Son cümleyi en başta söylemeliyim ki Masum, bu sektörde yıllardır çalkalanan, insani sınırları ölümüne zorlayan çalışma saatlerinden müşteki ve özgür üretim hevesinde olan herkes için cankurtaran sandalı niteliğinde bir proje. Evet, Masum başarılı olursa ülkenin eğlence anlayışına büyük bir renk gelecek. Evet, Masum oyuncular için tartışmasız bir nefes deliği. Evet, Masum panele üretim yapamayan "Amerikan" kafalar için kapı açacak dev bir adım. Evet, Masum'un izlenmesi lazım ki lütfen İZLEYİN! Zira bedava eğlence alışkanlığımız yüzünden televizyonda akıl sınırlarını zorlayan pespayelikte işlere mahkumuz. Ancak bu tip romantizm kokan ivmelerle peynir gemisi yürümez. Şu andan sonra kuracağım her cümle için bu işe emeği geçmiş herkesten önce özür dilerim. Nasılsa Blu Tv dahil olduğu yayın grubunun desteğini alarak Masum'a istediği ölçüde övgü düzdürmekte hiç zorlanmayacaktır; ben her zamanki gibi yine olmayanları söyleyeceğim.
Trump Towers'ın kötüler kötüsü sinema perdesinin önünde Aydın Doğan Yalçındağ'ın heyecanlı ve şakalı konuşmasını kahkahalarla dinledik. (HD kalitesinde çiçek gibi çekilmiş bir "ilk" projeyi ortası dikişli perdede teknik uyumsuzluk sebebiyle yer yer fluya yürüyen görüntüler eşliğinde izlemeye mahkum edenlere de kırgınım. ) Genç Doğan, digital bir portalın lansman davetine çağırdığı kitleye önce digital yayıncılığının önemini anlattı. "Artık seyirci alışkanlıkları değişti. Dilediği anda, dilediği yerde dizi ya da film izlemek istiyor" dedi ve dedesine teşekkür etti. "Zaman zaman ters düşsek de" açıklamasıyla annesi Arzuhan Doğan Yalçındağ'a da teşekkür etti. D Yapım'a da teşekkür ettikten sonra "Blu Tv 9.99" şakasıyla sözü Berkun Oya'ya bıraktı. Genç Doğan'ın enerjisine bayıldım; bu cepte!
Berkun Oya, bütün içtenliği ve heyecanıyla ekibine övgüler, teşekkürler yağdırıp, projenin öneminin altını çizerken "Bu akşam iki bölüm izleyeceksiniz. Zaten dizi de asıl ikinci bölümden sonra başlıyor" dedi ve ben kendimi tutamayarak kahkahayı patlattım. Bu ülkede "bağzı" şeyler hiç değişmiyor. Berkun Oya bana kızmasın amma siz hiç misal J.J. Abrahams'ın, Frank Darabont'un (hatta bu klasmana girmez amma) David Haggins'in bile "dizi aslında ikinci bölümde başlıyor" diye bir konuşma yaptığını duydunuz mu? Duyamazsınız çünkü bir dizi ya ilk 10 dakikasında başlar, seyircisini tokatlar, ateş eder ve herkesi içine alır ya da yer iptali oturur aşağı!
Masum, 48 ila 45'er dakikalık 8 bölümden oluşan, Seren Yüce'den öğrendiğime göre toplamda 7 hafta süren çekimlerden sonra yayına çıktı. Yine Berkun Oya'nın kaleme aldığı ödüllü oyunu "Bayrak"ın bir uyarlaması. Yani Berkun Oya metne hakim. Senaryolaştırırken bir sıkıntı çekmiş olması pek mümkün değil. Zaten bazı karakterlerin nefaseti ve çok boyutlu hali de tam olarak bu hakimiyetten kaynaklanıyor. Ancak hepi topu, jenerikler dahil 48 dakika süren bölümün 30 dakikasında dişe dokunur hiçbir şey olmuyor.
İlk bölümde Haluk Bilginer'in canlandırdığı "Baba" karakteri çıkana kadar hiçbir şey olmuyor, oluyorsa da olanlar ne yazık ki beni hiç ilgilendirmedi. İlk 48 dakikayı, 150 dakikalık dizi mantığıyla kurup, "çevremizi ve karakterlerimizi tanıyalım" tadında bir giriş yapmışlar ki o sahnelerde de dişe dokunur bir detaya ulaşamıyorsunuz. Hikayenin can suyu son 18 dakikada veriliyor. Yani 30 dakika boyunca ekrana bakıyorsunuz. Yozgat'taki Ayşe Teyze fasulyesini ayıklarken izlesin diye dizi yapmıyorsunuz ki muhatabınız (öncelikle) digitali bilen o dünyada dizi izleyen müşteri. Tek tıkla ulaşacağı milyonlarca içerik varken neden kendini darlasın? Üstelik parasıyla? Hayal bunlar.. Neyse..
Masum'un rejisi ve oyunculukları adeta birer inci tanesi gibi. Müziklerine bayıldım. Masum'un genel hikaye akışı da türün meftununu kesmeyecek kadar sürprizsiz ilerliyor. Bu türle alakanız yoksa zaten konu kilit. Oyunculuklara gelince.. Son zamanlarda -özellikle televizyondaki Sultanımsı performansıyla- beni hayal kırıklığına uğratan Tülin Özen, karşısına Okan Yalabık'ı alınca adeta döktürmüş. Okan Yalabık hem çizgi üstü bir oyuncu hem de karşılıklı sahne paylaştığı oyuncuları da büyüten bir yetenek. Hatırlayınız, aynısını haftalarca Halit Ergenç'e de yaptı. Ergenç'in "muhteşem"e vardığı taşlı yolun pürüzlerini Okan Yalabık "Pargalı" olarak tek tek zımparalayıp yeniden döşedi; yol verdi. Hakkı ödenmez, yeteneği göz ardı edilemez. Bunu da koy cebe!
Serkan Keskin, Bartu Küçükçağlayan ilk iki bölümde ağzımıza bir parmak bal çaldılar. Onların şahikasına diğer bölümlerde varacağız. Ali Atay cephesinde de bi' değişiklik yok çok şükür... Nur Süer'in canlandırdığı anne karakteri muhteşem. Berkun Oya, hayran olunası bir karakter yaratmış Süer de taş gibi oynamış. Gönlüne bereket! Haluk Bilginer'e karakteriyle karşılaştığımız ilk sahnede şapka çıkardım. O nasıl bir çakır keyif oynamaktır? Literatüre girer, o derece başarılı! Bilginer'e bazen kızıyorum. Yeteneğini televizyon seyircisinden saklıyor, kanının son damlasına kadar karakteri savunmuyor, bizi geçiştiriveriyor diye.. Ama Masum'daki performansının bazı anlarına bakıp artık ona kızmamaya karar verdim.
Masum, ilk başta da söylediğim gibi oyuncu kadrosunu inci gibi dizmiş. Hikaye nefis ötesi bir önermeye sırtını dayayarak, psikolojik gerilim vaadiyle tasarlanmış.. Ancak dünyada bile bir avuç meraklısı olan bu türle digital portalın açılışını yapmak ne kadar doğru? Eğer kalabalık kitleleri hedeflemiyorsanız en doğru seçim denilebilir. Maksimumda ulaşmayı planladığınız "üye" sayısı beş haneli ise en doğru yoldasınız. Ancak bu projeyle milyonları kucaklayamazsınız. Bence Masum, bir digital portalın ancak beşinci projesi olabilecek çapta ve güçte; elbette o yıldız kadroyu bi kenara alırak..
Masum'un bir zaafı da "yapabiliyoruz oleeey!" diyerek abandığı, oyuncuların ağzında aşırılı sırıtan küfürleri oldu. Hayat böyledir. Misal benimle ilk karşılaştığınız anda, dünyanın en protokol davetinde de olsak vücud iklimime biraz dikkatli bakarsanız küfürbaz bir kadın olduğumu anlarsınız. Küfürlü konuşmak bir ruh halidir. Dilde farklı tezahürleri olur. Sayfalarca konuşup tek bir kez bile "Hadi oradan lan dangoz" ya da "Oha AYI!" demeyen bi karakter aniden küfür ederse ve bu an bir kavga anı da değilse yapaydır; "oley hadi gel küfür edelim" tadı verir. Masum'da küfürün yedirildiği bir ya da iki sahne vardı; o yüzden de seyirci her küfür duyduğunda bir Recep İvedik komedisi izliyormuşcasına kahkahalara boğuldu. Oysa sahneler hiç ama hiç komik değildi..
Blu Tv, digitale ciddi yatırımlar yapacağını umduğum bir oluşumdu. Lansman gecesinden itibaren aradığım "yatırım" izlerini bulamadım. Gruba ait mecralarda planlanmış üç-beş röportajla ya da sokak direklerine flama asmakla olacak işler değil bunlar. Keşke uzun uzun Netflix'in lansman yolculuğu analiz edilseydi. Kevin Spacey'nin televizyon sektörüne nasıl kafa tuttuğu doğru gözlenip PR çalışmalarına uyarlansaydı. Ancak bu derece güçlü planlanan bir digital atağı, konvansiyonelin dibi bir kuruma bağlı olarak da yapamazsınız, hak veriyorum. Netflix bugün dünya devi olduysa takdir edersiniz ki bunu göle maya çalarak "ya tutarsa" kafasıyla yapmadı. Güçlü sermayenin, sahici bir kalkışmasıydı ve rekabetin dibi yaşandı. Adam masaya koydu milyon dolarları aldı
House of Cards'ı! Biz hala "şekerim ama bu dijital proje, ayol bu nası bütçe, üstüne 200 daha koyar televizyona dizi yaparım" kafasındayız. Biz hâlâ "Acaba bu işi ne zaman televizyonda oynatabilirim?"in peşindeyiz.. Biz hâlâ "reklamsız" ve özgürlüğün dibi diye sunulan digital ortamlarda marka blurluyoruz çünkü bazı dengeler var..
Özetle; Masum, proje tasarımcısının iyi niyetiyle oluşturulmuş, oyuncularının ve dahil olan bütün ekibin samimiyetle ter akıttığı nefis bir yolculuk. Ama hepsi o kadar. Masum'un "görece" başarısı ya da başarısızlığı Türkiye'deki "Online seç-izle" atağını ve digitale proje yapma alışkanlığını etkileyecekse vay ki vay halimize...
Böyle işte..