Lost in Space: Uzak bir galaksideki aile draması

Lost in Space: Uzak bir galaksideki aile draması
1965- 1968 yılları arasında ekrana gelen ilk bilimkurgu denemelerinden olan Lost in Space dizisi modern bir yorum ve etkileyici bir prodüksiyonla günümüze dönüyor. Klasikleşmiş Lost in Space dizisinin Netflix versiyonunun yapımcılığını  Zack Estrin ( Prison Break), yazarlığını ise Matt Sazama ve Burk Sharpless (Dracula Untold, Last Witch Hunter ) birlikte üstleniyorlar.  Günümüzden 30 yıl sonrasında geçen dizi, Dünya’nın artık yaşanılabilir olmaktan çıkmasıyla beraber, insan yaşamına elverişli Alpha Centuri gezegenini sömürgeleştirmek için seçilen ailelerden biri olan Robinsonlar’ın başından geçenleri anlatıyor. Uzay mekiklerinin rotasından çıkmasıyla beraber kendilerini bambaşka bir gezegende bulan Robinsonlar, dizinin ilk dakikasından itibaren sağ kalmak, başka kurtulanları bulup onlarla işbirliği yaparak ana gemi Resolute’a geri dönmeyi amaçlıyorlar.
 
Estrin, orijinalinin ana yapısını muhafaza edip bugünün şartları gereğince Lost in Space’i yeniden yorumlamış. İki versiyon arasındaki en büyük farklardan biri “Sömürgeleştirme” teması. Dizinin orjinal versiyonunda o günün sosyo-politik koşulları gereği keşif ve atılım bağlamında ele alınan sömürgeleştirme, yeni versiyonda insanoğlunun var oluşunu devam ettirebilmesi için yapması gereken bir zaruriyete dönüşüyor.  
 
Aynı şekilde orijinalindeki “ideal aile” Robinsonlar, yerini parçalanmış, işlevsiz bir aileye bırakmış. Modern Robinson Ailesi, 1960’lerin beyaz orta-sınıf ailelerinden çok farklı olmakla beraber en nihayetinde seçkin bir gruba mensuplar. Roket mühendisi Maureen Robinson ( Molly Parker-House of Cards) ve asker John Robinson (Toby Stephans-Black Sails), çocukları Judy (Taylor Russell),  Penny (Mina Sundwall) ve Will (Maxwell Jenkins) ile birlikte parçalanmış ilişkilerini bu bilinmedik ortamda yeniden değerlendirme fırsatı buluyorlar. Bir sürü testten geçerek Alpha Centuri’ye gitmeye hak kazanan Robinson Ailesi, Dr. Smith’in (Parkey Posey) aralarına katılmasıyla yeni sorunlarla yüzleşiyor.


 
Oyuncu kadrosunun sağlam olduğu Lost in Space’de her oyuncu ayrı ayrı başarılı. Daha önceki bilimkurgu fimlerindeki çocuk karakterleri düşünürsek, özellikle Will karakterini canlandıran Maxwell Jenkins’e ayrı bir parantez açmak gerekir. Maxwell Jenkins’in olduğu her sahnede içinizin erimesi çok normal. Her bölümde karakterini ve oyunculuğu daha da gelişiyor. Alaycı Penny ve sürekli panik havasındaki Will aradan sıyrılsa da, gerek hikayenin arka planını açıklamak için kullanılan flashback’lerin eksik kalması gerekse de karakterlerin tekdüzeliği sebebiyle Robinsonlar çok da ilgi çekmiyorlar.
 
Benim için Dr. Smith ve Don West (Ignacio Serrichio) farklı noktalarda diziyi taşıyan karakterler oldular. Parkey Posey, niyeti belli olmayan manipülatif Dr. Smith karakterine çok yakışmış. Yine de dizide Dr. Smith’in potansiyelinin tam olarak kullanılamadığı kanaatindeyim. Dizinin orjinal versiyonunda erkek olan ve Jonathan Smith tarafından canlandırılan bu karakterin Netflix versiyonunda kadın olarak değiştirildiğini de not düşelim. Aynı şekilde kaçakçı Don West’i canlandıran Serrichio yer yer aksayan sahneleri avantaja çevirme konusunda gayet başarılı.
 
Senaryodaki tüm eksikliklere rağmen, Lost in Space’in teknik altyapısı muhteşem. Kullanılan mekanlar, araçlar, kostümler, görsel efektler; dizinin atmosferini yansıtmakta ve izleyiciyi kendine çekmekte çok başarılı. Netflix’teki dizilerin belki de en temel özelliği, teknik bakımdan mükemmele yakın olmaları. Lost in Space’de bu bakımdan hiç şaşırtmıyor. Dizide bu konuda eleştirebileceğim tek konu bazı sahnelerdeki müzik kullanımı oldu. Genellikle aile arasında geçen sahnelerde kullanılan ve diziyi aile dramasına çeviren bazı müzikler, dizinin orijinal versiyonundan aldığı öğelerden biri olsa gerek. Bazı sahnelerde kullanılan müziğin sahnenin etkisini arttıracağı yerde, tam tersi bir etki yarattığını düşünüyorum.
 
Lost in Space, The Martian gibi filmlerin ustaca kullandığı sağ kalma mücadelesi, insanın yaşanılan zorluklar karşısındaki dirayeti gibi temaları hak ettiği gibi işleyemiyor. Bunun yanında büyük potansiyele sahip karakterlerin hikayelerine de yeterince eğilmiyor. 60’lardaki orijinalinin en nihayetinde bir aile draması olduğunu varsayarsak, yeni versiyonunda da bu temaya odaklanılarak büyük fırsat kaçırıldığını söyleyebiliriz.
 
Lost in Space, bilimkurgu sevenlere keyif verecek bir dizi ancak hikayesinin derinlikten uzak olması ve karakterlerin çok geliştirilememesi sebebiyle, aynı kategoride bulunduğu diğer yapımlara göre hafif kalıyor. Dizinin son bölümünün ise bu bağlamda yine de umut verici nitelikte olduğunu düşünüyorum. Lost in Space son bölümdeki dinamizmi ikinci sezona taşıyabilirse, seyir keyfi daha yüksek bir dizi olacağı kesin.
 
Lost in Space, 13 Nisan’da Netflix’te yayınlanacak.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER