Altered Carbon: Cyberpunk bir Detektiflik Hikayesi

Altered Carbon: Cyberpunk bir Detektiflik Hikayesi
Ölümün kaçınılmaz bir son olmaktan çok, insanların kendi tercihi olduğu bir dünya varsayın, Bu nasıl bir dünya olurdu?
 
Netflix’in yeni Cyberpunk dizisi Altered Carbon, sizi insan bedenlerinin değiştirilebilir olduğu, bilinçlerin dijital olarak saklanıp indirilebildiği, ölümün baki olmadığı bir zamana götürüyor. Richard K. Morgan’ın klasikleşmiş, aynı adı taşıyan romanından uyarlanan dizinin başrollerinde Joel Kinnaman, James Purefoy, Martha Higareda, Renee Elise Goldberry, Will Yun Lee ve Dichen Lachman var.
 
Zihni yüzyıllar boyu dijital olarak hapsedilmiş, yeni dünya düzenine karşı yapılan ayaklanmadan tek sağ kurtulan Elçi olan (yıldızlar-arası elit savaşçı) Takeshi Kovacs’a (Joel Kinnaman, Will Yun Lee ), zengin ve bir o kadar da uzun ömürlü Laurens Bancroft (Purefoy) tarafından ikinci kez yaşama şansı verilir. Bunun karşılığında Kovacs’ın, kurbanın Bancroft’un kendisi olduğu cinayeti çözmesi gerekmektedir.  Başarısız olması halinde, bir daha hiç bir bedene aktarılmamak üzere buza konacaktır. Yeni Dünya’daki biyoiktidarı elinde tutan ve yüzyılı geçkin ömürlere sahip zengin sınıfı Meth’lere mensup olan Bancroft ile kaybettiği savaş ve yakınlarının hatıraları tarafından kuşatılmış Kovacs’ın bu eşitsiz ilişkisi, şiddet ve ihanet sarmalı ile çevrili bir düzene kapı aralıyor.
 
Dizinin, ödüllü bir romana dayanmasından kaynaklı çok girift bir altyapısı var. Ölmenin ‘’saçma’’ olarak görüldüğü bu dünyada yaşayan her insanın boynunda, bütün hatıraların ve kişilik özelliklerinin saklandığı bir çip bulunuyor. Artık insanlar için “gerçek ölüm” sadece bu çipin parçalanmasıyla gerçekleşiyor. Aktarılabilir, çıkarılabilir, başka bedenlere monte edilebilir bu bellek sayesinde artık insan yaşamının kutsallığı ve doğal akışı, müdahale edilmesi mümkün teknik bir meseleden başka bir şey değil. Bütün bu “yaşatma” teknolojisinin yarattığı toplumsal gerilimler ve insan bedeninin dijital bir meta olarak alınıp satılabildiği,  bir  cezalandırma aracı olarak kullanılabildiği bu yeni düzene karşı ruhani arayışlar gibi temalar, dizinin hikayesini güçlü kılan özellikler. Bir direniş biçimi olarak başka bir bedene aktarılmadan ‘’eceliyle ölme hakkı’’ belki de gelecekte dinlerin ana hareket alanı olacak.
 
Dizi, kendisine öncül diğer distopik yapımlardan bir hayli esinlenmiş. Altered Carbon’da Blade Runner, Ghost in the Shell ve Matrix gibi yapımların belli başlı özelliklerini ve atmosferini bulabilirsiniz. Hatta Altered Carbon için Netflix’in yeni Blade Runner’i desek abartmış olmayız. Dizinin yaratıcısı Laeta Kalogridis, Altered Carbon’ı ilk olarak film olarak çekmek istemiş ancak hikayenin sahip olduğu şiddet, cinsellik  gibi temalar yüzünden yapımcı bulamayacağı endişesiyle yüzünü televizyona dönmüş. Dizinin prodüksiyonu sırasında hiç bir masraftan kaçınılmadığını hem kullanılan çekim tekniklerinde hem de efektlerde görebiliyorsunuz. Altered Carbon’daki bolca CGI’n içinde bir anda Anime’yle karşılaşmanız da mümkün. Gökdelenlerin, ışıkların ve metalin birleşiminden çıkan bu kasvet dolu gelecek tahayyülü sizi kolayca içine çekiyor.
 
