Ben sana dedim “Gitme!”, ama yine de sen bilirsin; kaç bakalım...
“Kaç bakalım.”dı demek! O zaman tepe noktasına geliyor olmalıydık. Nedeni basit: Bizi ekseni etrafında döndürmeyi başaran tüm kurgusal dünyaların -dizi, film, roman, hikâye– tartışmasız en güçlü çekim alanı bu “kaçma halleri”dir. Kaçmak her zaman iş yapmıştır. Çünkü kaçan kaçtıkça anlar; Hanya’yla Konya’yı, iç sesini artık bastıramadığını, her döndüğü köşenin yüzünü sakındığı aynalarla kaplandığını, boğazına kadar anlamlandırmaya korktuğu, o korktukça içinde daha da fena coşan bir duygu seline battığını. Bir de bunun “koyverip kaçan”ı vardır. Kendinden kaçmaya son vermiş, gemileri yakmış, lakin sonuncusuna da binip kendini yakandan kaçmaktan başka yapacağı kalmamıştır. “Kaçışında davet var.” dediklerimiz ise tadından yenmez. Kovaladıkça kaçan ateş böceği olduğunun farkına varan bu en gelişmiş kaçak türü, peşindekini ağına düşürene kadar kaçmanın elli acı tonunu ona bir güzel tattırır.

Bu bölüm, kimin hangi türden kaçak olduğu o kadar güzel birbirine geçti ki kime kaç bakalım diyorduk; karar veremedik. Kesin olan tek şeyse kaçmanın yine her zaman olduğu gibi üzerine düşeni yapmış, Ömer ve Defne’yle beraber ekran başındaki hepimizin eksenin kaydırmış olmasıydı.


Gözümüzün dalması bile aynı anda Defne!

Çaresiz kaçak kontenjanından esas kızımız Defne, bu kadar sevimli ve içten olmasa tahammül sınırlarımı çoktan aşmıştı galiba. Normal şartlarda bile karşındakine “Sorun sende.” mesajından başka bir şey gönderme ihtimali olmayan “Seni bırakıyorum ama gitmiyorum.” kararının, Ömer’e ne mesajı gönderdiğini düşünüyor olabilirdi ki? Ömer kaçmakta, peşinden kovalatmakta yerden göğe kadar haklıydı. Hatta şuraya bir şahsi fikir & itiraf arası da alayım: Ömer’in akşam oradan çekip gittikten (+1) sonra da çok daha cool, mesafeli, hatta ters ve iğneleyici takılmasına da sonuna kadar vardım ben. Ama daha sonra bu gururu kırılmış hatun kişisi tavrımın primitifliğini anladım  Velhasıl kelam esas oğlan o kartı 2 hafta önce oynamış ve bunun kendini ne kadar mutsuz ettiğini görüp aslında dersini almıştı. Aldığı ders de sevdiceğe acı çektirerek mutlu olunamadığıydı. Defne’ye mahkeme duvarı suratını takındırmayan, konuştu mu kızı yerin dibine batırmayan Ömer’e içimden alkış yaptım. Ömer adeta bir karakterin evriminin vücut bulmuş hali olarak Defo’yla beraber herkesi yaktı. “Ben sana dedim, gitme!” dedi adam. Bazen bir cümlede fiilin yerini kaydırırsınız, o cümle de sizin ekseninizi kaydırır.  Bu adeta böyle bir andı. Yazanın ve okuyanın yüreğine sağlık.


Ne demek Ömer ve Feryal?

Defne duygu departmanında baştan aşağı o kadar tecrübesiz ki onun bu sudan çıkmış balık halleri, aşkın “sancılı diş çıkarma” evresinde daha çok esas kızda görmeye alışık olduğumuz semptomları adeta gölgeliyor. Ömer’in en az iki haftadır kendisi için yaptıklarına, hazırladığı kahvaltılara, dizine kapanmalarına, burnunun dibinde bitmelerine, “… ya da ben geç uyanmayı öğreneceğim.” demelerine bir anlam veremediği gibi; üzerine bu kadar titrediği bir adamdan gelen bu sinyalleri oturup bir düşündüğünü dahi görüyor değiliz. Kendisine söylenen 1-2 cümleye saplanıp altından akan onca suya adeta boş gözlerle bakmasını, ancak duygusal anlamda çocukluğuna verebiliyorum. Geçen hafta Neriman’ın evlenme taktikleri içinde “Onu kendi duygularını tanımadığına ikna et.” demecini de Defne’ye armağan ettim, gitti. Ah Nöro ah, sor bakalım kızımıza, kendi duygularını göstersen tanıyacak mı?

Bilinçli olarak yapamadığı her şeyi kendisine bilinçsizce, paldür küldür yaptıran Feryal; Defne’nin başına gelen en iyi şey değildi de neydi? Herkesin nefret oklarını Yasemin’den döndürdüğü Feryal’e ben bayıldım. Ateşin altını harlama konusunda Nöro out, Feryal in’di. “Kaçan kovalanır.”dan sonra en sevdiğim tema olarak “Seven kıskanır.”, bu bölümün tadını adeta çifte kavrulmuş yaptı damağımda. Kendisini ara ara bekliyorum. Malum, bundan sonra yol uzun… Rüzgar, fırtına, kasırga bilimum felaket kapıda.

Kapı demişken... Yine ayrıkotu yorumum gelsin şuraya: Çalan kapı zili kalp ben!! Kavuşamazsın, aşk olur demişler. Bunların da dudakları kavuşamadı, tansiyon 1500 oldu, duygular çığ olup bendini aştı, ateşe benzin döküldü. İtfaiye çağırsak evi söndüremeyecek arkadaşlar! Vuslattan çok vuslata doğruya yolculuğun tutkunu olan ben, bu sonu daha çok sevdim. Allah tamamına erdirsin ve erdirecek elbet; ama varsın biraz da biz kaçalım, aşk bizi kovalasın, tepeye koştursun, kulaklar tıkansın, başlar dönsün. Sonra atlarız uçurumdan...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER