine güvenmek, onu arada bir sır perdesi olduğunu bilerek sadece "Defne'nin bir bildiği vardır." diyerek güvenmek pahasına sevecekti. Ne tuhaf, ben saniyeler içinde ilk bölümlerdeki Ömer'i alıp elli küsür haftadır evrildiği tüm yanları ile kıyaslar sonra küçük bir tebessüm ederim. Bunu ekseriyetle falan yaptığım yok elbette sadece zaman zaman kabuğumu kırıp hayata tek bir noktadan bakmama ihtiyacı hissettiğim anlarda yaparım. Bizi mutlu eden her neyse onun hayatımızın bir noktasında mutlaka karşımıza çıkacağına inanırım. İşte Ömer de öyle bir nokta. O Ömer'i de ortaya çıkarmak öyle her yiğidin harcı değildi elbet daha yeni yeni tanımasına rağmen "Zaten bence iki tane Ömer var, biri böyle işkolik, ciddi, disiplinli öbürü de galiba romantik, duygulara önem veren bir Ömer. Aslında bence gerçek Ömer'i kimse tanımıyor." diyen Defne'ler elbette ki toplantı esnasında jaluzi ardındaki boş koltuğuna bakılıp özlenmeyi ve hatta bununla yetinmeyip sesini duyma ihtiyacını uyandırmayı hak ederler.
Biri Ömer'ken öteki Macide değildi belki ama kesinlikle onlar için de geçerli olan bir şey vardı; "Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden de birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş." dedirtiyorlardı. Kalbi sıkışa sıkışa Ömer'in sevdiği her şeyi sevip onun gözüyle bakabilmeyi isteyen Defne'nin karşılaştığı bu cümle olası aşk hikayelerinin ana teması olma özelliği taşıyordu. Ömer kendi koyduğu sınırları aşmaktan korktuğunu itiraf etmişken, kaygan bir zeminde kontrolün kendinde olmadığını bilirken bile sürekli güzel olan anları sevmeyi, onlarla yetinmeyi tercih etti. "İnsan nasıl da birine bağımlı hale geliyor, böyle mıh gibi çakıyorsun aklına. Açıyorsun avucunu koyuyorsun kalbini içine sonra ne yaparsa yapsın ellerindesin." Evet her ne yaparsa yapsın, onu bir bankta "Güvenmiyorum." diyerek bıraktığın o anda bile gidenin de kalan kadar acı çektiğini yaşarsın. O en çok nefret ettiği yalanlar her ne kadar eskrim içerikli rüyalarda Ömer'i düellonun kazanan tarafı yapsa da (Hem de hiç istemeye istemeye.) içindeki acıyı bir duvarı siyaha boyayarak akıtmaya çalışsa da beyhude bir çaba içerisinde olduğunun farkındaydı. Ömer de aşkı geldiği gibi yaşamayı, Defne'yi de olduğu gibi sevmeyi tercih etti. Defne'nin bir bildiği vardır demeyi tercih etti. Yasemin ve Sinan ile yedikleri o yemek esnasında, Yasemin'in geçmişte kalmış olduğunu düşünerek aralarındaki problemin sebebini sormasına bile verecek bir cevabı yoktu. Defalarca evlenme teklifi ettiği Defne'sini sorgulamadan sevmeyi, sadece sevmeyi seçmişti. Oysa ne demişti Sinan'a "Beni bir kere kandırırsan bu senin ayıbın. İki kere kandırırsan benim ayıbım. Göz yumduğum için." Evet aşk için göz yummak ki, o en büyük fedakarlıklarından biri Ömer'in. Kendimce de olsa benim gözümde Kiralık Aşk'ı Kiralık Aşk yapan yanlarla başlamak istedim bugünkü Ömer İplikçi'yi anlamaya.
İkinci sezona başladığımız o ilk andan beri farkettiğim en bariz nokta zamanla birbirlerinin aynası oluşları. Yani iş dönüp dolaşıp "Kalp sevdiğine çeker." noktasına geliyor ve bu beni çok daha derinden etkiliyor. Şöyle ki bir çoğumuzun daha az hatırlamak istediği otuzlu haftalara gidip bir de Fikret Gallo'yu hatırlarsak, ki bizi en çok korkutan nokta tam olarak buydu. Ömer İplikçi'ye tıpa tıp benzeyen bir Fikret Gallo! Karnımızdaki kelebekleri karın ağrısına devretme sebebimiz tam olarak buydu. Ancak şimdi şimdi farkediyorum ki keramet kendine benzeyende değil, keramet seni de kendine benzetende. Ömer de şu an tam olarak gördüğüm şey bu, keza Defne’de de. Ama dedim ya , "Ya Defne'nin Ömer'i." diye işte Defne'nin Ömer'i ile karşı karşıyayız. Geriye dönüp baktığında aşk yerine gururu seçişinin pişmanlığını yaşayan ve bir an bile tereddüt etmeden "Defne olsa yapmazdı, beni bırakmazdı." diyen Ömer'lerden daha evrilmişi varsa o da Defne'nin aşkından bir an için bile şüphe duymadığını itiraf edecek kadar evrilen Ömer'lerdir. Şimdilerde arabaların önlerini kesiyor oluşuna ve aba altından sopa gösteriyor oluşuna da değinmeden olmaz. Defne 46. bölümde Ömer'e "Korkuyorum, korkuyorum tamam mı. Aşk demek ki korkuyu da endişeyi de beraberinde getiriyormuş. Anlamıyorsun çünkü hiç korkmuyorsun. Defne gider mi diye endişe etmiyorsun. Çünkü ben hep burdayım, hep yanındayım, hep seviyorum." dediğinde Ömer kendini güvende hissetmediği için ona kızmıştı. Oysa şu an farklı yerlerde duruyorlar. Ömer bu aşk ile korkan taraf olmayı da öğrendi bunu da Defne ile keşfetti. Zaman zaman emrivakilerle bunun böyle olmadığını hissetmeye çalışsa da artık o da korkuyor kaybetmekten. Eeee aşk bazen büst gibi duran Ömer İplikçi'yi bile çizgisinden çıkarır.^^ Yani ben böyle üç bölüm ileri beş bölüm geri gidip geliyorum filan ama umarım aklınız karışmamıştır.^^ Bugün izlediğimiz bölümleri Ömer'in tabiriyle kafamızda bir yere koymaya ihtiyaç duyduğumuz anlarda bize yol göstermesi için kendimce bu sahnelerden yola çıktım. Umarım keyifle okuduğunuz nostalji rüzgarı estiren güzel bir yazı olmuştur. Bir Orhan Veli şiiri ile vedayı kendime borç bildim.^^
SEVDAYA MI TUTULDUM?
Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
Sessiz, sedasız mı olacaktım böyle?
Çok sevdiğim salatayı bile
Aramaz mı olacaktım?
Ben böyle mi olacaktım?