Açıkçası, Altered Carbon benim için ilk 5 bölüm ve diğer 5 bölüm olarak ikiye ayrılıyor. İlk 5 bölümde hikayenin içine girmekte zorlandığımı itiraf etmeliyim. O kadar ki, Kovacs’ın kişiliği hakkındaki gizeme ve cinayet hikayesine ilgimi yitirmeye başlamıştım. Şiddet pornografisi olarak nitelendirilebilecek sahneler, ilgi çekici olmayan karakterler ve konunun başka alanlara savrulması beni diziye karşı soğutmuştu. Ancak, 6’nci bölümden itibaren dizi bambaşka bir hal alıyor diyebilirim. İlk 5 bölümde karmaşık bir biçimde anlatılan olayların ustaca birbirine bağlanmaya başlaması sayesinde dizi, hem çok sürükleyici oldu, hem de karakterlere bağlanmamı sağladı. Kovacs’ın anti-kahraman’dan trajik kahramana evrildiği dizinin ikinci yarısı, Altered Carbon’un bir whodunit* hikayesinden çok daha fazlasına sahip olduğunu bize gösteriyor. Altered Carbon’a ilk başta ısınamadıysanız, kesinlikle sabır göstermenizi tavsiye ederim.
 
Hikayenin gelişimi bu kadar iyiyken, başrol oyuncularının performansı için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim.  Takeshi Kovacs karakterini canlandıran Joel Kinnaman’ın fiziği, oyunculuğunun ve karakterinin önüne geçmiş. Yaşadığı travmalar hayatının her safhasında karşısına çıkan Kovacs daha nüanslı bir performansı hak ediyordu diye düşünüyorum. Aksiyon sahnelerinde başarılı olmasına rağmen Kinnaman’ın performansının bütününe yaydığı‘’ağır abi’’ havaları bir süre sonra benim için eğreti durmaya başladı. Diğer oyuncuların performansı da geçer düzeyde. Altered Carbon’da oyunculuktan yana çok bir beklenti içinde olmayın. Ancak, şunu da belirtmek gerekir ki: Hispanik polis Ortega ( Martha Higareda), Müslüman partneri Abboud (Waleed Zuaiter)gibi karakterlerin yanında, ana hikayeyi sürükleyen oyuncuların Asyalı olmaları da diziyi çeşitlendiren unsurlardan. Her ne kadar hikayede geçerli bir sebebi olsa da Kovacs karakterinin çoğunlukla beyaz bir aktör tarafından canlandırılması, Ghost in the Shell’e yöneltilen white-washing** suçlamasının bir benzerini Altered Carbon’a yöneltecek mi görececeğiz.
 
Sonuç olarak, Altered Carbon, bilimkurgu ve alt-türlerini sevenler tarafından çok sevilecektir.  Barındırdığı aksiyon, görsellik ve özel efektler, blockbuster filmlere taş çıkaracak türden. Benim gibi daha çok senaryoya önem verenler, biraz sabır gösterirlerse diziden keyif alacaklardır. Gerçekten de hikaye, dizideki aksıyan yönleri kapatacak kadar sağlam. Altered Carbon’a bir klasik gözüyle bakmak yanlış olur ancak bu türe yabancı olanlar da Altered Carbon’a bir şans vermeli. 
 
İyi seyirler.
 
Altered Carbon 2 Şubat’ta Netflix’te yayında.
 
 
* Polisiye film, dizi vb. İngilizce “Katil kim?” sorusunun kısaltılmış halidir.
** Film veya dizilerde beyaz olmayan karakterlerin beyaz aktörler tarafından canlandırılması
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER