Şu dünyadaki en mutlu kişi
Mutluluk verendir
Şu dünyadaki sevilen kişi
Sevmeyi bilendir
Şu dünyadaki en bilge kişi
Kendini bilendir
Şu dünyadaki en soylu kişi
İnsafa gelendir
Bütün dünya buna inansa
Bir inansa hayat bayram olsa
İnsanlar el ele tutuşsa
Birlik olsa
Uzansak sonsuza
Şenay
Yüzbaşıoğlu ne güzel yazmış, ne güzel anlatmış hayatı ve mutluluğu... Her
dinlediğimde içimi kıpırdatan, gülümseten bu şarkıyı çok severim. Sizlerle de sözlerinin bir kısmını paylaşmak istedim.
Kiralık
Aşk, bu haftaki bölümüyle bizlere mutluluk vermek için hazırlanmıştı. Gönlümüzü
fethetmek için yazılmıştı sanki. Şarkıda geçtiği gibi; sezon finaline üç kala
"el ele tutuşalım." diye... Sevmeyi çok iyi bilen adamla, sevilmeye
çok yakışan kadının aşkına yine canı yürekten tanıklık edelim, sonsuza uzanan
aşklarının büyüklüğünü bir kere daha yaşayalım, gözlerimiz, hislerimiz bayram
etsin diye bu bölüm çekilmişti.
Ömer'in
buz gibi kendini koruyacak, kalın ve aşılamaz duvarlara hiç ihtiyacı yok artık.
Ömer'i sahiplenen, düşeceği sıkıntıyı fark eden, üzülmesine mahal asla
vermeyecek bir Defne'si var. O Defne en başından beri hep var olmak için var.
Sözde değil, öylesine değil, üzülse de, kırılsa da, bir sırrı da olsa, hiç
gitmemek uğruna, varlığını aşkına adamış bir kadın olarak var. Vazgeçmemek ve
vazgeçilmez olmak için var.
Bir
hayata, bir sevgiye, bir aşka buyur edilebilmek, hoş
gelebilmek ne güzel bir duygudur. İsteneceğine sevinen, anneannesini evden
postalayan, yapraklarını bohçası gibi alıp Ömer'ine kaçan Defne sevilmez mi?
Sevdiği kadının dolmalar sarmaya, hem de iki gün kalmaya geldiğini duyan Ömer'in
şaşırması, sevinci, Koriş'i postalaması hiç sevilmez mi? Hepsi sevilir, hem de
çok sevilir.
Bizler
bu aşkı; mütevazı, bir o kadar cüretkâr, utangaç, bir o kadar yırtıcı, sabırlı, bir
o kadar sabırsız, ruhumuza ektikleri tezatlarla, paha biçilmez bir tohum gibi,
büyüttük içimizde. Gösterişsiz, hazırlıksız, kopyasız, mekân sız, hislerle
benzersiz bir aşkı seviyoruz. Bir şelale misali çağlayıp akıyorlar
bedenlerimize.
Hoş
gelebilmek bir yüreğe. Hoş gelebilmek biz ile başlayan tüm cümlelere büyük
mutluluktur. Defne'de Ömer tarafından nasıl da sıcacık karşılandı... "Hoş
geldin evime, yuvama, gönlüme, sevdama..." dedi! Ben duydum, hissettim.
Ömer, bir "hoş geldin" ile ciğerlerine hava olarak Defne'yi çekti sanki içine.
Defne, Ömer'in gözlerine bakış olmaya, kokusuna karışmaya, her zerresinde
yaşamaya, yüreğinin ortasına yerleşmeye, yaşama nedeni olmaya, sarmaya ve onun
gönlünden hiç çıkmamak adına geldi.
Bir
ömre eşlik etmek birbirlerini tanımaktan, güvenmekten geçer. Alışkanlıkları
öğrenmekle başlar. Sevilenleri, sevilmeyenleri bilmek önemlidir. Deneyimler,
yaşanmışlar, yaşanmamışlıklar, hayaller, acılar, gözyaşları, kahkahalar
paylaşılarak keşfedilir. Keşke şu sır da açıklanmış olsaydı. Neyse erteleyelim
bu kısmı. Defne ve Ömer tutkulu bir yaprak sarma deneyimi sonucunda, yatakta
yemek yeme gibi bir ilki yaşarken, geçmişe dair minik bir yolculuk yaptılar.
Kopya çeken Defne'nin yaramaz yanıyla tanışırken hem Ömer hem de bizler
şaşırdık. Defne'nin de "Bir kız için yaptığın en acayip şey neydi?"
sorusu karşında aklına annesi gelen Ömer'i de bağrımıza basmak istedik. Artık
her anlarına ortak anılar eklemek istiyorlar. Bir çarşafın altında tatil
planları yapabilmenin keyfini bizlere de yaşattılar.
Bir
yoldan geçersiniz gece karanlığında, yıldızlar vardır fark etmemişsinizdir,
tenha bir yoldur. Bir sanat galerisinde kara kalem çalışması bir ağaç resmi
görürsünüz, etkilemez sizi. Deniz kıyısındaki, güneşli bir gün de uçuşan kuşlar
sadece bir kuştur. Lüks bir restoranda yediğiniz yemek bildiğiniz yemektir.
Yalnız insan, durgundur, fark edemez bazen çevresindekileri. Ömer gezdiklerini-
gördüklerini-hissettiklerini Defne'si ile yeniden görmek yeniden yaşamak,
yeniden tatmak, yeniden hissetmek istiyor.
Tenha
bir yol Defne'nin sesiyle şenlenecek biliyor. Fark edemediği yıldızlar, daha
parlak aydınlatacak o karanlık geceyi! Resim galerisindeki o kara kalem ağaç
resmi rengârenk canlanacak gözlerinde Defne'nin pırıltısıyla. Deniz kıyısındaki
uçuşan bembeyaz kuşların martı olduğunu keşfedecekler birlikte. Havanın
güneşli ya da yağmurlu oluşu değil, birlikte olmaları önem kazanacak, âşıklar
için... Paylaşılan bir balık ekmek, tatların en güzeli olacak. Bakılmış ama
anlaşılamamış bir manzara, ortak hatıralarına unutulmaz olarak geçecek. Bir
"hayat bayram olsa" şarkısı gülümsetecek belki de onları... İşte
böylesine dolu dolu yaşayacaklar, yaşamak istediklerini-hatıralarını, doyasıya
ve sindirerek yaşayacaklar hayatlarını. Anılarını, mutluluklarını
biriktirecekler birlikte. Gördükleri yerleri hiç görmemiş gibi birlikte
yudumlayacaklar.
Bu
mutluluk ve anılar için, ilk adım-isteme hazırlıkları başlamışken, balkonlardan
kaçan Defne ile onu bekleyen Ömer'i çok sevdim. Arabalardan çekinmeden aşkını
haykıran Defne'ye bayıldım. Bu işe utanan, sırıtan, sevinen Ömer'e çok güldüm.
Şaka yaparak Ömer'in başından kaynar sular akıtan muzip bakışlı Defne'yi çok
çok sevdim. Şakanın altında kalmayan, kendi şakasını kuran Ömer, yine
zarifliğiyle tuzağa düşürdüğü kıskanç serçesine en güzel hediyeyi sunarak -hem
de kalp bir kolye- ile tarihe ismini yazdırmayı başardı.
Ömer
ismini tarihe yazdırırken ben de İso gibi yüce gönüllü bir adamı tarihe
yazmakla meşguldüm bu hafta. Her zaman her yerde ne konuşacağını bilen, doğru
davranan, iyi, sevgi dolu ve akıllı öğütler veren İso gözümüzün önünde yavaş
yavaş eridi. Asıl yücelik, adamlık; âşık olduğu kadına başka birisi tarafından
hediye verileceğini bile bile o ayakkabıyı bitirebilmektir. Sevebilmek hem de
koşulsuzca, kızgında olsa kıyamamak İso gibi sevebilmekten geçiyor. İçi
titreyerek, eskileri anarak, gözleri dolarak ve kendinde hatalar arayarak,
bitirilen bir ayakkabıyı iyi ki de vermedi. İso'nun iyileşebilmesi için o
ayakkabının bitmesi, ama sonrasında İso'nun
kendisine gelebilmesi, kendi değerini anlayabilmesi için de o ayakkabının
atılması şarttı. Bundan sonra daha güzel günler görebilmesi adına, akıl sağlığı
adına, bir şeyleri silmek, kapamak adına yapılmış en yerinde hareketti.
Yazı devam ediyor..