Birand Tunca: Televizyon sektöründe kimseye altın tepside rol sunulmuyor

Birand Tunca: Televizyon sektöründe kimseye altın tepside rol sunulmuyor
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Birand Tunca’yla tanışın. Kendisi şu sıralar Aşk Laftan Anlamaz’da Hayat ile Murat’ın mutlulukları önüne taş koymakla meşgul. Birand, “Bu çocuğu gözüm bir yerden ısırıyor ama nereden?” dediklerimizden. Diriliş Ertuğrul’da Bisol karakterinde izlemiş veya Yunus Emre ya da Babam ve Ailesi’nde izlemiş olabilirsiniz. Onunla aslında tam bir yıl önce, Sarp Can Köroğlu ve İrem Helvacıoğlu röportajı sırasında tanışmıştım. Kendisini sadece ismen tanıttığı için mesleğinden bihaber şekilde söylediklerine kulak verdim. Sektöre o kadar hakim konuşuyordu ve de bilinçliydi ki basın danışmanı olduğunu sanmıştım. O sıralarda Diriliş Ertuğrul setinden çıkmış, heyecanla rol alacağı film projesinden bahsetmişti. O proje rafa kalksa da Birand yine de bu işin kendisine çok şey kattığından söz ediyor. “İki ay boyunca Justin Bieber ve Madonna’yla çalışan koreografla hazırlandık. Şu an R&B ve hiphop türünde dans edebiliyorum bu sayede” diyen Birand’ın yetenekleri bununla sınırlı da değil. Çok iyi yemek yapıyor, kılıç kullanabiliyor, ata biniyor ve dans edebiliyor. Birand Tunca’nın adını not etmekte fayda var. Zira kendisi yolun çok başında ve yakın gelecekte ona çok daha fazla aşina olacağız.



● Aşk Laftan Anlamaz’da Hayat ve Murat arasındaki gerginliğin üzerine ne gelebilir derken bir anda Emre karakteriyle karşımıza çıktın. Peki, seni gözümüz nerelerden ısırıyor?
Diriliş Ertuğrul ile ekran serüvenim başladı. MSM Konservatuar Tiyatro bölümünde okudum, sonrasında iş bakmaya başladım. Ancak malum televizyon sektöründe kimseye altın tepside rol sunulmuyor. Yeri geliyor beklemeniz gerekiyor. Benim mezun olduğum sırada genelde dönem işleri ağırlıktaydı. Muhteşem Yüzyıl da o yıllar deyim yerindeyse fırtına gibi esiyordu. Kendimizi bir şekilde sektöre adapte etmemiz gerekiyordu. Bir görüşmeye gittiğinizde sorulan soruların başında “Ata binmeyi biliyor musun?” geliyordu. Diriliş Ertuğrul’da sadece bir bölüm rol aldım ama teklif geldiğinde Gaye Sökmen’in teşvikiyle de kabul ettim hemen. Bir bölüm için iki ay boyunca hem ata binme hem de kılıçla dövüş dersleri almam gerekiyordu. Bu da tabii muazzam bir fırsat. Engin Altan Düzyatan ve Turgut Tunçalp gibi harika insanlar tanıdım sette. Benim rolüm bitse bile bir ara her hafta Engin Abi’yle buluşurdum. Bana kitaplar önerirdi, onları okurdum ve sonrasında üzerine saatlerce tartışırdık. Çok desteğini gördüm onun. Diriliş Ertuğrul’dan sonra aynı yapım şirketinin Yunus Emre adlı dizisinde rol aldım. Şimdi de Aşk Laftan Anlamaz’da Emre karakterini canlandırıyorum. Yurt dışından gelen, zengin bir tekstilci. Hayat’a âşık oluyor ve onu kazanmak için sinsi sinsi planlar yapıyor.
 
● Arada bir de sinema filmine seçildin.
Evet, bildiğin gibi o film projesi rafa kalktı ama bana olan katkılarını tarif bile edemem. İki ay boyunca Justin Bieber ve Madonna gibi dünya yıldızlarıyla çalışan koreografla çekimlere hazırlandık. Mesela bu proje sayesinde şu an R&B ve hiphop dansında gayet iyiyim. Günde 10-12 saat dans provası yapıyorduk ve bunun 4-5 saati sadece ısınma hareketlerinden ibaretti.
 
● Bir süre dönem işlerinin teklif edildiğini söyledin. Arada hiç mi farklı bir rol gelmedi?
Dönem dizileri dışında her audition’a gittiğimde bana zengin, tatlı çocuk karakterigeliyordu (gülüyor.) O enerjiyi değiştirebileceğim rollerin gelmesi için sabırla bekledim. Bu sırada kendimi geliştirmek için elimden geleni yaptım.
 
● Konservatuardan mezun olmadan önce veya sonra herhangi bir kariyer planlaman oldu mu? Sürekli aynı rollerin gelmesi motivasyonunu biraz düşürdüğü gibi seni idealist kılmış olabilir.
Herkes gibi ben de hayal kuruyorum, benim de hedeflerim ve hırslarım var. Ancak hiçbir zaman onlara sıkı sıkıya bağlanmadım. Evren ne yaşatırsa ona açığım. Her konuda mutlaka Gaye Abla’nın (Sökmen) görüşlerine başvuruyorum. Her derdimi ona açarım.

Kariyer planlamasına gelecek olursak tek bir şeye dikkat ediyorum; o da kendimi mutlu şekilde ifade edebileceğim ve de hissedeceğim rolleri oynamak. Tabii bunun için de gerçekten sabretmeniz gerekiyor.Okuldan sonra iş olmayınca haliyle panikliyorsun. Teklif geldiğinde ve kabul ettiğinde de işin başka bir boyutu ön plana çıkıyor. Kafanda “Acaba dizim ne kadar devam edecek?” sorusu oluşuyor. Bu nedenle hayalimi beklentiye dönüştürmeden ilerliyorum. Bir de bugün artık rekabet arttı. Senin ardından gelen bir sürü oyuncu adayı var. Vakıf üniversitelerinin pek çok konservatuar açıyor. Eskiden bu kadar yaygın değildi. Böyle bir tablo içinde şu an kendimi çok mutlu hissettiğim bir işte rol alıyorum. Ve de hayatımda ilk defa böylebir karakteri canlandırıyorum.

 

● Aşk Laftan Anlamaz’a aşina mıydın? İlk set günü nasıldı senin için? Hande Erçel ve dizinin yönetmeni Müge Uğurlar’ı önceden tanıyordun diye biliyorum.
Şu an yayınlanan tüm dizileri ucundan kıyısından biliyorum, fırsat buldukça takip de etmeye çalışıyorum. Hande ile daha önceden tanışıyorduk. Aynı şekilde yönetmenimiz Müge Uğurlar’ı da tanıyordum. Tabii bildiğin insanlarla çalışmak avantaj. Onların sayesinde işin ekibe ısınma sürecini hızlıca geçtim. Sette herkes çok pozitif. Röportajlarda bu tür klişeleri okuduğumda ben de gülümserim ama gerçekten beni çok iyi karşıladılar. Burak’ın (Deniz) fikrine başvurduğum anlar oldu. En nihayetinde kaç bölümdür o dümende. Müge Hoca zaten ekibine son derece sahip çıkan biri. Hatta ekibim olmadan asla diyenlerden. Sektör vefaya hasret ve herkesin birbirine destek çıkması lazım. Biz de birbirine destek olan bir ekibiz. Bu nedenle benim için set çok iyi gidiyor.
 
● İlk kez kötü bir karakteri canlandırdığını söyledin. Senin için farklı yanı neydi?
Kötünün içindeki devinimlere odaklandım. Bakıldığında Emre’nin evli bir kadına asılması kötü ama karaktere farklı açılımlar katmaya çalıştım. Bu role bürünmeden önce şu soruyu sordum: “İnsan 12 saat boyunca kötü mü yaşıyor? Hiç mi tatlı anları yok?”. Bunları çıkarman gerekiyor karakterin içinden. Daha normalleştirmeye ihtiyacı var. Bana göre sempatik yanını da vurgulaman lâzım. Ve bu bakış açısıyla role hazırlandım.
Zaten Hayat ile Murat’ın arasına girmeye çalışsa da bazıları çok seviyor karakteri. Sempatik gelebiliyor izleyiciye.
 
● Her şeyin başına gidelim. Oyunculuk nasıl girdi kanına?
Galiba biraz tembel bir öğrenciydim (gülüyor.) Liseyi tek bir defterle bitirdim. Her hafta tiyatroya giderim yıllardır ve deli gibi film izlerim. Oyunculuk da öyle girdi kanıma. Liseden mezun olmadan önce masa başı iş istemediğimden emindim. “Kendini nerede görmek istersin?” sorusunu sormaya başladım. Eğlenmek ve büyüdükçe elimizden alınan, kayıp giden oyun güdüsü cevabı çıkıyordu hep karşıma. Bence insanlar bir yaşta kalır. Galiba bendeki oyun güdüsü bu düşüncemden geliyor. Bir şeye veya yere ait olma hissi yok bende. Bu devinim ve değişime açık olma da oyunculuk serüveninin pimini çekti. Ve böylece her şey başladı.
 
● Herkesin belli bir yaşta kaldığından bahsettin. Senin için bu yaş nedir?
Ben ergenim galiba (gülüyor.) Daha çok oyuna ve de bir şeyleri öğrenmeye aç olduğum yaşlar diyebiliriz.
 
● Şu an 26 yaşındasın. Hayatının bu döneminde bulunduğun noktadan memnun musun?
Memnunum diyebilirim. Her insanın hayatında bir çark var, bu yaşam döngüsü gibi. Vücudunu, kafanı, mantaliteni bu çarka göre şekillendirip hazırladığında her şey tıkırında gidiyor. Bu meslekten vazgeçen, yapamayan arkadaşlarım var şu an. Ben de oyunculuktan önce farklı işlerde çalıştım. Ancak sabırla bekledim de bir yandan. Geçtiğimiz günlerde Mercan Dede bir söz paylaşmıştı, çok hoşuma gitti: “Allah bizlere değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabul etmemiz için sükunet, değiştirebileceklerimiz için cesaret ve bu ikisinin arasındaki farkı anlamamız için bilgelik bağışlasın.” İşte, bahsettiğim çarkın benzini, ona enerji veren güç tam da bu sözdeki unsurlar. Ben de buna uyarak yaşadığım için şu an olduğum yerden memnunum.
 
● Oyunculuktan önce farklı işlerde çalıştığını söyledin. Nelerdi bunlar?
Okul döneminde arkadaşımın işlettiği pizzacıda çalıştım. Hatta o yıllara dair komik bir anım da var. Bir gün adrese servis yapılması gerekiyordu ve bunu yapan arkadaşımız da gelememişti. Bunun üzerine siparişi ben götürdüm. Konservatuarda ikinci sınıftayım bu esnada. Haliyle oyuncu olacağım diye havalı havalı takılıyorsun (gülüyor.) Verilen adrese gittim ve kapı açıldığında karşımda lisede âşık olduğum kız duruyordu. 10 saniye bakıştık. Sonra bana “Oyuncu olmak istemiyor muydun? Pizzacıda çalışmak ne alaka?” diye sordu. Tabii öyle olunca hemen durumu toparlamaya çalıştım; “Okuyorum ben. Mekân da arkadaşımın, o yüzden sıkıntı yok” deyip pizza kutularını eline tutuşturdum. Aslında dünyanın en normal şeyi ama bir anda panikliyorsun. Kafede çalıştığım bir dönem oldu Kadıköy’de. Ancak o dönem bana “Sen sadece kapıda dur ve müşteri çekmeye çalış” dediler (gülüyor.) Bir de yüzme antrenörlüğü yaptım.
 
● Oyunculuğa başladığında sette sana soğuk terler döktüren bir an oldu mu?
Olmaz mı? (Gülüyor). Diriliş Ertuğrul’da Engin Abi’yi yaralamıştım. Kılıçla dövüş provamız vardı onunla. Karşınızda uzun yıllardır bu işi yapan profesyonel biri varken kasılabiliyorsunuz. Prova sırasında elimde kılıçla dönerken karnını çizdim ve kanamaya başladı. Bir beş on saniye kendime gelemedim, orada değildim sanki. Hemen sarıldı bana. Ve bu olayın ardından daha özgüvenli şekilde çalışmaya başladım.
 
● O zaman kendine sürekli telkinde bulunarak, karşındaki rol arkadaşının yardımıyla da o alışma sürecini atlattın kısa sürede.
Biraz öyle oldu. Bu işi yapmak için kendinle barışık olman lâzım. Konservatuarda zorlandığım dönemler de oldu. Mesela bir dönem okulda komedi yapamadım. Vücudumu kıramıyordum, biraz kasılıyordum, o katılığı kıramadım bir türlü. Bu nedenle belki bana iyi gelir düşüncesiyle konservatuarın ilk senesinde dans eğitimi aldım. Malum dans etmek erkeğin o tutukluğunu kırar biraz. Sahneye de çok yansıdı bu. Zaten bence bir oyuncunun dans edebiliyor olması lâzım. İlk başlarda sahnedeyken insanları güldürüp güldüremediğimle çok ilgileniyordum. Biri gülmeyince parçamın kötü gittiğini düşünüyordum. Bir keresinde de sahneye çıkmadan önce lensimi çıkardım ve öyle oynadım. Bu noktada gözlerimin 3.5 olduğunu söylemeliyim (gülüyor.) O anda kimseyi göremiyordum. Böylece sadece oyunuma odaklandım ve bölümümü oynadım. Sahnede de kendimi bu şekilde törpüledim. Bu deneyimden sonra ikinci yılımda tüm okulu güldürebildiğim çok iyi komedi parçalarım oldu.
 
● Nasıl bir ailede büyüdün? Seni tanımlayan anahtar kelimeler neler?
Tek çocuğum. Kendi imkansızlıkları içinde bana bir sürü imkan sunan bir ailede büyüdüm. Her zaman baba ve anne desteği almış, yolunda ilerlemeye çalışan bir adamım. Benim tanımlayan anahtar kelimelerin başında hayalperest geliyor olabilir (gülüyor.) Çok hayal kuruyorum, bulutların üstünde uçuyor yer yer. Bununla birlikte bildiğim ve de başkalarına öneride bulunduğum şeyleri kendi hayatıma entegre edemiyorum pek. Terazi burcuyum; dışarıdan çok dengeliyim ama iç dünyada biraz dengesizim galiba. Her saat başı bambaşka bir duyguyla yaşıyorum.
 
● Hayal dünyanda gezinirken nasıl bir rol gelse oralarda dolaşmaya devam edersin? (Gülüyoruz).
O kadar çok kıskandığım, “Hadi bana gelsin” dediğim roller var ki… İlk aklıma gelen Mr. Robot’taki Elliot Aldersonkarakteri. Onun dışında kendimden bir şeyler katabileceğin bir rolde oynamak çok isterim. İç devinimleri olan, psikolojik açıdan çok katmanlı, kendini dış dünyadan soyutlamış, bohem bir karakteri oynasam ne de güzel olur. The Night Of’ta Riz Ahmed’in canlandırdığı Nasir Khan da bu rollerden biri. Canlandırdığım karakterlerin dönüşümü olmalı ki ben de bir şeylere çalışabileyim.
 


KISA KISA
 
Son zamanlarda seni en çok etkileyen film:
La La Land
 
Takip ettiğin diziler:
The OA, Black Mirror, Game of Thrones. Şu sıralar heyecanla Prison Break’i bekliyorum. Bu arada Black Mirror’la tanışmamış olanlara üçüncü sezonun ilk bölümünü şiddetle tavsiye ederim. Bana da Burak (Deniz) önermişti. Hayatımda izlediğim en mesajlı dizi bölümü diyebilirim.
 
Şu sıralarda tekrarda olan şarkı veya müzisyen:
Aslında her gün farklı şeyler dinliyorum. Buika’yı severim. R&B, hiphop ve 90’lar Türkçe Pop çok dinlerim. Geçtiğimiz günlerde Rubato adlı bir grubun şarkılarına takılıp kaldım. Ancak bir şarkıyı da üst üste dinleyince galiba sıkılıyorum. Asla sıkılmayacağım tek bir şarkı var; o da Massive Attack’in Angel’ı.
 
Başucu romanın:
Jose Mauro De Vasconcelos – Şeker Portakalı ve Antoine de Saint-Exupéry – Küçük Prens. Bu ikisini her yıl okurum. Ancak genel bir tür soracak olursan psikolojik kitapların ciddi takipçisiyim. Freud ve Jung okurum, karakter yaratırken de onlardan beslenirim.
 
Şu an okunmayı bekleyen roman:
Azra Kohen’in Fi Çi Pi üçlemesi.
 
Otobiyografik bir filmde rol alacaksın. Kimin hayatını oynamak isterdin?
Sherlock’u oynamak isterdim.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER